Yaklaşık 40 yıldır Kürt siyasetçilerimiz, yazarlarımız, aydınlarımız ‘Çok kritik ve hayati önemde bir zamandan geçiyoruz’ diye söze girerlerdi. Bu sefer ki durum ise tam da ‘çok kritik ve hayati önemde bir zamandan geçiyoruz’ tanımlamasının can bulmuş hali. PKK silahlara veda ediyor, ilk silahlar yakılıyor. Tarih yeni bir zamana doğru akıyor. Barış ve Demokratik Toplum inşası kritik bir eşiği aşıyor. Öcalan Ortadoğu’ya yeni bir perspektif sunuyor. Türkiye bunu kıymetli buluyor.
Peki Öcalan ve PKK nasıl oldu da bugüne geldi?
Ortadoğu gibi etnik, dinsel, mezhepsel fay hatlarının çok kırılgan olduğu, üstelik doğal kaynaklardan dolayı küresel güçlerin oyun üstüne oyun kurduğu, Soğuk Savaşın dahi etkilerinin devam ettiği bir coğrafyada, yaklaşık 50 yıllık bir mücadele yürütmek öyle kolay değildi. Üstelik bir NATO devletine karşı, üstelik insan kaynağı sınırsız, savaşı kutsayan bir ideoloji ile yoğrulmuş bir ülkeyle savaşı kirlenmeden yürütebilmek, PKK’yi dünyada örneği olmayan bir hareket ve partiye dönüştürdü. PKK birçok kırılmayla karşı karşıya kaldı. Daha genç bir hareketken, 12 Eylül Darbesi oldu. Önemli kadrolarını işkencede kaybetti, birçok simge isim işkencelere karşı bedenleri ile itiraz etti. Türkiye’deki bütün örgütler (bir iki istisna hariç) cuntacılar karşısında teslim bayrağı çekti. PKK, dillendirilmek istenmeyen bir şeyi yaptı. Darbeciler karşısında teslim olmak yerine onlarla vuruşmayı seçti. Tarihe, Kenan Evren Cuntası ile çarpışan tek parti olarak geçti. 1970’lerin ortasında, Ankara’da bir grup genç tarafından tohumları atılan, 1978’de Lice’de Fis Köyünde yapılan ilk kongresi ile partileşen PKK, 1980 Darbesinin hemen akabinde sayısı binlere ulaşan bir gerilla hareketi oldu. 1990’ların başında, Türkiye Kürdistan’ında ilişkide olmadığı köy, kasaba bırakmamıştı. İşte bu anda yeni bir kırılma ile karşı karşıya kaldı. PKK yola Marksist-Leninist bir parti olarak koyulmuştu. Ne var ki Reel Sosyalizm SSCB nezdinde çöküşe gitmiş, Doğu Bloku dağılmıştı. İdeolojik boşluk, beraberinde çöküşü getirebilirdi. Öcalan bu tehlikeyi hemen gördü ve demokratik sosyalizm kavramı ile reel sosyalizmin çözülüşü önünden hareketini alıp, çıkardı. Süreçle birlikte demokratik toplum, ekoloji, jineoloji gibi kavramlarla partisinin ideolojisini geleceğe dönük sağlam temellere oturttu.
15 Şubat 1999 tarihinde Sayın Öcalan uluslararası bir komplo ile yakalanıp Türkiye’ye teslim edildi. Gerilla hareketlerinde lider demek, örgütün hafızası demektir, örgütün gözü, beyni demektir. Gerilla hiyerarşisinin bozulması demektir. Öcalan bir esir olarak Türkiye’deydi. Bütün dünya PKK’nin bittiğini ilan ediyordu. Türkiye’de kutlamalar yapılıyordu. Örnekleri vardı, haksız da sayılmazlardı. Peru’da 1980’li yıllardan itibaren, iktidara kök söktüren Aydınlık Yol Hareketi (Sendero Luminoso) vardı. Binlerce militana sahiptiler. Latin Amerika’daki diğer devrimci örgütlerden/partilerden yardım alıyorlardı. Liderleri karizmatik bir kişi olan Felsefe Profesörü Abimael Guzmán’dı. Guzmán 1992 yılında yakalanmış ve bir süre sonra Aydınlık Yol dağılmıştı. PKK’nin dağılması için istihbarat birimleri devreye girmiş, Osman Öcalan ile birlikte bir ekip teslim bayrağı çekip, kaçmışlardı. Abdullah Öcalan esaret koşullarında, filozof Murray Bookchin’i okumuş, onun düşüncelerini ileriye taşıyarak Demokratik Konfederalizmi teorize etmiş, partisine yeni bir ufuk sunmuş, PKK’nin bu sancılı ve dramatik süreci aşmasını sağlamıştır.
Suriye iç savaşı başlamadan önce Öcalan Suriye’ye dikkat çekmiş, yakında olabilecek gelişmeler karşısında Rojava’nın şimdiden örgütlenmesini istemişti. Sonrasında olan gelişmeler, Öcalan’ın nasıl bir öngörüye sahip olduğunu göstermiştir. Türkiye ve ABD’nin ısrarla YPG’nin ÖSO ile birlikte Esad’a karşı savaşması baskısı karşısında olabilecek bir yıkıma, 3. Yol çizgisi ile cevap vermişti. Bu yolun ne kadar isabetli olduğunu Rojava’daki kazanımlara bakıp, görmek mümkün. PKK bütün tarihsel dönüm noktalarından, kırılmadan, doğru perspektif ile karşı çıkarak, ayakta kalmak bir yana, güçlenerek çıktı. Haklı bir zeminin üzerinde politika üretti. Bu zemin, Kürt halkının eşitliğe, özgürlüğe olan özlemiydi. 29. İsyan (Demirel’in deyişi ile) bastırılmadı. Kürtler bugün çözümün bir parçasıysa bu verdikleri mücadelenin halkın gönlünde yer bulmasındandır. Hiçbir savaş sonsuza dek sürmez. Savaşanlar en nihayetinde bir gün barışırlar. Kaybedeni olmayan bir barışın eşiğindeyiz şimdi.
Barış ve Demokratik Toplum sürecinin en önemli aşamalarından biri, Süleymaniye’deki sembolik silahları yakma töreniydi. Törende konuşan KCK Yürütme Konseyi Eş Başkanı Besê Hozat “Artık demokratik siyaset çağrısı yapan bir hareket için, barışçıl çözüm isteyen bir hareket için silahlar ister istemez engeldir. Biz bu engelleri iyi niyet ve ciddiyetle ortadan kaldırmak istiyoruz. Fakat şu da bilinmeli ki bu işler tek taraflı olmayacak, olmamalı. Bu sebeple biz üzerimize düşen sorumluluk ve ciddiyetle yaklaşıyoruz. Bugünkü açıklamayla bunu bütün dünyaya ilan ettik. Tutumumuzu Kürt halkına, Türkiye halklarına bir kez daha göstermiş olduk…” sözleri ile futbol deyimi ile söylersek topu iktidarın kucağına attı. Bu tarihsel bir andı ama daha gidecek çok yol var. Temenni ve iyi niyetle süren bir süreç her türlü provokasyona açık olur. Bir an önce meclis komisyonu kurulmalı, atılacak adımlar ivedilikle atılmalıdır. Bazen yasal düzenlemeler bile yetersiz kalır. Örneğin gösteri ve toplantı hürriyeti Anayasa’da açıkça belirtilmesine rağmen uygulanmıyor. Anayasa ve yasalarda işkence yapılsın denmez ama işkence yapılır. Önemli olan yasal düzenlemelerin hayata geçirilmesidir. Bunun için demokratik iklim, barışı içselleştiriş bir iktidar gerekir.
Bugünü; Ömrünü barışa adayan Sırrı Süreyya Önder’e, ‘bir gün mutlaka kazanacağız’ diyen Yılmaz Güney’e, Kürtçe bir şarkı yapıyorum diyen ve linçlere maruz kalan Ahmet Kaya’ya, Cizre’de bir bodrumda infaz edilenler anısına Mehmet Tunç’a, yıllardır çocuklarının cesetlerini arayan Cumartesi Annelerine, Kürt bilgesi Ape Musa’ya, Ceylan’a ve bugünleri göremeyen binlerce isimsiz kahramana adıyorum.