Şu ana kadar ekonomik krize, dış politik krize rağmen, birbirine sıkı sıkıya bağlı iki “kriz” tüm beklentilere rağmen patlamadı: Birincisi “politik kriz”, ikincisi “sosyal kriz”.
Öyle olduğu için rejimin de topyekun krize yuvarlanması gerçekleşmedi.
Peş peşe yapılan seçimlerde faşist rejimin ana partisi AKP çok ciddi şekilde zayıfladı. Seçimleri zorla yeniletmesine rağmen oy tabanı geriledi. Ama sistemi sarsan bir politik kriz yaşanmadı.
Ne ekonomik kriz ve ne de dış politik kriz politik krize dönüşmedi.
Politik kriz, “yönetenlerin eskiden olduğu gibi yönetme” imkanını kaybetmesidir. “Yönetemez” hale gelmesidir. Bunun temelinde yalnız iktidardaki partinin değil, devlet aygıtının da yönetemez hale gelmesi yatar. Gerçekleşmeyen budur.
Yönetilenlere gelince. Onlar elbette ekonomik krizin etkileri altında “eskiden olduğu gibi yaşamak” istemiyorlar. Yoksulluk ve işsizlik onları perişan ediyor. Öfkelerini büyütüyor. O halde neden sokaklara dökülmüyorlar? Çünkü “dışpolitik kriz” onların üstünde “milliyetçi güdüleri” güçlendiriyor, “dış güçlerin tehditleri” ezilenlerin büyük bir bölümünü “iktidar” etrafında birleştiriyor.
Türkiye’de halk kitlelerinin harekete geçmesi için “politik krizin” aniden ve iktidarı “yönetemez” hale getirecek direnlikte olması gerekir. Devlet aygıtında ayrışma, iktidar partisinde bölünme ve zayıflama gerçekleşmedikçe ”sosyal kriz” derinleşmez, “devrimci durum” olgunlaşmaz.
Şu ana kadar da olgunlaşmadı.
Bundan sonra ne olacak?
Ufukta “politik kriz”in ilk belirtileri ortaya çıkıyor. Faşist rejim, Davutoğlu, Babacan, Gül ve Şimşek’e karşı meydan savaşına hazırlanıyor. Bu savaş Kürt halkına karşı açılan savaşa benzemez. Kürt halkına karşı açılan savaş devleti de, “milleti” de birleştirirken, her birinin hem “sermaye” içinde, hem “devlet aygıtı” içinde, hem de “uluslararası alanda” şu ya da bu ölçüde karşılığı olan söz konusu sistem içi alternatifin temsilcilerine karşı açılan savaş, hiç beklenmedik bir anda, politik krizi açığa çıkarabilir, “sosyal kriz”i derinleştirebilir, sokağı harekete geçirebilir.
İçinden geçtiğimiz politik süreç işte bu olasılığın hesaba katılması gereken bir süreçtir.
Böyle bir politik kriz koşullarında, hiç kuşkusuz sistem dışı güçler, Kürt özgürlük hareketi ve sosyalist hareket, seçimlerde aldıkları oylarla kıyaslanmaz bir işleve sahip olacaklardır. Sistem içi muhalefetin oy potansiyeli ne denli büyüyor olursa olsun, onun örgütsel yapısı, gelenekleri, ideolojik angajmanları, bu muhalefetin politik kriz koşullarında belirleyici rol oynamasına engeldir.
O nedenle faşist rejim, yeni partilerin kurulmasıyla birlikte ortaya çıkacak muhtemel bir politik krize, sistem dışı güçleri bertaraf ederek hazırlanıyor. Öncüsüz bırakalıcak kitlelerin karşısına AKP milislerini çıkarmak, devlet terörüyle onları bastırmak hiç kuşkusuz nisbeten kolay olacaktır.
Bu durumda karşı karşıya olduğumuz temel mesele, öncüyü politik krize hazırlamak, güçleri israf etmeyen bir politik taktikle güç biriktirmek, öncünün izole edilmesini önlemek, en geniş ittifak yelpazesi içindeki yerini pekiştirmektir.
Kürt özgürlük hareketi sözcülerinin, her konuşmalarında “direnişten” vurguyla söz etmeleri boşuna değildir. Onlar “iradi bir kararla” milyonların sokaklara dökülmeyeceğini hepimizden iyi biliyorlar. Ama onların daha da önemli olarak bildikleri husus kanımca şudur: Bugünün temel meselesi, “direniş için ideolojik, sosyal-psikolojik, örgütsel” hazırlık yapmaktır. Bu da kuru sıkı lafların, uydurma hedeflerin, boş ajitasyonun, inandırıcı olmayan “taktiklerin” yerine, durup dinlenmeden, kitlelerin bilincinde “direnişten başka yol yoktur, parlamenter yol halka kapatılmıştır, legal çalışma olanakları neredeyse sıfıra indirilmiştir, o halde bir yandan HDP’nin varlığını, kazanılmış mevzileri korumak için mümkün olanı yapmak, aynı zamanda her türlü mücadele biçimine hazır olmak, bunun için halkı aydınlatmak, onu ideolojik, psikolojik ve örgütsel olarak politik krizle doğacak devrimci duruma hazırlamak gerekir”.
Bir seçimde HDP açısından altı yedi milyon, tüm muhalefet açısından on milyonlarca oy sonucu tayin eder; ama bir politik kriz anında birkaç yüz bin militan milyonları radikal demokratik devrimci değişime yönlendirir.
Şu sıralarda unutulmaması gereken gerçek budur. “Oyumuz yüzde kaç” diye kamuoyu yoklamalarına gösterilen merakın yüzde birini, halkın direnme gücünü ölçmeye gösterirsek, ne yapmamız gerektiğini daha iyi anlayacağız.
Bunu yapmamak, şimdiden politik krizden çıkacak “sistem içi” sonucun takipçisi olmaya yol açacaktır.
Unutmayalım: Devrimci yola hazır olan seçime de hazır olur. Tersi ise doğru değildir.