“Bakın, oruç tuttuğunuz gün, keyfinize bakıyor, işçileri eziyorsunuz. Orucunuz kavgayla, çekişmeyle, yumruklaşmayla bitiyor. (…) Benim istediğim oruç, haksız yere zincire vurulanları salıvermek, ezilenleri özgürlüğüne kavuşturmak, her tür boyunduruğu kırmak değil mi? Yiyeceğinizi açla paylaşmak değil mi?” (Tevrat -Yeşaya 58: 3-7)
“Hayır! Doğrusu, siz yetime ikram etmiyorsunuz. Yoksulu yedirmeye de birbirinizi teşvik etmiyorsunuz. Emeksiz kazancı helal -haram demeden açgözlülükle yiyorsunuz. Malı çok (aşırı) bir sevgiyle seviyorsunuz.” (Kuran- Fecr 17 – 20)
Bir Ramazan’a daha girdik. Öncelikle halkımızın ve tüm İslam aleminin Ramazanını tebrik ediyoruz. “Ramazan,” hem aşırı sıcak olmak hem de bir şey için üzülmek, tasalanmak anlamlarındaki kökten gelir. Oruç ve tasalanmak -üzülmek-, biraz bağlantısız gibi mi geliyor ilk başta? Oysa ne için üzüldüğümüz ve tasalandığımız yani bir bütün olarak neyi dert ettiğimiz, ahlaki duruşumuzun, insanlığımızın ve ruhumuzun bir aynası değil mi? Derdimiz kadar büyük veya küçük, derdimiz kadar anlamlı veya anlamsız, yerel veya evrensel oluruz.
Ramazan’ı karşılarken, yine coğrafyamız kan gölü, Filistin’de on binlerce masum insan, çoğu kadın ve çocuk, akıllı teknoloji bombalarının altında can verdi, milyonlarca insanın başını sokacağı bir damı bile kalmamış. Koca bir Müslüman dünyası çaresizlik içinde izledi. Çoğu Arap işbirlikçi devleti İsrail ve ABD ile uzlaşma yoluna gitti, bu katliamı destekledi. Ve birçok insan, bir ay boyunca günde birkaç saat aç kalarak ibadetlerini yerine getirdiklerini, Allah’a olan borçlarını ödediklerini, hatta birkaç saat yemek yemeden-su içmeden durdukları için Allah’a ne kadar da büyük bir iyilik ettiklerini düşünecek ve karşılığında ‘cennet’ ödülünü bekleyecekler.
Ramazan’ı karşılarken, bulunduğumuz ülkede, bir avuç egemen-sermayedar ve muteğallibe (hak ve hukuka hürmet etmeden geçinmek isteyen-zorba takımı) refah ve zevk u sefa içinde yaşarken, milyonlarca insan (işçi, emekçi, memur, köylü) açlık sınırının altında hayata tutunmaya çalışıyor. Devlet kurulduğu günden beri, bir halklar ve inançlar inkarcısı iken, dindar olduğunu söyleyen bu iktidar döneminde en baskıcı halini yaşıyor, tüm muhaliflerini en ahlaksız yöntemlerle bastırıyor. Binlerce Kürdistanlı siyasi tutsak zindanlarda kör hücrelerde tutuluyor.
Yine bu Ramazan’ı karşılarken firavunun sihirbazları misali, iktidardan, ranttan pay almak için bu iktidarın dinbaz Diyanet’i halka hiç bu gerçeklerden bahsetmeyecekler. Sakız çiğnemenin veya kulağa kaçan suyun orucu bozup bozmadığı gibi “çok derin” mevzularla orucu anlatacaklar; fakirler, işçiler, emekliler yiyecek bir ekmek bulunmazken egemenlerin milyonlarca insanın hakkını yemesinin orucu bozup bozmadığını ise anlatmayacaklar. Yüzünden ve dilinden riyakarlık akan bir başka ‘dinbaz’ olan Hatipoğlu ve benzerleri milyonlarca insan açlıktan kıvranırken, Ramazan sohbetleri diye çıktığı TV kanallarında birkaç saatlik program için milyonlarca lira alıp, oteller, AVM’ler dikecek ve fakat sohbetinde Hazreti Osman ya da filan evliyanın ne kadar da mütevazı ve sade bir hayat yaşadıklarını anlatacak ve sonunda bu harami düzenin sahipleri ve bekası için dualar edecek. Bu dinbazlar tarafından zihinleri, ruhları, dinleri manipüle edilen milyonlarca sıradan insan da, kendi destekleri veya en azından sessiz kalmalarıyla bunca zulüm, hak gaspı, yolsuzluk, sömürü yaşanırken sabahtan akşama aç kalma ile sınırladığı bir yaklaşımla oruç ibadetini (ya da birkaç rekat namaz ile) Allah’a karşı borcunu / görevini yerine getirdiğini düşünecek.
Halihazırdaki hakim anlayışta, genel olarak ibadetlerin (özelde ise orucun) Allah ve ahlakla olan ilişkisi koparıldığı için, ibadetlerin ve dinin esas amaç ve hedefinden de uzaklaştırılmıştır. Din, tutarlı ve bütünlüklü bir sistemdir. Kişinin ruhi-nefsi terbiyesi kadar bir bütün sosyal, siyasal, ekonomik, adalet ve özgürlükler sistemini öngörür. Günlük dilde “ibadet” dediğimiz mensekler (namaz, oruç, zekat, hac vb.) bu bütünsel sistem içinde anlam kazanır. Oysa mevcut bozulmuş din anlayışında dinin temel ilkeleri olan adalet, özgürlük, eşitlik gibi idealleri iktidarlar lehine çarpıtılmış ya da görünmez kılınmış; ibadetin de bu ilkelerle olan bağlantısı görmezden gelinmiştir. Kişinin ibadeti de böylece geçmiş algısı ve gelecek ideallerinden koparılmış. Yani “kalu bela” ile “ahiret” arasındaki zaman süreci niteliksel olarak anlamsızlaştırılmış, bireyci bir “anı yaşa” (carpe diem) sığlığıyla dünyevileşme hakim kılınmıştır. Bu anlayış bireycidir, milliyetçidir, devletçidir; toplumsal ahlak ve vicdanla bağı zayıftır. Bu anlayışın ibadeti dahi tüccar mantıklıdır. Güya Allah’a bir şeyler (birkaç rekat namaz veya birkaç saat aç kalma) verip karşılığında ebedi bir mutluluk (cennet) satın almak niyetindedir.
Ramazan’ı karşılarken bütün bu anlayışları sorgulamak, en bireysel vicdani düzlemden evrensel, siyasi, sosyal, ekonomik ve ahlaki alanlara kadar kendimizi, duruşumuzu sorgulayıp gözden geçirmek ve nefs terbiyesini bu çerçeveden yapmak, belki orucun gerçek anlamını verebilir. Bu dinin gerçek ibadeti aynı zamanda doğru bir siyasi duruş, bir sosyal adalet savaşçılığı, bir eylem, ahlaki praksistir.
Vahşi kapitalizmin Müslümanların da hayatının içine sirayet ettiği şartlarda bu ibadetin gerçek anlamı, yukarıda yazan ayetlerde ifade edilir. Gerçek oruç ibadeti, nefsi her tür güdüden, tutkudan, siyasi putlardan kurtarmak; tüm insanlık için bir özgürlük, eşitlik ve sosyal adalet mücadelecisi olmaktır.