Fırtınanın ortasında takip edilmesi gereken rotayı tam olarak bilen yegane siyaset olması, Kürt demokratik siyasetine Saray rejiminden demokratik cumhuriyete geçiş sürecinde yol gösteren ve yol açan güç olarak hareket etme sorumluluğunu yüklüyor. Öyleyse pusula paradigma, hedef demokratik cumhuriyet, hedef iktidar!
Hasan B. Karabey
Türkiye Baş Müzakereci Abdullah Öcalan’ın yapacağı tarihi çağrıyı beklerken, Saray süreci baltalamak için içerde ve Suriye’de seri hamleler yapıyor. Öyle ki Suriye’nin HTŞ’li Dışişleri Bakanı bile Saray’ın gündeme getirmek istediği TSK operasyonunun “Suriye’yi kan gölüne çevirme riski taşıdığını” belirterek “kesinlikle karşı olduklarını” ilan etmek zorunda kaldı.
Barış düşmanlığı sınıfsaldır
Erdoğan’ın Kürt meselesi konusundaki sicili karanlık olsa da sorun “şahsi” değil, sınıfsaldır. Barış karşıtlığının arkasında menfaatini çözümsüzlükte gören oligarşik bir yapı var.
Bu yapı devlet kaynaklarını hortumlayarak kendi sermaye sınıfını palazlandırmaya çalışıyor. Mega projelerin belirli şirketlere verilmesi ile başlayan kaynak transferi, 15 Temmuz’dan sonra değerli arazilerin peşkeş çekilmesi ile devam etti. Ekrem İmamoğlu bu yolla 130 milyar dolarlık bir rant yaratıldığını ifade ediyor. En “çılgın” rant projesi Kanal İstanbul olacaktı ama şimdilik engelledi. Bugünlerde ise savaş sanayi üzerinden kaynak aktarımı gündemde. Bu yıl, ağır krizin ortasında, savaş sanayine ayrılan bütçe yüzde 80 artırılarak 47 milyar dolara çıkarıldı ki bu henüz başlangıç. Sırada astronomik bütçeli projeler var.
Savaş sanayi üzerinden kaynak transferi oligarşinin ağzını sulandırıyor. Burada düzenli olarak hortumlanabilecek fonlar var. Ayrıca “vatan savunması” denince akan sular duruyor ve hesap sorulması zorlaşıyor. ‘Terör tehdidinin’ canlı kalması, hortumlamayı kolaylaştıracağı için oligarşi Kürt sorununun çözülmesini istemiyor.
Yeni bir paralel devlet mi?
İnkarcı eski paradigmanın ortaya çıkardığı sorunlardan biri de “derin devlet” olarak da adlandırılan paralel devlet yapılanmalarının varlığıydı. 28 Şubat darbesinin başarısız olması Kemalist derin devleti sarstı. Gülencilerin vesayet kurma planı ise 15 Temmuz ile birlikte suya düştü. Medya tekeli kurmak, yargıda belirli ölçüde hakimiyet sağlamak, yandaş sermaye gücü geliştirmek gibi vesayet için gerekli kimi adımları atmış olsa da “Karadeniz oligarşisi” henüz Kemalistlerin ve Gülenistlerin geçmişte sahip olduğu çapta bir güce ve etkinliğe sahip değil. Buna rağmen oligarşi eski yapıların devre dışı kalmasının kendisi için fırsat yarattığını düşünüyor.
Eski paradigma ile ilgili en çarpıcı ve isabetli tespitlerden birini “bir bebekten katil yaratan karanlık” sözleriyle Rakel Dink yapmıştı. Eski paradigma militarist-bürokratik vesayet odakları üreten bir bataklıktı. Yeni paradigma ise bataklığı kurutmayı hedefliyor. Türkiye üzerinde yeni bir vesayet kurmak isteyen oligarşi bataklığın kurutulmasını menfaatlerine uygun bulmadığı için inkarcı rejimin muhafızlığını yapıyor.
İnisiyatif barış güçlerinde
Oligarşinin barışa karşı sınıf savaşı sürdürüyor olması ve bunu ölüm-kalım mücadelesi addederek fütursuzca saldırması barış güçlerinin işini zorlaştırıyor. Öte yandan Saray merkezli süreci baltalama girişimleri her adımda boşa düşüyor. Bunun sebebi toplumdaki barış arzusunun son derece güçlü olması. İnisiyatif oligarşide değil barış güçlerinde. Bir darbe indiriyorlar, tepki alınca bir adım geri basıp “biz de çözüm istiyoruz” gibi bir şeyler mırıldanıyorlar. Çarpışıyorlar ama sürekli mevzi kaybediyorlar. Vuruşarak çekiliyorlar. Kuşatan kuşatılıyor, tecrit eden tecrit oluyor.
Şerden hayır doğabilir
Peki bundan sonra ne olacak? Bu kısır döngünün bir süre daha devam etmesi beklenebilir. Saray ve oligarşi hesabını indirdiği darbelerin barış güçlerini hata yapmaya kışkırtacağı ihtimaline bağlamış durumda. Lakin bu beyhude bir beklenti.
Diğer taraftan, oligarşinin barışı boğma girişimleri inisiyatifin barış güçlerinde olması sebebiyle ters tepebilir; hızlı ve kesintisiz bir demokratik devrim sürecinin önü açılabilir.
Paradigma değişim süreçleri “eski paradigmadan kopuş” ve “yeni paradigmaya sıçrayış” aşamalarını ihtiva ediyor. İnkarcı eski paradigma, Kürt halkının destansı direnişi sayesinde aslında çoktan çöktü. Karşımızda duran bir gulyabanidir. Barış eski paradigmanın iflasına resmiyet kazandıracak ve inkarcılığın tabutuna son çiviyi çakacak.
Yeni paradigma çerçevesinde demokratik bir cumhuriyetin inşa edilmesi aşaması ise muhalefetin ciddi bir bölümünün Kemalist resmi ideolojiye bağnazca bağlı olması yüzünden zor ve meşakkatli bir süreç olma riski taşıyor.
Saray’ın çözümsüzlük inadı tam burada bir fırsat ortaya çıkarıyor. Erdoğan ve çevresi barışa ayak diremeye devam ederse kaçınılmaz olarak erken seçim gündeme gelecek. Aslına bakılırsa erken seçim süreci Devlet Bahçeli DEM Partili vekillerle tokalaşmak için elini uzattığı gün başlamıştı. Çünkü bu tokalaşma Türkiye’nin en önemli sorunu konusunda hükümet ortakları arasında fikir ayrılığı olduğunu gösteriyordu.
Bahçeli Erdoğan’ı sürece dahil etmek istediği için dikkatli bir strateji izliyor. Öcalan’ın son mesajında “yeni paradigmaya güç verdikleri için” Bahçeli’nin yanısıra Erdoğan’a da teşekkür etmesi de aynı yönde bir çaba. Bahçeli ve Öcalan’ın konumları gereği yapıcı bir dil kullanmaya gayret etmesi gayet anlaşılır ancak Erdoğan’ın saldırgan inadının “hükümet krizini” giderek bir “devlet krizine” dönüştürdüğü de bir realite. Adeta bir “ikili iktidar” durumu söz konusu. Saray ve oligarşi kendi dar çıkarlarını önceliyor, “devlet aklı” bekayı temel alan tarihsel bir strateji doğrultusunda ilerlemek istiyor. Bu sebeple “ikili iktidar” durumunun uzun süre devam etmesi mümkün olamaz. Bir aşamada ya Erdoğan havlu atacak ya da Bahçeli “seçime gidelim” demek zorunda kalacak.
Başkanlık rejiminden çıkış imkanları güçleniyor
Başkanlık rejimine geçişle birlikte alınan keyfi kararların ekonomiyi çökertmesi, halk yoksullaşırken oligarşinin olağanüstü servetler kazanması, ayyuka çıkan yolsuzluklar, hukuksuzluklar ve genel olarak yozlaşma halk nezdinde başkanlık sistemin meşruiyetini tartışmalı hale getirdi. Erdoğan’ın barış karşıtı duruşu kendi sadık seçmeni tarafından dahi destek görmüyor. Açıktan çözüm karşıtlığı yapamamasının nedeni de bu. Böyle devam ederse Erdoğan’dan kurtulma isteğinin yanısıra parlamenter demokrasiye geçiş arzusu da giderek kuvvetlenecek.
Bu ise önümüzdeki seçimlerin bir tür “rejim referandumuna” dönüşeceği anlamına geliyor. Referandum niteliğindeki seçimin kazanılması yeni TBMM’nin önüne parlamenter demokrasiye geri dönüş için yeni bir anayasa hazırlama görevini koyacak. Bu görev ise yeni parlamentoyu kendiliğinden “Kurucu Meclis” haline getiriyor.
Dengeler değiştikten sonra olaylar hızla ve zincirleme olarak birbirini takip eder, eski paradigmanın normları ve kurumları domino taşları gibi birbiri ardına devrilir. Parlamenter demokrasiye dönüş ve yeni anayasa tartışması siyasetin tabiatı gereği demokratik cumhuriyet tartışmasına dönüşecektir.
Seçimlerin kazanılması ile birlikte Demokratik Cumhuriyet Paradigması’nı çok daha elverişli bir siyasi iklimde tartışma imkanı bulacağız.
Barışın Saray’a rağmen, onunla mücadele ederek ve demokratik cumhuriyetin başkanlık rejimi parantezini kapatarak kazanılması muhalefet saflarındaki statükocu bağnazlığın etkisizleştirilmesi açısından da önem taşıyor.
Kısaca Saray’ın direnci müzakere ve mücadele süreçlerini iç içe geçirerek bütünlüklü bir çerçeve ortaya çıkarıyor. Barış ve demokrasi güçleri, bir yandan devletle sürdürülen müzakerelerin derinleştirilmesi, ateşkes ve genel af gibi adımlarla somutlanması ve bir yandan da adil ve kalıcı bir barışın önünde engel olarak duran inkarcı Saray rejiminin yenilgiye uğratılması görevleri ile mükellef.
Barış ve beka
Şu gerçeği de hatırda tutmak gerekiyor: Kürtler ve Türkler arasındaki bin yıllık kardeşliğin ve ittifakın yeniden tesis edilmesi parti çıkarlarının ve gündelik siyasetin çok üstünde bir beka meselesidir. Kardeşlik halklarımızın ortak aklının kadim stratejisidir. Bugün A partisi yarın B partisi hükümet kurabilir ama tarihin ve jeopolitiğin kaderimiz olarak belirlediği bu strateji değişmez. Ona meydan okuyanların niyeti ve devlet yönetme ehliyeti ise kuşkulu hale gelir. Nitekim bugün devlet ve Kürt siyaseti çözüm zemininde duruyor, çözüme karşı olanların niyetleri ise sorgulanıyor.
Selahattin Demirtaş’ın siyasi tarihe geçen “Seni Başkan yaptırmayacağız” cümlesinin iki katmanı vardı: Erdoğan’ın başkanlığına itiraz ve bizzat başkanlık rejiminin kendisine itiraz. Geride kalan yıllar Demirtaş’ın haklı olduğunu gösterdi. Demokratik cumhuriyetin ideal formu parlamenter demokrasidir. Demirtaş’ın çıkışı şimdi, “Barışı kazanacağız, çözümsüzlük odağı haline gelmiş bulunan Saray’ı yeneceğiz, başkanlık rejimi parantezini kapatacağız ve TBMM’nin merkezinde olduğu özgürlükçü demokratik cumhuriyeti kuracağız” şeklinde güncellenebilir. Müzakere etmek isteyenle müzakere, mücadele etmek isteyene hodri meydan.
Pusula paradigma, hedef iktidar
Hükümet ve devlet krizinin ülkeyi fiilen erken seçim sath-ı mahalline sokmuş olması seçime ilişkin program, strateji ve taktik tartışmalarının ve örgütsel çalışmaların başlatılmasını gerekli kılıyor. Bu çalışmaların barış müzakerelerinin derinleştirilmesi çabalarıyla paralel olarak yürütülmesinin önünde engel yok.
Seçimlerin başkanlık sistemi referandumuna dönüştürülmesi ve yeni TBMM’nin “Kurucu Meclis” gibi çalışmak zorunda oluşu tartışmaların, ittifakların ve adayların içeriğini ve niteliğini belirleyecek.
Her halükarda Türkiye’yi fırtınalı bir süreç bekliyor ve gemi pusula olmadan demokrasinin sakin sularına ulaşamaz. Bu açıdan bakınca Kürt demokratik siyasetinin sağlam bir pusulaya sahip olduğunu gönül rahatlığıyla ifade edebiliriz. Bu pusula “Demokratik Cumhuriyet Paradigması”dır.
Fırtınanın ortasında takip edilmesi gereken rotayı tam olarak bilen yegane siyaset olması, Kürt demokratik siyasetine Saray rejiminden demokratik cumhuriyete geçiş sürecinde yol gösteren ve yol açan güç olarak hareket etme sorumluluğunu yüklüyor. Öyleyse pusula paradigma, hedef demokratik cumhuriyet, hedef iktidar!