Sırrı Süreyya’dan sonra Manisa Büyükşehir Belediyesi Başkanı Ferdi Zeyrek’in talihsiz bir şekilde yaşamını yitirmesi toplumun genelini yasa boğdu. Nitelikli insan gücünün azaldığı, genç ve üretken insanların bir kısmının ülkeyi terk ettiği, bir kısmının cezaevlerine kapatıldığı bir eşikte böylesi ölümler toplumu derinden sarsabiliyor. Bu durumu ülkenin içinden çıkamadığı ekonomik ve siyasi krizler ve de sorunların üzerine balyozla yürüyen siyasi aklın yarattığı tedirginlik ile birlikte düşündüğümüzde, mevcut sarsıntının tahribatı daha da artıyor.
Ölümler, ortak acılar, hüzünler maalesef politikanın kirini, pasını temizlemekte yetersiz kalıyor. Politika fazlasıyla realistleşti. Bu iyi bir şey değil elbette. Bu realist durum, zamansız ve talihsiz bir şekilde kaybedilen insanların ortak acısı ve hüznüyle birlikte toplumsal öfkeyi derinleştiriyor. Türkiye siyaseti yeni bir karşıtlık dalgasıyla karşı karşıya. Bu nedenle politik tedbirler realist politikaya göre alınmak zorunda. Ölümlerin bile fazlasıyla politikleştiği bir ülke gerçekliğinde politika yapıcılar fazlasıyla gerçekçi olmak zorunda.
Peki politikada neler oluyor? Türkiye’nin aktüel siyaset bağlamında birkaç temel politik sorusu var. Birincisi, CHP Kürt meselesinin ortak bir akılla çözümü noktasında pozitif bir yerde duruyorken devam eden baskı furyası nereye kadar sürecek? İkincisi, CHP’nin yaptığı tarihsel hataların bedelini Özgür Özel ve arkadaşlarına ödetmeye çalışmak Türkiye’nin hangi sorunlarını çözebilir? Üçüncüsü, muhalefeti dövmeden Kürtlerle konuşmanın bir yolu yok mu? Demokratik siyaset henüz bu sorulara cevap vermiş değil.
Her şeyden öte mevcut konjonktürde Kürt meselesinin siyasi ve hukuki zeminlere taşınması, dahası ülkenin temel meselesinde konuşabiliyor olmak “politikayı” dönüştürüyor ve geri getiriyor. Bu dönüşüm MHP’ye yeni bir siyaset alanı açıyor. AKP’ye bir şans tanıyor. DEM’e Türkiye siyaseti yapma olanağı sunuyor ve DEM’i Türkiye’deki Kürt meselesinin, Kürt temsiliyetinin kalbi haline getiriyor. CHP’yi ise tarihsel ve güncel meselelerde demokratik zeminlerin tahrip edildiği bir atmosferde gerçek bir demokrasi mücadelesi vermeye çağırıyor.
CHP’nin yaşadığı ve CHP’ye yaşatılan kriz, salt bir siyasi parti, ya da partiler arası rekabet sonucu yaşanan güncel bir kriz değildir. Yaşanan kriz hem devlet, hem rejim, hem parti krizidir. Tam da bu nedenle CHP’nin yaşadığı çoklu kriz ülkenin tüm dinamiklerini doğrudan bağlamaktadır.
Mevcut kriz hali CHP’ye uzun süre sonra yapay gündemler yerine demokratik ve meşru bir zeminde toplumcu bir siyaset yapabilme olanağını da sunuyor. Halk iradesiyle gasp edilen belediyeler var. Seçilmiş belediye başkanları cezaevlerine kapatılıyor. Bunun yanında Kürt meselesi CHP’nin de uzun süreden beri talep ettiği Meclis zeminine taşınmış durumda. CHP şikayet etmeden, mazlum veya mağdur rolüne girmeden ve de en önemlisi oraya buraya “savrulmadan” gerçek bir demokrasi mücadelesi vererek bu krizlerle baş edebilir. Bu kapasite bugünün CHP’sinde fazlasıyla var.
CHP’nin başında duran Özgür Özel hem krizlerin aşılmasında hem de genel değişim-dönüşüm bağlamında umut vaat ediyor. Sayın Özel siyaseti insanileştirmek ve toplumsallaştırmak istiyor. Hem eski genel başkana, hem iktidara, hem Kürtlere karşı pozitif bir tavır sergiledi. Özgür Özel’in mütevaziliğini zayıflık olarak görmek büyük bir yanılgı olabilir. CHP ve Türkiye siyaseti Özgür Özel tarzı siyasetin değerini bilmeli. CHP’nin, devletin ve rejimin yaşadığı krizlerin aşılmasında Özgür Özel bir şans olabilir. İktidar bu şansı daha fazla yıpratmamalı.
Yaşadıklarımız demokratikleşemeyen cumhuriyetin tezahürüdür. Cumhuriyeti halka taşıma ve demokratikleştirme için ortak bir mücadeleye ihtiyaç var. Demokratik cumhuriyet dışında başka bir rejime geçit verilmemeli. Zira Türkiye’yi, üzerinde yaşayan tüm yurttaşlara ortak yurt yapabilecek asıl rejim demokratik bir halk cumhuriyetinden başka bir rejim değil.
İktidarın tüm siyasi iklimlere balyozla müdahale etme taşkınlığı her zaman olduğu gibi şimdiki siyaseti de zehirliyor. Toplum kutuplaşmaktan bunalmış durumda. Yeni belirsizlikler inşa ediliyor. İktidarın önünde hem Kürt meselesinde hem de ülkenin genel siyasetinde “topyekün demokrasi” ilkesi dışında başka bir seçenek yok. Bu seçenek kendilerini de kurtaracak tek seçenektir.
Her şeye rağmen hala büyük olanaklara sahip olduğumuzu görmüş olacağız. Her zamankinden daha fazla sağduyulu, soğukkanlı ve akıllıca siyasete ihtiyacımız var. Siyasetçilerin zıvanadan çıkma hakları yok. Her koşulda siyaset yaparak, siyaseti yeniden yeniden üreterek toplumun sorunlarını çözmekle mükellefler. Çözemediklerinde çözülüp aşılırlar.