Devrimci umuttan yoksun bir dünyada, Rojava devrimci umut sunuyor. Gelecekte, şayet bir gelecek varsa, hepimiz ona destek verip vermediğimizle yargılanacağız. Şüphesiz, Amerika’nın liberal/sol medyasının Suriye’de farklı bir şeylerin yaşandığından haberi dahi yok. Buralarda bilincin mutlaka yükseltilmesi gerekiyor
Geçenlerde eşine az rastlanır ve esrarengiz bir şekilde, şahsen tanımadığım ama yazarının belirli bir konuda benimle tamamen aynı görüşte olduğunu gördüğüm bir kitap geçti elime. Konu Sümer mitolojisiydi. Bugüne kadar Sümer mitolojisi üzerine kafa yoran pek kimse olmadığı için şimdiye kadar bu konudaki fikirlerimin benzersiz olduğunu düşünürdüm. Kitabın yazarına gelince, onunla tanışmamış olmam sürpriz olmadı çünkü kendisi Türkiye’nin Marmara Denizi’nde yer alan bir ada hapishanesinde 1999’dan beritecrit altında tutuluyor. Adı Abdullah Öcalan olan yazar 1970’lerde, benim hiç paylaşmadığım, üçüncü dünyanın devrimci Marksist, milliyetçi politik felsefeye inandığı bir dönemde Kürt PKK’yi kuranlar arasında yer alıyor (Ben 1984 yılından beri anarşist aktivist, çocukluğumdan beri ise felsefik anarşistim).
1970’lerde İran Kürdistanı’na bir ziyarette bulunmuştum ama bu ziyaretim sadece Sufilerle tanışmak amaçlıydı. (Yanaklarına bıçak sokuyor, elle akrep tutuyor, ampül yiyorlardı-ve harika müzisyenlerdi). Dünyada kendi devleti olmayan en büyük “ulus” olan Kürtlere karşı hep bir sempati beslemişimdir -ancak Stalinist olmasından şüphelendiğim PKK’ye hiçbir zaman ilgi duymamıştım. Ne var ki yakın geçmişte, tanıdığım ve kendisine güvendiğim anarşist yoldaşların yazdığı bazı makalelerden etkileyici hakikatler öğrendim. Bu kaynaklardan öğrendiğim hikâye beni hayrete düşürdü. Öcalan’ın hapishanedeyken okumak için bolca vakti olmuş ve zaman içerisinde Marksizm’den vazgeçmiş.
Devletsiz demokrasi: Rojava
Merhum Murray Bookchin’in eserlerinden ve Zapatistalar deneyiminden etkilenerek yeni bir düşünce tarzı benimsemiş. Kendisi, “anarşist” sözcüğünü kullanmasa da, sonuç olarak radikal doğrudan demokrasinin veya kendi deyimiyle “demokratik konfederalizmin” anti-otoriter bir savunucusu haline gelmiş. Üç ciltten oluşan Hapishane Yazıları, bir şekilde tecritten “kurtulmayı” başarmış ve yayınlanabilmiş (İngilizce çevirileri dahil). Bu eserler -Suriye hükümetine karşı genel isyanın başlamasının hemen ardından- PKK’nin Rojava’da (Batı Kurdistan veya Suriye Kürdistanı), “Devletsiz Demokrasi” ilkelerine dayanan bir devrim başlatmasında ilham kaynağı olmuşlar. Sonuçları itibariyle ve özetle bu da Zapatistalarınki gibi anarşist bir devrim olup şimdiye kadar başarılı oldu. Böyle olunca da İspanya İç Savaşı sürecindeki anarşist devrimle benzerlikler sergilemekte ve aynı şekilde dünyadaki her otorite karşıtının dayanışmasını hak etmektedir.
Rojava’ya destek verip vermediğimizle yargılanacağız
Devrimci umuttan yoksun bir dünyada, Rojava devrimci umut sunuyor. Gelecekte, şayet bir gelecek varsa, hepimiz ona destek verip vermediğimizle yargılanacağız. Anarko-federalizm fikri, (bir başka deyişle konfederalizm) bildiğim kadarıyla ilk kez Pierre-Joseph Proudhon tarafından ortaya atıldı (İngilizce çevirisi de olan Federalizm adlı şaheserinde); sonrasında bu sistem, Murray Bookchin’den tutun da Subcomandante Marcos’a kadar “toplumsal” anarşistler tarafından da savunulageldi. Buna göre, özetle: Toplum ortak amaçlarla, üretimle ve “öz savunmayla” ilgili kararların alınıp uygulanabileceği bölgesel konferanslara, geri çağrılabilir delegeler (“temsilci” değil) gönderecek olan otonom gruplar halinde aşağıdan yukarıya örgütlenecektir.
Kadın özgürlüğü çözümü
Özgürlük önce bireyin içinde, daha sonra “demokratik” kolektiflerde yerleşik hale gelecek; bu konferanslar halkın iradesine bağlı kalacaklar. Bir devrimin başarısı veya başarısızlığının kadınların özgürlüğü temeline dayanması gerektiği fikri ilk olarak (kanaatime göre) “ütopik sosyalist” Charles Fourier tarafından ortaya atıldı. Bu ilke bütün tarihsel devrimler tarafından gözardı edilmiştir -ta ki Rojava’ya kadar. Onların “toplumsal sözleşmesinin” şartlarına göre, her bir örgütlü topluluk en az yüzde 40 kadınlardan oluşmalıdır- ki Rojava tamamı kadınlardan oluşan milis güçleriyle bilinir. Öcalan’a göre, kadının ataerki tarafından köleleştirilmesi “uygarlığın” temel dayanağını oluşturmaktadır ve bu nedenle diğer bütün adaletsizliklerden önce, çözüme kavuşturulması gerekir.
IŞİD ‘ölüm’ Rojava ‘yaşam’
Ancak, Öcalan’ın uygarlığın kökeni ve Sümer mitolojisinde yabancılaşma konularındaki görüşleri üzerinde derinleşmeden önce, Rojava Devrimi’nin mevcut durumuna dair (Ocak 2016) hayati bir noktanın daha vurgulanması gerekir. Rojava Devrimi potansiyel ve fiili düşmanlarla kuşatılmış durumda. Suriye hükümeti, “Özgür Suriye” güçleri (çoğunlukla Sünni İslamcılar), Türkler, İran, Araplar ve Amerikalılar (PKK’yi “terörist” olarak sınıflandırmaktadır) Rojava’nın karşısında sıraya dizilmiş durumdalar- ancak en kötü ve en aktif düşmanı, tam olarak İspanyol faşizmine benzetilebilecek olan, belki ondan da kötü olan, IŞİD yani İslam Halifeliği’dir.
Eğer Rojava YAŞAM ilkelerini temsil ediyorsa, Halifelik ÖLÜM’ü temsil etmektedir. Bu kadar basittir. Bu, “karmaşık”, “modern” dünyada herhangi bir olgunun bu kadar açık ve net olması şaşırtıcıdır. IŞİD kötüdür. Rojava iyidir. IŞİD’in yok edilmesi gerekiyor. Rojava’nın ise kurtarılması.
***
‘Devletin özü köleliktir’
Abdullah Öcalan’ın Cezaevi Yazıları: Uygarlığın Kökleri başlıklı I. Cildinde, bir anda, Graeber’in aksine, Öcalan’ın da Sümer mitini benim denediğime benzer keşifsel bir tarzda okuduğunu gördüm. O da Mezopotamya’nın Neolitik Çağı’nı benim gördüğüm gibi, kadınca yaşam ilkeleriyle şekillenmiş bir kültür olarak görmüş. Bir nevi kendi başarısı tarafından ihanete uğramıştı. Sulamaya dayalı tarımın gelişmesi ve bronza dayalı madencilik büyük bir servet birikimine yol açmış. Öyle bir bolluk ki, onu yönetici elitin zimmetine geçirme isteği karşı konulamaz bir hal almış. Tanrıça’nın tahttan indirilmesi Devlet’in felaketini sembolize etmekle kalmamış aynı zamanda bugün bildiğimiz anlamdaki “Tarih”in başlangıcı olarak gerçekleşmesi gibi bir tarihsellik sergilemiştir. Öcalan’ın çözümlemesinde devletin özü, “kölelik”ti: rahipkrallar tarafından savaş tamtamcısı erkek tanrıların panteonu adına işletilen bir sistem de borca ve mala kölelik.
Neolitik paganizmin temel tinselliği bir toplumsal denetim ideolojisi olarak yeni egemenler tarafından tekelleştirildi, ihanete uğradı ve dönüştürüldü. O günden sonra din, zulmün iktidarına hizmet edecekti. Kendi tarihçileri tarafından yüksek kültürüne çokça değer verilen “Uygarlık”, 6000 yıldır birçok insan açısından sefaletten ibaret oldu, Kapitalizm ve ilahlaştırılan Yüzde Bir ile doruğa ulaştı. Hepimiz Sümerliyiz.
Kapitalizmin teknolojisi
Bazı noktalarda, (tereddütle ve saygıyla), Öcalan’ın bakış açısından farklı düşünüyorum. O, Neolitik’e çok değer atfediyor ve Paleolitik’le yeterince ilgi göstermiyor; bunun sonucu olarak, avcı-toplayıcı bir ekonominin parçası olan otoriter olmayan kabileci toplumun “eski geleneklerinin” dengesini bozmaya yönelik sorunlu teknolojiler olarak tarımın geliştirilmesinin ve evcilleştirmenin önemini teslim etme konusunda yetersiz kalıyor. Doğrudur, Devlet Neolitik Çağ’da “ortaya çıkmadı”. Biz çağdaş insanların gerçekçi olarak Paleolitik ekonomiye, “geri dönmeyi” bekleyemeyeceğimiz de doğru -her ne kadar geç Neolitik bir senaryo olarak bir şekilde neo-otomasyon karşıtı çıkabilsek de!- dolayısıyla, anarşistler açısından (Paul Goodman’in deyimiyle) “Neolitik muhafazakârlar” gibi düşünmek anlamlı gelebilir. Öcalan, Kapitalizm’in kontrolündeki teknolojiyi şiddetle eleştiriyor-ancak birçok “ilerici” gibi (anarşistler ve Marksistler dahil) o hala bilimi ve teknolojiyi potansiyel olumlu güçler olarak görüp onlara değer atfediyor. Solcu bakış açısından, teknoloji, “nötr”dür -diyalektik olarak, ekonomik tabanına bağlı olarak iyi de olabilir kötü de.
Öcalan’ın Rönesans hayali
Öcalan’ın on altı yıldır Türkiye’deki bir cezaevinde hapis tutuluyor olması bir şekilde bana yerinde gibi geliyor. Elbette onun özgür olmasını isterim ama nasıl söyleyeyim, İsa ya da anarşizmin şehitleri veya herhangi bir yoksulların savunucusu gibi, çıldırmış ve şeytani bir dünya tarafından zulme uğramasının mantıklı olduğunu düşünüyorum. Dünya çapında bir siyasi dehanın –cezaevinde değil de- başka nerede olmasını bekleyebilirsiniz ki…? Burada, “deha” kelimesini öyle hafife alarak kullanmıyorum. Günümüzün aktüel devrimlerinin aktüel liderleri arasında neredeyse yapayalnız kalan Öcalan, hem Solun hem de Sağın ideolojik tuzaklarından çıkmanın bir yolunu -sadece entelektüel ve kuramsal (her ne kadar kesinlikle öyle olsa da) değil, aynı zamanda pratik bir çıkış yolunu öneriyor. O, yalnız kayasından, zulme karşı gerçekten otoriter olmayan bir politik strateji benimseyerek mücadele eden ve insan toplumunun özgürleştirilmesine dönük olumlu işler başaran büyük, silahlı ve öz-örgütlü bir nüfusa ilham kaynağı oluyor.
Bu makalede, onun derin ve etkileyici tarih, ekonomi, Ortadoğu ilişkileri çözümlemelerine, pratik ütopyacılık önerilerine ve özellikle de Kürt kültür ve siyaset tartışmalarına değinmedim bile. Ben anarşist olduğum kadar bir din ve “karşılaştırmalı mistisizm” tarihçisi de olduğum için, bilhassa Öcalan’ın bu alanlardaki eşsiz katkılarına daha çok vurgu yapmak istedim. Öcalan, Ortadoğu için Neolitik ve hatta Sümer uygarlığının olumlu yanları kadar hegemonik zulmün ve Kapitalist felaketin köleliğinden kurtarılıp özgürleştirilmiş scientia’yı (sistemli bilginin) da temel alan bir “rönesansın” hayalini kuruyor. Hep kendime sorarım: eğer Devlet hiç ortaya çıkmasaydı bilim bugün nasıl olurdu? Öcalan buna da bir cevap vermeye çalışmış-sadece bilimin değil, insan toplumunun bir bütün olarak nasıl olabileceğine dair bir cevap.
Rojava umutlarımı yeşertti
İyimser olmanın mümkün olmadığını itiraf edeli yıllar oldu. “Dünyanın sonunu getirmek” için işbaşında olan güçler -aşırı nüfus, teknopatokrasi, Elementlerin zehirlenmesi, Açgözlülüğün ve “Çirkin Ruh”un zaferi ve benzerleri- iyimser bir tepkinin uyanmasına izin vermeyecek kadar kuvvetli görünüyorlar. Elimde kalan tek şey, adına anti-karamsarlık dediğim, bir başkaldırı mümkünmüş gibi davranmayı terk etmemektir. Eğer sadece “varoluşçu” sebeplerden ötürü bile olsa, kişi karşılıksız direniş eylemleri kavramına tutunur. Zapatistaların umudu yeşerttiği bir an olmuştu ama onların dünya çapında kendilerine benzer hareketler için yaptıkları çağrılar kulak ardı edildi. Occupy Wall Street (Wall Street’i İşgal Et), beni bir ay kadar keyiflendirdi. Onun dışında… pek bir şey yok. Ancak, itiraf etmeliyim ki Rojava umutlarımı yeniden yeşertti ve Öcalan’ı okumak anarşist davaya olan inancımın tazelenmesine vesile oldu. Şüphesiz, Amerika’nın liberal/sol medyasının Suriye’de farklı bir şeylerin yaşandığından haberi dahi yok. Buralarda bilincin yükseltilmesi gerekiyor. Bir başlangıç olarak aşağıdaki okuma listesini önerebilirim. Ne Yapmak Gerekiyor? Bilmiyorum-ama en azından birkaç kitap okuyabiliriz!
* ‘Hakim Bey’ takma adıyla tanınan Amerikalı anarşist yazar. Aslından derlenen bu metin To Dare Imagining: Rojava Revolution (düzenleyenler Dilar Dirik, David Levi Strauss, Michael Taussig ve Peter Lamborn Wilson; New York: Autonomedia, 2016) adlı kitapta yayımlandı.