‘Umut hakkı’nın derhal pratiğe geçmesi ve özgürlükle sonuçlanması gerektiğini belirten Asrın Hukuk Bürosu avukatlarından Rezan Sarıca, ‘Süreçten bağımsız olarak Türkiye hükümetinin anayasal bir sorumluluğu söz konusu’ dedi
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin (AİHM) 2014’te tahliye imkanı olmaksızın bir kişiye ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası verilmesinin Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin (AİHS) işkence ve kötü muamele yasağına aykırı bularak, Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan’ın “umut hakkı”nın ihlal edildiğine karar verdi. AİHM kararla birlikte Türkiye’den umut hakkına ilişkin düzenleme yapmasını talep etti, ancak aradan geçen 11 yıla rağmen Türkiye bu konuda düzenleme yapmadı. Türkiye’nin yasal düzenleme yapmamaktan direnmesi üzerine konu, AİHM’in kararlarını uygulanıp uygulanmadığını denetleme ve yaptırım uygulama yetkisine sahip Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesi’ne taşındı. Komitesi ise umut hakkını ilk kez 2015’te gündemine aldı. Daha sonra 2021 ve 2024 yıllarında yasal düzenlemenin yapılıp yapılmadığını denetleme amacıyla bu gündemle toplanan Komite, 2024’teki Eylül ayında yaptığı toplantıda, Türkiye’ye gerekli yasal düzenlemeleri yapması için bir yıl süre verdi ve aksi halde bir ara karar çıkacağı uyarısında bulundu. Sürenin dolmasıyla Eylül ayının 15-17 tarihleri arasında “Gurban Grubu” dosyasını değerlendirecek olan Komite’nin bir “ara karar” çıkarması bekleniyor.
Komitenin tanıdığı süre içinde Kürt sorununun çözümü için yeni bir süreç başlatıldı. Sürecin başında iktidarın kurduğu ittifak içerisinde yer alan MHP, umut hakkının uygulanmasına “şartlı” yeşil ışık yaktı. Yaşanan gelişmelerin umut hakkının düzenlenmesini nasıl etkileyeceği, Komite’den bir ara karar çıkması durumunda Türkiye açısından nasıl etkiler, nasıl sonuçlar doğuracağını Komite’nin toplantısına sayılı günler kala Asrın Hukuk Bürosu avukatlarından Rezan Sarıca yanıtladı.
- Komite, adım atması için Türkiye’yi bir yıl süre verdi ve o süre geldi. Komite, üç gün sonra “umut hakkı”na dair süreci toplantı gündeminde değerlendirecek. Bir yıllık süre zarfında Türkiye’nin nasıl bir yaklaşımı oldu?
Türkiye, bir yıllık süre tamamlanmasına rağmen herhangi bir adım atmadı. Adım atmamakla birlikte, bu konuda aslında mevcut düzenlemelerin devam edeceğinin sinyalini vermiş oldu. Yılın başlarında Adalet Bakanlığı, ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasıyla ilgili herhangi bir düzenlemenin söz konusu olmadığı yönünde açıklaması olmuştu. Bu açıklamanın dışında Türkiye, Komite’nin önünde olan izleme sürecine bir de eylem planı sundu. O eylem planında da öncekilerden çok farklı bir açıklama veya bir plan söz konusu değildi. 2025’in Haziran ayında sunduğu eylem planında, ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasının istisna olduğunu ve mevcut haliyle korunacağını beyan etti. Türkiye’nin, Komite’nin ara kararlarına denk düşecek ne bir açıklaması oldu ne de bir plan ortaya koydu ne de buna dair bir düzenleme getirdi. AİHM kararı, ömür boyu hapis cezasının işkenceye aykırı olduğunu ifade etti. Şimdi işkence, sadece fiziksel boyutlarda yaşanan işkence biçimleri değildir. Psikolojik boyutuyla en ince şekilde kişinin hayatında, özellikle içeride, hapishanede kalmasını zorlaştıran, onun sağlığını, bütünlüğünü, varlık amacını bozmaya yönelik bir takım psikolojik işkence biçimleri de söz konusu. Şimdi, ömür boyu hapis cezası da bunlardan bir tanesi. Şunu ortaya koymamız lazım: İmralı açısından Sayın Öcalan farklı bir dünya mücadelesi ortaya koyuyor. Buna karşı bir direniş ortaya koyuyor; fakat biz 27 yıla varan bu işkenceyi göz ardı edemeyiz. Bu yükü kaldırmasını sadece Sayın Öcalan’a bırakamayız. İşkencenin varlığını unutmadan, göz ardı etmeden, normalleştirmeden yaklaşmak gerekiyor.
- Türkiye Komite’ye sunduğu eylem planlarında ağırlaştırılmış müebbet hapis cezalarında istisna olduğunu öne sürüyor. İstisnai bir durum söz konusu mu? Türkiye mevzuatı ne diyor bu konuda?
Türkiye’nin istisna olarak göstermesinin bir amacı var. Eylem planlarında, mevzuatta ağırlaştırılmış müebbet hapis cezalarının şartlı tahliye imkanı olduğunu açıklıyor; fakat bu durumun adli mahkumlarla ilgili olduğu açık. Yani daha çok siyasi politik suçlarla ilgili “istisna” diyor. Bununla da ağırlaştırılmış müebbet hapis cezalarının ömür boyu sürdüğünü ifade etmiş oluyor. Ama bunun bir istisna olmadığı gerçeği ortada. Çünkü istisna olması için bir veya birden fazla yani sınırlı kişiye uygulanması gerekiyor; fakat burada bir yasal düzenleme var. İnfaz Yasası’nda ve Ceza Kanunu’nda ve Terörle Mücadele Yasası içerisindeki düzenlemeler herkese uygulanabilir bir pozisyonda. Yani genel bir kural var, genel bir infaz düzenlemesi var. Dolayısıyla bu bir istisna değil.
- İstisna olabilmesi için siz birkaç kişiyle sınırlı tutulması gerektiğini söylediniz. Türkiye Komite’ye, özellikle ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası alan tutuklu ve hükümlü sayısını açıklamamakta ısrar ediyor. Bu ısrar Türkiye’nin öne sürdüğü “istisna” argümanını boşa çıkaracağı için mi?
Birleşmiş Milletler (BM) İşkenceye Karşı Komite’nin oturumları esnasında, Türkiye yetkilileri yaptığı açıklamalarda, bir sayı ortaya koymuş oldu. Bu açıklamaya göre, sadece cezaevlerinde 4 binin üzerinde tahmin edilen ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası alanlar var. Düzenlemeler herkese uygulanabilir bir pozisyonda duruyor. Bu nedenle istisnai bir durum söz konusu değil, genel bir düzenlemedir. Bakanlar Komitesi 2021 yılından bu yana Türkiye’den istatiksel veri istiyor; ancak bugüne kadar bu sayı verilmedi. Bu da zaten o istisnai açıklamalarıyla ters bir tutum ve davranış olduğunu gösteriyor.
- Türkiye her defasında umut hakkı ile ilgili Komite’ye eylem planı sunuyor ve bunlar benzer içerikte. Bakanlar Komitesi ise bu eylem planlarına karşı Türkiye’ye adım atması için süre veriyor. Komite Türkiye’ye ne söylüyor tam olarak?
Komite, AİHM’in 2014 yılında verdiği kararın gereklerinin yerine getirilmesi çağrısında bulunuyor. 2021 yılında da 2024 yılında da yapmış olduğu açıklamalarda Türkiye’nin halen bu düzenlemeleri kaldırmadığı, mevcut pozisyonun devam ettiğini belirtiyor. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’ne (AİHS) bağlı bir ülke olarak Türkiye’nin anayasal sorumluluk olarak gereğinin yerine getirilmesini belirtiyor.
- Komite, daha somut olarak hangi adımları atmasını bekliyor?
Bahsettiğimiz 3 yasa, yani TMK, Ceza Kanunu ve İnfaz Yasası kapsamı içerisinde yer alan maddelerin kaldırılmasını, bunun yerine umut hakkının tesis edilmesini, “umut hakkı”nın yeni bir düzenleme ile evrensel ilkelere uyumlu bir şekilde, AHİM kararlarına uygun çerçevede bir düzenlemenin getirilmesini söylüyor. Hatta bunun için başka devletlerin çözüm modellerinden ilham alabileceğini ifade ediyor. Ancak Türkiye henüz adım atmadığı için Komite geçen yıl bir tedbir açıklaması yaptı. 2025 yılı içerisinde pozitif herhangi bir adım atılmaz ise Sekreterya’ya bir ara karar tasarısı hazırlatma talimatı vereceğini açıklamıştı. Bu kararın gereğinin yerine gelmesi gerektiğini düşünüyoruz.
- “Gurban Grubu” dosyası kapsamında Komite’nin ara karar tasarısı hazırlanması yönünde verdiği bu karar ilk mi? Ve nasıl bir anlam ifade ediyor?
Geçen yıl almış olduğu uyarı niteliğindeki bu açıklama, umut hakkının izleme süreci içerisinde gelinen yeni bir aşamaydı. Yapacağı toplantıda bir karar çıkarsa, bu da yeni bir aşama olur. Komite, Türkiye’nin, yani üye devletin, karara uygun adım atması açısından çeşitli prosedürlerle idari, politik, bürokratik veya yapısal çeşitli mekanizmaları işletme hakkı ve yetkisiyle donatılmış. Eğer bir karar çıkarırsa, mekanizmalardan bir tanesini yeni bir aşamaya taşımış olacak.
- Komite, Sekreterya’ya bir ara karar taslağı hazırlaması yönünde bir talimat verdi, ama buna rağmen karar çıkmama ihtimali var mı?
Gerçeğe, mevcut düzene, gelişmelere bakıldığında kararın çıkması kaçınılmaz. Fakat oy çokluğuyla alınıyor; nitelikli oy çokluğuyla kararlar alınıyor. Bir tasarı hazırlanmışsa da bu toplantıda görüşülecek. Ancak karara uygun adım atılmadığı, bütün üyelerin önünde olacak. Bunun bilgileri üyelerin önünde. Çünkü bizler, Sayın Öcalan’ın avukatları olarak son gelişmeleri Komite’ye 9/1 kural başvurusu ile bildiriyoruz. Sadece biz değil, ÖHD, TOHAV, TİHV, İHD gibi sivil toplum örgütleri, yine Diyarbakır, Şırnak, Urfa, Hakkari, Van baroları da bu konuda Komite’ye ayrı bir bildirimde bulundular. Sadece bununla da kalmadı, Avrupa’da da büyük bir avukat örgütlülüğünü temsil eden sivil toplum örgütleri de Komite’ye genel gözlemlerini açıklamalarını bildirdiler. Haliyle Komite’nin önünde mevcut son durum duruyor. Yeni bir aşamaya taşınmaması veya bir kararın çıkmaması tamamen politik nedenlerle açıklanabilir.
- Komite’den bir ara karar çıkması Türkiye açısından ne anlama gelir?
Türkiye işkenceye tolerans gösteriyor anlamına gelir. AİHS’e aykırı davrandığı anlamına gelir. AHİM kararlarına uygun adım atmadığı anlamına gelir. Hatta 10 yılı aşkın bir süredir izleme sürecine rağmen, Komite’nin ortaya koyduğu ilkelere uygun davranmadığı anlamına gelir. Yani Türkiye’nin hukuk düzenine aykırı davrandığı anlamına gelir. AHİM’de nasıl ihlal kararı çıktıysa, Komite’de de benzer kararların veya uyarıların çıkması, Türkiye’nin hukuk dışı hareket ettiğini ortaya koyar.
- Ara karar çıkması halinde Komite, bundan sonraki süreci prosedür olarak nasıl işletebilir?
Türkiye’nin üzerinde bu baskı devam eder. Prosedür olarak Komite yine Türkiye ile daha yakından iş birliğini sürdürür. Çünkü izleme sürecinde dediğimiz gibi çeşitli mekanizmalar var; ara kararlarla, ikili görüşmelerle, toplantılarda gündem yapılmasıyla ya da Komite’nin konuyu AHİM’e yeniden taşıma durumu söz konusu olabilir. Başka bir toplantıda olabilir. Türkiye buna uygun adım atmadıkça, Komite’nin de buna karşı prosedürlerini yükseltebilir. Zaten nihai amaç AHİM kararının gereğinin yerine gelmesi.
- Komite’nin Türkiye’ye verdiği bir yıllık süre içinde ciddi gelişmeler oldu. Kürt sorunun çözümü konusunda bir süreç başladı. Abdullah Öcalan çağrı yaptı, PKK kendini fesih etme kararı aldı ve Meclis’te bir komisyon kuruldu. Yansımaları nasıl olur?
Bir süreç yaşanıyor. Bir an umut hakkıyla bu süreci birleştirdiğimizi düşünelim. Aslında hükümetin de istediği yaklaşımlardan bir tanesi bu. Yani anayasal sorumluluk yerine getirilmeden bu süreçlerle iç içe ele alınmasını beklediğini düşünüyorum. Belki önümüzdeki zaman içerisinde daha da geriye gidebilir. Çünkü bu geriden bir yaklaşım. Anayasal sorumluluk ve hukukun gereği zaten tartışılmaz bir şekilde yerine getirilmesi gerekiyor. Ama bugün gelmediğini düşünüyoruz. Bir an bu süreçte bir iç içe olduğunu düşündüğümüzde dahi umut hakkının derhal pratiğe geçmesi ve özgürlükle sonuçlanması gerekiyor. Çünkü bu süre içerisinde Sayın Öcalan bir çağrı yaptı 27 Şubat’ta ve o çağrının gerekleri yerine getirildi. Süreçten bağımsız olarak Türkiye hükümetinin anayasal bir sorumluluğu söz konusu. AİHM kararlarına uygun adım atmakla hükümlüdür. Konu İmralı olunca gerek siyasetin, gerek toplumun, gerekse de hukukçuların davranışları veya ele alış yaklaşımları farklı oluyor. Bu da toplumun veya dışarının tutumunu belirliyor aslında. Yani tepkiler gerçeğin altına düşüyor.
- Avukatları olarak da görüşme yapamıyorsunuz…
Sayın Öcalan’ın avukatları olarak bizler, yasanın hukukun elverdiği çerçevesinde her an görüşebilmemiz lazım. Mevcut hükümlülük statüsünden kaynaklı bile olsa, bizler yasanın elverdiği ölçüde hafta içi istediğimiz zamanda her daim kendisiyle görüşme hakkımız var. Evet, henüz bir resmi bir avukat görüşü sağlanmış değil. Aile görüşmeleri, heyet görüşmeleri söz konusuydu. Ancak biz, ara verilmeden avukat görüşmelerinin gerçekleştirilmesini beklediğimizi, yasanın gereğinin yerine getirilmesini beklediğimizi ifade etmek isteriz.
- PKK’nin fesih ile silahlı mücadeleyi sonlandırma kararı, Türkiye’nin bugüne kadar öne sürdüğü gerekçeleri ortadan kaldırmıyor mu?
PKK’nin fesh edilmesi ve bunun akabinde yaşanan gelişmeler, bugüne kadar bu meseleden dolayı verilen siyasi kararlar, siyasi mahkumiyetlerin de ortadan kalkması gerekiyor. Nedenleri ortadan kalkmış oluyor. Bunun dayanağı da var. Bu dayanak da BM ortak üçüncü maddesi bu konuları ele alıyor zaten. PKK’nin feshi, başta Sayın Öcalan olmak üzere tüm siyasi mahpusların serbest kalmasını gerektiriyor. Bu, kaçınılmaz bir şey. Sayın Öcalan’ın özgürlüğü artık kaçınılmaz.
- ”Umut hakkı” değerlendirmesinin belli bir yıl sınırı var mı?
“Umut hakkı”, yani bir özgürlük ihtimali olarak karşınızda duruyor. Anayasal sorumluluk anlamında 25 yıl içerisinde yapılması gerekiyordu. Yani 1-2 yıldır zaten geciken bir durum söz konusu hukuk alanında.
- Peki değerlendirme hangi esaslara göre yapılmalı?
Bu değerlendirme esnasında neyle karşı karşıya kaldığımızı net bir şekilde ifade etmemiz lazım. Hakikati, bütün siyasal gelişmeleri, toplumsal gelişmeleri açıklamamız lazım. Burada Sayın Öcalan’ın neler yaptığı, neler ortaya koyduğu, nasıl bir mücadeleyi inşa ettiğini ortaya koyarak bir karara gidilmesi lazım. Eğer bir değerlendirme yapılacaksa, bunlarsız olmaz. 40 yıllık çatışmayı sonlandıran bir lider var karşımızda. Bu, birçok anlama geliyor. Yaşamı savundu, akan kanı durdurdu. Sayın Öcalan geleceği, halkların ortak geleceği olarak gören, toplumu iktidarın veya sistemin ortaya koyduğu politikalar doğrultusunda değil; özgürlük, demokrasi ve eşitlik temelinde umut etmesini sağlayan bir mücadele ortaya koydu. Şimdi, böyle bir insanı içeride tutmanın artık hiçbir gerekçesi kalmamış durumdadır. Dolayısıyla bu süreçle birlikte düşündüğümüzde de doğrudan özgürlüğüne kavuşması gerektiğini, bunun kaçınılmaz olduğunu belirtmek istiyoruz.
- MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli’de Abdullah Öcalan’ın “umut hakkı”ndan yararlanabileceği yönünde açıklamalarda bulundu. Türkiye’de hukuk siyasetin gölgesinde ve Bahçeli özelinde siyasetin gündemine aldığı bir durum söz konusu. Bu konuda neler söylersiniz?
MHP lideri Devlet Bahçeli’nin açıklamasının üzerinden neredeyse bir yıl geçti. Ancak halen bu açıklamanın gereği yerine getirilmiş değil. Hukukta ve siyasette bunun işaretlerini yaptığımız gözlemler sonucunda göremediğimizi ifade edebilirim. Bu tür açıklamalar veya bu tür çağrılar, kimi dönemleri açar, kimi dönemleri kapatır. Fakat bu açıklamalar, örneğin işte MHP liderinin yapmış olduğu açıklama, bir taahhüt içeriyor. Bu taahhüt de umut hakkının sonuna kadar faydalanması yönünde. Eğer buna uygun adımlar atılmazsa, o zaman açıklamaların bu tür çıkışların tutarlılığı olmaz. Haliyle, toplumsal inandırıcılığı da, toplumsal karşılığında inandırıcılık da kalmaz, güvenilirlik de kalmaz. Siyasetin altüst olmasına yol açar. Bu sürecin hukuki güvencesi Sayın Öcalan’ın özgürlüğüne kavuşmasıdır. Aksi takdirde, sürecin ileri aşamalara taşınmasının zor olacağını görmek elbette mümkün. Çünkü bu döneme bu açıklamalarla girildi. İşte bahsettik, MHP liderinin açıklamasıyla. Ardından Sayın Öcalan’ın yapmış olduğu 27 Şubat çağrısı var. Esaslı olarak bu sorunu gerçekten çözmek istiyorsa bunun gereklerini yerine getirmeli. Burada da Öcalan’ın fiziki özgürlüğü çok belirleyici. Toplumsal, siyasal, hukuksal katkıları bir de sadece göz önünde bulundurulsa, Sayın Öcalan’ın şu an serbestçe yaşayabiliyor olması, serbestçe çalışabiliyor olması, özgür bir yaşam içerisinde oluyor olması lazım. Fakat bu süreç açısından da hukuki ve siyasi zemin olması gerektiği ifade edilmişti. Bunun da hukuki güvencesinin, biz Sayın Öcalan’ın özgürlüğü olarak gördüğümüzü ifade etmek istiyoruz.
- Meclis’te bir komisyon kuruldu. Komisyon “umut hakkı”na dair nasıl bir rol oynamalı?
Komisyonun yapacağı ilk ve en önemli çalışmalarından bir tanesi, bana göre, az önce ifade etmiş olduğum BM Ortak üçüncü maddesinin gereklerini yerine getirmesidir. Yani bu meselenin yol açtığı, bu meseleden kaynaklı ortaya çıkan bütün birikimlerin, sorunsal birikimlerin sonlandırılması lazım. Yani siyasi mahpusların başta Sayın Abdullah Öcalan’ın özgürlüğünü düzenlemeleri gerekiyor. Yapılacak ilk ve en önemli çalışmanın komisyonca bu olduğunu düşünüyorum. Yani çözüm paketinin özgürlük temelinde yapılması gerekiyor.
- Yasal olarak ilk atılması gereken adım ne olmalı?
İlk adım, Sayın Öcalan’ın fiziki özgürlüğünü ve siyasi mahpusların özgürlüğünü düzenleyecek bir yasal çalışma olmalı. Başat adım Sayın Öcalan’ın özgür çalışabilir, özgür bir zemine kavuşmasıdır. Bu da umut hakkının anayasa ve yasalarda yer almasıdır.
- Siyasetin dilinde bu aşamada bir değişim veya dönüşüm görüyor musunuz? Örneğin; Komisyonda Barış Anneleri’nin Kürtçe konuşması dahi kabul edilmedi.
Kürtlerin diğer farklılıklar gibi, diğer inanç, kimlikler, diller gibi reddedilmesi, inkar edilmesinde ortaya çıkıyor. Bu 100 yıldır var olan bir sorun. Bugün de artık sürdürülemez bir aşamaya gelmiş durumda. Bu sürecin de yarattığı fırsatla, bunun sadece fesihle sınırlı kalmaması gerektiğini, Meclis’in fesihle sınırlı bir yaklaşım içerisinde olmaması gerektiğini söylüyoruz biz. Çünkü bütün yaşananların nedeni Kürt meselesi, Kürt meselesinin de çözülmemesi halinde tarihi bir fırsatın ıskalanacağını düşünüyorum. Tekçi bir anlayışın, bir zihniyetin ürünü olan anayasa ve bunun yansıması yasaların demokratik bir forma kavuşması lazım. Ama gerek kamuoyunun bir kısmında, gerekse basının önemli bir kısmında siyasette ve hükümette henüz tam olarak bu anlayışa vardığını söylemek mümkün değil. Olabildiğince sınırlı bir şekilde ele almaya çalıştıklarını görüyoruz. Ancak bu sorunların devam edeceğini gösterir bize. Dolayısıyla, sadece hükümete kalan bir mesele değil. Evet, sorumlu hükümet, bunun gereklerinin yerine getirilmesi lazım. Ama AHİM kararlarının gereklerinin yerine getirilmesi için Meclis’te yer alan CHP ve diğer partilerin de yasa yapmaktan kaynaklı sorumlulukları var. Ancak ben bugüne kadar bu AHİM kararlarla, umut hakkına dair AHİM kararlarının sağlanması yönünde, böyle kapsamlı bir açıklamaya denk gelmedim. Yani bu konudaki mücadelesini, söylemini, politikasını geliştiren sadece DEM partidir.
- ”Umut hakkı”nın sağlanması, hem hukuksal hem de politik olarak Türkiye açısından nasıl etkiler yaratır?
Sayın Öcalan’ın özgürlüğü, Kürtlerin hukuk kapısından gireceğinin de en önemli işareti olacaktır. Kürtlerin hukuken varlığı bu topraklarda çok önemli tarihi gelişmelere yol açacağını peşinen görmek çok mümkün. Sayın Öcalan’ın mevcut hapishane koşullarında dahi neler başardığını gördüğümüz vakit, özgür koşullarda bunun çok daha fazlasını başarabileceğini, bu potansiyeli, bu güce sahip olduğunu görmemiz açısından önemli. Yani, bu meseleden kaynaklı Türkiye’nin ekonomisi, yaşadığı krizler, siyasi krizler ortada. Yaşanan hükümet, iktidar ve muhalefet krizleri, Türkiye’deki yaşanan siyasi çalkantılar, Türkiye’nin ekonomik sorunsal derinliği ve bunun topluma yansıması, toplumdaki kutuplaşma, o zihniyet ayrışması o ret anlayışlarının, zihniyetlerinin hakim hale gelmesi tamamen bu sorundan kaynaklıdır. Hakikati düz bir şekilde ifade etmek, ortaya koymak lazım. Dolayısıyla, bu sorunun çözülmesi ihtimalinde Türkiye’nin de bu prangalarından kurtulması anlamına gelecek, hem bölgede hem de küresel düzeyde söz sahibi olacağı güçlü bir ülke olacağının gerçek anlamda olduğunu görebiliriz. Çünkü bu 10 yıl içerisinde dahi biz şunu gördük: Türkiye nasıl tecrit ile ülkeyi yönettiyse, dünyada da tecrit edilir bir pozisyona geldi. Türkiye’yi tecritten kurtaracak yol, Sayın Öcalan’ın özgürlüğü ve Kürtlerin hukukunun tanınmasından geçiyor.
Haber: Diren Yurtsever / MA