Ressam Berrin Yırtmaç’ın ilk kişisel sergisi olan ‘Saat Çiçeği’ geçtiğimiz günlerde İstanbul Taksim’de bulunan AdaSanat’ta ziyarete açıldı.
Neğşirvan Güner/ İstanbul
Ressam Berrin Yırtmaç’ın ilk kişisel sergisi olan ‘Saat Çiçeği’ geçtiğimiz günlerde Taksim’de bulunan AdaSanat’a ziyarete açıldı. 2006 yılından itibaren 8 karma sergide eserleri yer alan Yırtmaç, eserlerinde geçmiş ile gelecek arasında bir köprü kuruyor adeta. Yırtmaç’ın sergisi için bir önsöz kaleme alan yazar Pınar Öğünç ise, metinde ‘Zaman nedir, nasıl işler’ sorusuna cevap arıyor- cevap veriyor. ‘Saat Çiçeği’, 12 Kasım’a kadar İstiklal Caddesi üzerinde bulunan Aznavur Pasajı’nda ziyarete açık. Hali hazırda devam eden İstanbul Kitap Fuarı ile paralel olarak gerçekleşen İstanbul Sanat Fuarı’na da yolunuz düşerse ressam Yırtmaç’ın 7. Salon 712/C nolu kısımda da eserlerini görebilirsiniz. Ressam Berrin Yırtmaç ile hem sergisini hem eserlerinin hikayelerini konuştuk.
Öncelikle sizi tanıyabilir miyiz?
1967, İstanbul doğumluyum. Resim hayatımın içinde hep vardı. Bir yandan çalışırken diğer yandan Mimar Sinan Üniversitesi’nin derneğinde birkaç sene yağlıboya resim yaptım, Ada Sanat’ta desen dersleri aldım ve 44 yaşında Yıldız Teknik Üniversitesi Sanat ve Tasarım Fakültesi Bileşik Sanatlar Bölümü’nden fakülte birinciliğiyle mezun oldum. Halen Trakya Üniversitesi Toplumsal Cinsiyet ve Kadın Çalışmaları bölümünde yüksek lisans öğrencisiyim.
Nasıl bir fikir etrafında bu tablolar ortaya çıktı?
Çalışma hayatımın çoğu şantiye ortamlarında geçti. Ben de resimlerimde mimari öğelerden faydalanarak mekana ait malzeme ve zemin dokularından yeni algı yüzeyleri oluşturmaya çalıştım. Ayrıca geçmişten hatırlanan, sürekliliğin sağladığı güveni yaratan gerçeklikler… Kendi hayatımın izini sürdüm aslında diyebilirim.
Neden ‘Saat Çiçeği’?
Sergiye ismini verdiğim ‘Saat Çiçeği’ aslında Passiflora Çiçeği. Büyük şehirlerde apartman sakinlerine kendilerine göre küçük bir bahçe düzenleme seansı verilirdi; duvarları renklendirmek amacı ile çiçekli sarılan süs bitkilerinden passiflora vardı bizim tüm komşu bahçelerde; işte biz ona ‘Saat Çiçeği’ derdik küçükken. Hatırlama ilk böyle başlıyor, zamanı hatırlatan bu çiçek… Passiflora’nın medikal olarak sakinleştirici bir etkisi de var.
Resimlerinizde geçmiş ve gelecek arasında bir köprü kurmaya çalıştığınızı görüyoruz. Geçmiş ve gelecek arasında nasıl bir yol izliyorsunuz?
Bilinçli bir yol izlediğimi söyleyemem. Bir süreklilik sağlamak istiyorum. Resmimin birindeki küçük kızın diğer resimdeki yetişkin bir kız ile ‘aynı’ kişi olduğunu kabul etmek değişimin ve dönüşümün; doğumun ve ölümün sürekliliğini de hatırlamak koşulunu içeriyor. ‘Büyük Aile’ resminde şu anda yaşayan beş-altı kişi olduğunu bilmek gibi… Bu değişim ve dönüşümü insanın kabullenmesi aslında çok zor. Varlık ve yokluk arasında bir ‘an’ olduğunu bilmek… Bazı anları donduruyorum tuvale, daha çok güzel ânlar, aile, sıcaklık, doğa, sebzeler… içimdeki bu sevgi bütün etrafa yayılsın istiyorum.
Eserlerinizde bir kadın dayanışması kokusu var. Sizin için bu dayanışmanın önemi var mı ?
Elbette var. Kadının yapıcı, besleyici, koruyucu olduğuna inanıyorum. Hem anne-kız-kızkardeş hem de genel olarak kadınlık meselelerine umut verici bakıyorum.
Narmanlı Han’ı ve Adana’nın Aladağ ilçesinde 12 kişinin yaşamını yitirdiği yangını da resmetmişsiniz. Bu iki eseriniz yaşamınızda nasıl bir iz bıraktı?
Narmanlı Han yıkılacağı zaman biz çok üzüldük. Çünkü benim babam orada çalışmıştı. Gençken biz hep onun yanına oraya giderdik. Çay ocağından çay alıp, kitapları incelerdik. Plak satan yerleri hatırlıyorum. Kediler… Ve mor salkım çiçekleri. Bedri Rahmi Eyüboğlu, Aliye Berger ve Ahmet Hamdi Tanpınar gibi birçok yazar ve sanatçıya ev sahipliği yapmış bir anıt. Müzeye dönüştürülmesi gerekirdi. Yeni yapılan yere hiç gitmedim. Adana’da Aladağ yangını haberini dinlediğimde bir anne olarak da çok etkiledim. İkisi de hayatımda bana üzüntü veren anlardı. Onun için o iki tablo ayrı bir yerde duruyor.
Pınar Öğünç’ün sergi için kaleme aldığı bir önsöz var. Önsözde kullandığı başlığı soru olarak size sormak istiyorum. ‘Geçmiş kimin evi, gelecek kimin bahçesi’?
Pınar’ın yazdığı şu cümleler bu sorunun benim için cevabı olabilir: “Aynada karşıdan bize geçmişimiz bakıyor. Bakışımızdan tanıyoruz.” İnsan olma tecrübemizin el verdiği kadarıyla fragmanlar biriktiriyoruz; anılarımız ve gelecek tahayyüllerimiz iç içe geçiyor, geçmişimiz ve geleceğimiz birbirine karışıyor. Benim yaptığım, bu fragmanlardan yeni anlatılar oluşturmak. Geçmiş bizim evimiz, unutmadığımız müddetçe. Gelecek de bizim bahçemiz, hayal kurmaya devam ettiğimiz kadar.