Özellikle son üç yıldır bazen bir etkinlik, toplantı, panel, konferans, zaman zaman da bireysel/kolektif geziler ile Avrupa’da çeşitli şehirlerinin sokaklarında dolaşıyorum. Bir şehrinin ruhuna birazcık dokunmak, bir şeyler öğrenmek o şehirde yürümekle olur benim için. Onun için çoğu zaman saatlerce süren bu bu şehir içi gezilerimde kaybolurum. Her adımında adeta yeni bir dünyaya yolculuk gibi olan bu yürümelerimde kaybolmayı dert etmem. Çünkü her kaybolmamda aslında başka başka sokaklardan çok yeni hayatlara da bir yolculuk hikayem başlıyor. Zaman zaman inat ile yolumu bulmaya çalışırken bazen de birilerine bir şeyler sormaya kalkıyorum. İşte o zaman kendi sessizliğimde yaptığım yolculuğa bir anda dünyanın başka başka dilleri karışmaya başlıyor.
EBCO (Avrupa Vicdani Ret Ofisi) yıllık toplantısı için Brüksel’de bir araya geliyoruz, ben gene bir yolunu bulup şehrin sokaklarında kayboluyorum, soğuk bir gün, sokaklar ilk defa yürüdüğüm yerler, bir ara altgeçit gibi bir köprünün altında geçiyorum, işte o zaman içime bir sıcaklık akıyor, altgeçidin duvarlarında “Resistence Efrin!” yazısını görüyorum, keyifle yoluma devam ediyorum. Tabi düşünmeden edemiyorum, kimler yazdı bu yazıyı, bir inisiyatif olmalı, sevdiğim örgütlenme tarzlarından birisi de sana kimse ne yapman gerektiğini söylemeden, gördüklerin ve yaşadıkların, tanıklık ettiklerin karşısında sözünü ve eylemini söyleme kararlılığında olman ve bunun için mutlaka bir şeyler yapmandır.
Bir dizi toplantı ve etkinlik için İtalya’nın Torino şehrindeyim, gene öyle gezmelerdeyim, güzel bir şehir diyorum, hava da kötü değil, nehir boyunda devam ediyorum yürümelerime. Bu kez kaybolma derdim de yok, şehrin dört bir tarafını az biraz yüksekçe bir tepeye çıktığımda görebiliyorum, hem şehir dediğin daha büyük olmamalı diyorum kendime. Nehir boyu koşu alanlarında koşan insanlar, kedi ve köpekler ile adeta sohbet ede ede devam ediyorum, bir ara yorulduğumu fark ediyorum, ama bir yere oturma, nefeslenme için bir bahanem olsun istiyorum. Nehir boyunda devam ediyorum. Nehrin kıyısında bir banka çantamı bırakıp içinde su mataramı çıkarmak için soluklanıyorum, o an karşıda bir duvar gözlerime ilişiyor: “Resistere a Kobane!” İşte bahanem diyorum ve çantamdan sigaramı çıkarıp nehrin karşısındaki bu duvara karşı hayallere dalarak sigaramı içiyorum.
Bu sene kapitalizm karşıtlarının bir buluşma adresi de Ağustos’un son haftasında Bask Ülkesi’ndeki G7 toplantısından hareketle Handey ve Irun şehirlerinde gerçekleşti. Ben iki şehir iki ülke yazıyorsam da aslında burada tarihin başka bir ironisi var. Aslında burası ‘bir şehir iki ülke’ trajedilerinden birisini gösteriyor. Bir taş köprü üzerinde kayanın bir tarafında bakınca İspanya, diğer tarafında bakınca Fransa yazısını okuyorsun. Ama burası aslında ne Fransa, ne de İspanya, burası Bask halkının bir şehridir. Dört günlük atölye, konferans, konserler, toplantılar, eylemler ile yoğun bir program. Program karmaşasında kendimi bir atölyede buluyorum; Basklı iki feminist kadın Rojava Devrimi’ni anlatıyor. Orada gerçekleştirilen/gerçekleştirilmek istenenin kadın dilinden/emeğinden bir aktarımını yapıyorlar. Ve dikkatimi ilk çeken şey, öylesine içeriden bir aktarım/sunumki, sanırsın ‘parti okulu’ndan geçmiş. Büyük bir keyif ve heyecanla, erkek egemen, militer bir coğrafya/dünyada kadınların öncülük ettiği yeni hayat/yeni dünyayı kadın eksenli özgürlük perspektifinden aktarmaya devam ediyorlar.
İşte o zaman bir daha sesli düşünüyorum: ‘Rojava Devrimi’, evet Rojava’da gerçekleşen bir devrimdir. Dünyanın başka başka sokaklarında yürürken bunu duvar yazılarında, herhangi bir oturum/toplantıda başka başka dillerde tartışmalarda, eylemlerde taşınan dövizlerden, pankart ve bayraklardan çok rahatlıkla görüyorsun. Arkadaşlarım ile konuşuyoruz, bütün sokakların, şehirlerin, yaşamların başka başka insanlarına bir yerden, bir şekilde doğrudan bir şey aktarılmış değil, insanlar hayatlarından, yaşadıklarından, tanıklıklarından ayırdına varıyor: Şu kapitalist dünyada Rojava’dan başka bir şey konuşuluyor, tartışılıyor, hayata geçirilmeye çalışılıyor.
Türkiye Cumhuriyeti’nin 9 Ekim’de başlayan yeni işgal girişimi ile işte gördüğüm zaman zaman da tanıklık ettiğim Avrupa’nın şehirlerindeki Rojava ruhu da ayaklandı. Aslında sadece Avrupa sokaklarında değil, dünyanın her yerinde eline bir kova boya, bir pankart, afiş, pankart geçiren Rojava için bir şeyler yapmaya çalışıyor. Şimdi Rojava Devrimi’nin ruhu Avrupa/dünyanın şehirlerindeki “başka bir dünya mümkündür” diyenlerin ellerinde, yüreklerinde meydanlara akıyor. Güney Afrika’nın Johannesburg şehrinden, Atina’dan, Bask Ülkesi’nden arkadaşlarım ile bir şeyler konuşuyoruz, yaptıkları eylemlerin resimlerini atıyorlar, haberlerini yapmaya çalışıyorum.
Paris’teki heyecanlı buluşmalarda Fransız yoldaşlarımın yüzlerindeki heyecanlarını görüyorum; Rojava Devrimi’ni. Nerede ise günün her saati bir şeyler yapmak için kendi içlerinde kurdukları örgütlenmeler ile koşturan sosyalist, komünist, anarşist gençleri görüyorum. Paris sokakları ‘Urgence Solidarite ROJAVA’ afişleri ile donatılıyor, hızla organize edilen eylemler, büyük yürüyüşler… Dünkü yürüyüşte benim bir köylüm ile denk geldim – Kuzey Bask Ülkesi/Güney Batı Fransa’da Basklı ailem ile yaşadığım köyden bir kadın – çok heyecanlandım elbette. Dünya bu kadar büyük, ama Rojava Devrim ruhu ile de bir köy kadar küçük.
Evet bugün Kürdistan’ın dört parçasında ateş altında hayatlarına devam eden, bütün baskı ve şiddete rağmen direnen, özgürlük kavgalarından bir adım geri atmayan milyonlar büyük bedeller ödüyor. Savaş ortamında gelen resim ve videolara bakamıyorum. Büyük acılar içinde direnen milyonların yaşadıkları dünyanın her yerinde, dünyanın başka başka şehirlerinin duvarlarında, insanların yüreklerinde bir karşılık buluyor. İnsanlar heyecanla bu sürecin bir parçası olmaya çalışıyor. Bu buluşmaların bize söylediklerini, kattıklarını anlamak, cevap olmak hepimizin görevi. Kürdistanlılar dünyanın dört bir tarafında dostları ve yoldaşları ile sokakları terk etmiyorlar.
Bu kavgada kaybeden bir kez daha Kürt halkı ve Kürdistanlılar olmayacak.
*Bu yazıyı hem içeriden, hem de bir adım dışardan biri olarak gözlem, tanıklık ve de yaşadıklarımdan hareketle yazacağım, söyleyeceğim her şeye bu perspektifte baktım.