Cumhuriyetin ilanıyla birlikte Kemalistleştirilmeye çalışılan Kürtler, doksanlı yıllardan bu yana siyasal İslam markajına alınarak kendi iradeleri yokmuş gibi sürekli başka iradelerin payandası haline getirilmeye çalışıldı. İki tarihsel bloğun kendine göre Kürtlük inşası planları arasında çirkin bir rekabete dönüşen bu süreç, Kürtlerin büyük bedeller ödeyerek öz saygı ve irade inşa etmeye başlamasıyla başka bir aşamaya geçti. Bu aşama “Kürtlerin kabulü” aşamasıdır.
Türkiye’nin rasyonel aklı bu hakikatle zaman zaman yüzleşse de kabulün kurumsallaşması bir türlü başarılamadı. Başarısızlık doğal olarak Kürt-Türk ilişkilerine yansıdı ve belli düzeylerde zarar verdi. Geldiğimiz eşikte her zamankinden daha fazla Kürt-Türk uzlaşısına ihtiyaç duyuluyor. Şayet uzlaşı kalıcı ve adil bir mutabakata dönüşürse bölgesel ve küresel ölçekte belirleyici bir tarihsel eşik olma potansiyeli taşıyacağını şimdiden söyleyebiliriz. Bugünlere nasıl gelindiğini bilmenin bilinci Kürtler açısından varlığını korumanın, Türkler açısından geleceği güvence altına almanın en büyük teminatı olacaktır.
Tam da yukarıda bahsettiğimiz motivasyonla ve de tarihsel-güncel gerekçelerden hareketle 2011 yılının 28 Aralık’ında Roboski’de 34 yoksul Kürt köylüsünün uçaklarla bombardıman altına alınmasıyla paramparça edildiği katliamın 13. yıl dönümünde, yıllardır tecrit altında tutulan PKK Lideri Addullah Öcalan ile birinci çözüm süreci heyetinden DEM Parti milletvekilleri Pervin Buldan ve Sırrı Süreyya Önder arasında bir görüşme gerçekleşti. Görüşmenin Kürt halkı için Roboski katliamının olduğu 28 Aralık’ta yapılması tesadüf müydü bilemiyoruz ama böyle bir günde heyetin görüşmelere başlaması devletin Kürtlere “Gelin Roboski’de barışı kuralım” anlamını çıkarmamıza vesile oldu. Bir tesadüf bile olsa görüşmelerin böyle bir güne denk gelmesi sembolik değer ve gidişat açısından anlamlı bir başlangıç olacaktır.
Türkiye uzun süreden beri kriz ve kaos aralığında statükocu devletlerin yıkımından yeni bir otoriterlik devşirerek Kürtleri denklem dışı bırakan bir dizayn peşindeydi. Bunun en büyük nedeni Türklerin Kürtlerle ilişkilerini yüz yıldır bir türlü rayına oturtamamasından kaynaklanıyordu. En ufak iç ve dış krizde Kürt meselesi Türkiye’nin ayaklarına dolanıyor. Şimdi Ortadoğu’da şiddetin bir süreliğine askıya alınabileceği, diplomasinin ön plana çıkabileceği kimi fırsatları içeren bir ara süreç söz konusu. Batı ülkelerinin etkili olduğu, Rusya ve İran gibi ülkelerin nötr kalmak zorunda bırakıldığı, birbiriyle doğrudan ve dolaylı ipliklerle bağlantılı olan bu yeni süreç Suriye’nin yeniden inşası ve Türkiye’nin yeniden barışını arayıp bulmasıyla şekillenecek gibi görünüyor.
Kürt kimliği genel olarak kabul görmüş olsa da kimliğin politik temsiliyeti konusunda düzen siyasetinin aktörlerinde kafa karışıklığı sürüyor. Karışıklığın ve gerilimin ana kaynağı Kürt kimliğinin temsiliyetinde karşılaşılan ideolojik ve kültürel angajmanlardır. Yeni Türk aklı Kürt kimliğinin politik ve seküler temsiliyetini tarihsel-din temelli bir ilişki ile güncelleyerek günümüze uyarlamak istiyor. Türkiye’nin hayalinde kontrol altında tutabileceği bir Kürt İslam koridoru var. Özetle Ankara Kürtleri kabul ediyor etmesine ancak istediği Kürtlük biçiminin Kürt hakikatiyle örtüşmediğini görmek istemiyor. Zira Kürtlerin bugün konuşuluyor, tanınıyor olmasını sağlayan ana dinamik salt dinsel kimlik değil; ulus kimliğini de aşan evrensel, sol, seküler, feminen ve demokrat değerlerle çizilen siyasal çerçevedir…Yeni süreçte muhtemelen kimlik gerilimi üzerinden de kimi tartışmalar yürütülecektir.
Umuyor ve diliyoruz ki Kürt meselesine yönelik barış görüşmeleri İsrail-Filistin arasında yürütülen süreçlere benzemez. Bilindiği gibi İsrail-Filistin barışı her iki tarafın kendini galip gördüğü ama barış adı altında yürütülen süreçlerin her iki toplum için adeta bir eziyet pratiğine dönüştüğü; her iki toplumun dışında kalan herkesin üzerinde tepindiği ama en büyük bedeli her iki halkın ödediği bir arena olarak ünlenen bir barış modelidir. Filistin-İsrail sorunu hala çözülmüş değil; aksine her iki taraf da daha sofistike savaş yöntemlerine odaklanarak propagandaya sıkışan yöntemlerle kendi kitlelerini ve dünyayı etkilemeye çalışıyor.
Oysa ortada büyük bir Pirus artığından başka bir şey yok. Filistinliler yıllardır Ortadoğu’nun göçebe-yersiz-yurtsuz halkı olarak oradan buraya sürüklenirken, batı devletleri tarafından asırlarca aşağılanan ve en son Nazilerin eliyle soykırıma maruz bırakılan Yahudi toplumu ise sayısız gözün intikam yeminlerinin hedefinde yaşamaya çalışıyor. Bu yüzden Kürt meselesinin çözümünde Ankara merkezli çözüm modellerinde ısrar edilmesi doğru anlaşılmalı; buradaki ortak gelecek mefhumu ciddiye alınmalı, aciliyetle Kürt-Türk ilişkisi zamanın ruhuyla örtüşecek şekilde yeniden inşa edilmeli.
Kürtler ve Türkler yeni dünya düzeninin risklerini birlikte görüyor ancak ortak hareket etmekte zorlanıyor. Şimdi birlikte bakma, görme, baş etme ve onarma zamanı… Bu bağlamda 28 Aralık görüşmesi zamanın ortaklaşması için defalarca denenmiş barış süreçlerinin tüm gerilimli, kaotik, yıpratıcı pratiklerine rağmen yeniden ülkenin ve bölgenin temel gündemi haline gelmesini sağlamıştır.
Barış yeniden inşa edilmeli. Kırılan çok şey var. Risk altında olan milyonların hayatı var. Tilkilerin aklıyla hareket etmek de bir seçenek; empati, duygudaşlık, tarihsel ortaklık, ortak gelecek ile hareket etmek de… Tercihlerimizi kolektif barış ruhuyla ve büyük bir samimiyetle yaşamsallaştırmalıyız.
Bugün büyük Kürt barışının arifesindeyiz. Başarabilecek miyiz bilemiyoruz. Fakat bildiklerimiz var. Karanlık eller her zaman barışı manipüle edebilir; ama biz alt tabakalara, alt sınıflara, halklara ve kimliklere, aç ve yoksul ordusuna barış lazım. Eğer barışı başarabilirsek onurlu ve müreffeh bir yaşamı da o zaman kazanmış oluruz.
Kürt ve Türk halkları başta olmak üzere tüm dünya halklarınının kardeşliğini pekiştireceği; dayanışmanın, empatinin, barışın hakim olacağı, umutların yükseleceği bir yıl dileğiyle… Sersala We Pîroz Be!