Başlamadan hayatını kaybeden barış elçisi değerli Sırrı Süreyya Önder’i ve onun şahsında tüm Mayıs şehitlerini saygı ile anıyorum.
PKK, devletin bütün olumsuzluklarına rağmen, 12. Kongresi’ni yaptı. Aylardır süren tartışmalardan sonra Önderliğinin perspektifine uygun olarak yapılan kongre, Kürt halkının, Türkiye ve bölge halklarının geleceğini etkileyen tarihi bir gelişme olmuştur. En başından beri hem başlatılan süreç hem sürecin bir adımı olarak PKK’nin kongresini yapmış olması, toplumun ve politik çevrelerin hepsinde, “neler oluyor?” türünde kaygı içeren sorular geliştirilmiştir. Kuşku ve kafa karışıklığı yaratan, ancak hızla aşılması gereken bu tartışmalar iki yanlış değerlendirmeden kaynaklanmaktadır.
Tartışmaya yol açan birinci yanlış değerlendirme, Türkiye ve Kürdistan halklarının, yüz yıllık tarihsel mücadelelerinin sonuçlarıyla ilgilidir. Belirtilen süre boyunca, bütün muhalif hareketler, özellikle silahlı hareketler, hep zorbalıkla bastırılmış ve etkisizleştirilmişlerdir.
Kısaca hatırlayalım. Ermeni, Rum soykırımını üstlenen Türk devleti, ilk dönemde bir komplo ile komünistleri yok etti. Kürt halkına, Koçgiri, Şeyh Sait, Ağrı ve Zilan’da, Alevilere Dersim, Sivas, Maraş, Malatya, Çorum, Madımak ve Gazi’de soykırım uyguladı.
1968 devrimci hareketi idamlarla, Balyoz Harekâtıyla ve işkencelerle bastırıldı. İşçilerin, emekçilerin hak arama mücadeleleri, 1 Mayıslarda, 15- 16 Haziranlarda olduğu gibi, katliamlarla karşılandı. Köylülerin toprak işgalleri, jandarma zorbalığıyla engellendi, kooperatifleşmelerine bile izin verilmedi. 1978’de gelişen devrimci hareketler 1980 darbesiyle, yargısız infazlarla bastırıldı.
Hasılı yüz yıldan beri muhalif güçlerin, somut bir kazanım hikayeleri, kazandıkları bir deneyimleri olmadı. Dahası devlet, bu muhalif, devrimci demokratik hareketlerin kazanma umudunun yaşatılmasına da tahammül göstermedi. Nihayetinde eşitlik ve adalet isteyen muhalif çevreler, bütün tarihleri boyunca, uğruna mücadele ettikleri hiçbir sosyal-siyasal hak kazanamadan, ya yok edildiler veya zayıflatıldılar.
Ancak Türk Devleti, PKK’yi yok edemedi. 1978’de kurulan PKK, bu kuralı bozan bir istisna olarak, özgürlük ve demokrasi mücadelesini yükselterek sürdürdü, dört parça Kürdistan’da halklaştı ve önemli kazanımlar elde etti. PKK’nin mücadelesinden önce, Kuzey Kürdistan’da, Kürtler yok sayılıyorlardı. Kürt olduğunu söylemek, Kürtçe konuşmak yasaktı. Varlığı inkâr edilen, dili yasaklanan Kürt halkının ulusal-demokratik hakları uğruna mücadele etmesi ise en büyük suçtu.
Şimdi ise PKK, Kuzey Kürdistan’da, dört parça Kürdistan’da ve bütün dünyada Kürt halkının varlığını ve ulusal haklarının bulunduğunu kabul ettirmiştir. Daha önemlisi PKK, Kürt halkının sosyo-politik bir güç olmasını, toplumsallaşmasını, dünya halklarının onurlu bir üyesi olarak itibar görmesini, her Kürt’ün ise berrak bir bilince ve sarsılmaz bir iradeye sahip bir örgüte dönüşmesini sağlamıştır. Daha fazlasını yapan PKK, Kürt halkının özgürlüğünü kazanmaya en muktedir yegâne siyasal parti konumunu kazanmıştır.
Bir siyasal hareketin mücadeleye başlarken, kendini tanıtma süreçlerinde ihtiyaç duyduğu argümanların farklı, aynı siyasal hareketin kazanmaya yaklaştığı ve kitleselleştiği koşullarda ihtiyacı olan argümanların farklı olduğunu bilen PKK, kitleselleştiği bu noktada mücadele araç ve yöntemlerini değiştirmeye ihtiyaç duymuştur. Çünkü PKK, bundan önceki bütün muhalif devrimci hareketlerde olduğu gibi bastırılamamış, marjinal bir örgüt durumuna düşürülememiştir. Aksine sürdürdüğü mücadelenin sonucunda PKK, kazanan bir politik parti konumuna gelmiştir. Bu gelişmeyi tespit eden Kürt halkının ve PKK’nin önderliğinin yeni bir mücadele programı geliştirmesi ve düşmanıyla barışı görüşmesi, gelişmenin doğal sonucudur.
İşte belirtilen tartışmanın nedeni bu “kazanma ve muhatap kabul edilme” gerçekliğinin anlaşılamamasıdır. Bugüne kadar ülkede bütün muhalif hareketler, küçük ölçekli olma konumlarına göre davranmışlar, ufukları da hep muhalif zeminde mücadele etmekle sınırlı kalmıştır. Bu algı, kazanma perspektifinin gerektirdiği politik hamlelerin anlaşılmasını zorlaştırmış, söz konusu kaygılı tartışmaların doğmasına yol açmıştır.
PKK’nin kongresinin yanlış bir biçimde tartışılmasının ikinci nedeni de yukarıda belirtilen nedenle bağlantılıdır. PKK’nin bugün farklı mücadele yöntem ve araçları geliştirmesi, güçsüzlüğünden değil, gücünden, özgücüne ve iradesine güvenmesinde kaynaklanmaktadır.
Böyle olması, Kürt halkının ve PKK’nin önderi sayın Öcalan’ın, defalarca ortaya konmuş olan önderlik yeteneği ile doğrudan ilgilidir. Önderlik, öngörülemez olan gelişmeleri öngörebilmek, öngördüklerini yönetebilmek ve gereklerini yapabilmek demektir. Tarihe yön veren bütün önderler böyle önder olmuşlardır. Kürt Halk Önderi Sayın Öcalan, son gelişmelerle önderlik yeteneğini bir kez daha göstermiştir.
Bu gerçeklerden bakıldığında kaygı yüklü eleştirilerin yanlışlığı görülecektir. Yeni ve daha farklı yöntem ve araçlarla sürdürülecek olan bir mücadele dönemi, özgürlük, adalet ve eşitlik isteyenleri bekliyor.