2000 yılı sonrasından günümüze kadar devam eden süreç, ekolojik hareketlerin politik oluşumunun, yayılmasının en verimli yılları olarak sayılabilir-di. Ancak sistem, ekolojist hareketlerin büyümeye başladığı 2010 yıllarının başından itibaren sokak hayvanları sorununu bilinçli bir şekilde gündeme taşıyarak, ekolojistleri bu alana yönlendirmiş oldu. Ekolojistler sokak hayvanlarıyla uğraşırken –ki elbette bu uğraş gereklidir ve birinci öncelik olmalıdır– HES projeleri ve benzeri pek çok uygulama sorunsuz şekilde hayata geçirildi. Elazığ’daki maden ocağı faaliyetleri, Soma faciası ve diğer maden kazaları, örgütsüz ve dağınık hareket eden, hareket edenin de sokağında bir köpek ya da kedi sorunu ile uğraşmak zorunda kalması, hükümetin doğa üzerinde iktidarını sağlamlaştırmasına neden olmuştur.
Aynı dönemde onlarca kadın cinayeti, çocuk istismarı, işçi cinayetleri ve düşük ücretler ülke gündemini sarsarken, sistem, ekolojistleri sokak hayvanları sorununa yönlendirmeyi başarmıştı. Toplumda genel kültür seviyesi yüksek olan hayvansever kesimi, devletin eliyle bilinçli bir şekilde bu soruna kilitlenmiştir. Hayvanseverlerin saf ve temiz yüreklerinden doğan sokak hayvanlarını sahiplenme eylemlerini elbette eleştirmiyorum. Onlar sorunu orada görmüş ve ahlaki bir tavırla müdahale etmişlerdir. Ancak onların sözcülüğünü üstlenen dernek ve platformlar, devletin istediği yönde hareket etmiştir. En radikal duruşun ve kavganın verilmesi gereken dönemde, en ılımlı ve alt anlamları farklı sloganlar üreterek halkı pasifize etmişlerdir. Bugün bu federasyonların paylaşımlarında da görüldüğü gibi, halk pasif eylemselliklere yönlendirilmekte ve hayvan sevgisi aşılanmaya çalışılmaktadır. Hayvan sevgisinin topluma anlatılması, halkın bilinçlendirilmesi, vergi verdiğimiz devletin asli görevi olmalıyken, bazı dernek ve federasyonların toplumdan topladığı yardımlar ile devletin yapması gerektiğini yapmaya çalışması apolitik ve sistem yanlısı olduğunun ispatı değilse de güçlü şüphesidir. Yine son derece düşündürücüdür ki hayvanların varlığı tehlike altındayken, kitleyi insan eğitimine yönlendirmek ya da acısız hayvan kesimi gibi çalışmalarına yönlendirmek en acemi federasyonun bile yapamayacağı politik intihardır. Hayvanseverlerin, gönüllülerin, aklıyla dalga geçmekti!
Sistemin özellikle 2000’ler sonrası hayvanseverlerin öncülüğünde başlayan ekolojik hareketleri kontrol altında tutma projesi, bugün ismini sıkça duyduğumuz dernek ve federasyonların sistemle olan politik dayanışmaları sayesinde mümkün olmuştur. 2000’ler sonrası gelişen politik sürecin özetini geçtiğimiz hafta yayınlanan “Sorgulanan an tarihte gizlidir 1” başlıklı yazılarımda ele almaya çalıştım.
Özetle, Türkiye’de ekolojist örgütlenme, kökü 1990’lara kadar uzanan ve 2000 sonrası hızla büyüyen ‘güç’ potansiyeli, bugün sistem ve onunla aynı çizgide yürüyen derneklerin bilinçli yönlendirmeleri sonucu sokak hayvanları sorununa kilitlenmiştir. Burada tekrar belirtmeliyim ki, sokak hayvanları sorununu “ayak bağı” olarak göstermek gibi bir amacım yoktur. Sorun, bu meselenin bilinçli olarak gündeme getirilmesi, uzlaşmaz çelişki olarak gösterilerek sürekli sıcak tutulması ve bu sayede ekolojistlerin meşgul edilmesi; dolayısıyla ülkede gelişen diğer ekolojik sorunların görünmez hale getirilmesidir.
Bu bağlamda sokak hayvanlarını kurtarmaya çalışan birçok küçük dernek ya da mahalle toplulukları da sistemin hakim olduğu ‘politik kaos’ çarkının dişleri arasında vicdan azabı çekmektedirler. Sokak hayvanları sorununu demokratik katılım yöntemiyle ve mevcut yasaların imkânları dahilinde, adil bir şekilde çözmeyi hedefleyen olası projelere destek vermeye fazla gönüllü olmamaları, sorunu tamamen bireysel görerek ve kendi çizdiği sosyal ağlar sayesinde çözmeye çalışmaları, sorunun ana kaynağını ve arkasında gelişen politik oyunları görememeleri; sistemin politik desteğini arkasına alan bazı dernek ve federasyonların çizdiği çerçeveden çıkamadıklarını göstermektedir.
Sokak hayvanları sorununu demokratik katılım yoluyla çözme inisiyatifini hayata geçirmek için ve bu sorunun bir sonraki hamlesi olan canlıların yaşam hakkını güvence altına alan anayasal düzenlemenin kabulünün de ancak demokratik katılım yöntemi ile mümkün olacağının öngörüsü ile verilen mücadele devam edecektir. Bu ülkenin hızla gelişen çevre, doğa ve canlı katliamlarıyla kısa sürede bir sanayi çöplüğüne dönüşmemesi için; başta hayvanseverler olmak üzere ekolojist güçlerin, önlerindeki sorunları kalıcı, adil ve hızlı çözümlerle aşarak aynı çatı altında birleşmeleri, gırtlağımıza kadar tırmanan sorunlar yığınının aciliyeti gereğidir.