Emperyalist kampın kendisine verdiği bölgesel güç rolünü oynayarak Suriye müdahalesine devam eden Türkiye, Ceraplus, El Bab’da, Afrin’de ve İdlip’den sonra 3.Suriye Harekatı’nı Tel AbyadRasulayn bölgesine yaptı. Harekatın ardından ABD ile 13 maddelik ve 120 saatlik ateşkes anlaşmasının süresi dolmadan, Rusya ile 10 maddelik ve 150 saatlik ikinci bir anlaşma yaptı. Suriye ve bölge üzerinde söz sahibi olan ABD ve Rusya ile yapılan bu çift dikişli anlaşmalar, Türkiye, Rusya, ABD, Suriye ve İran arasında oluşan emperyal ittifakı oluşturmaktadır.
Rojava devrimini hedef alan bu emperyal ittifak, IŞİD’e karşı 11 bin kayıp vererek Rojava halklarının (Kürt, Arap, Çerkes, Süryani, Türkmen) oluşturduğu ve 2013’den beri varlığını sürdüren 50.000 km² alanı kapsayan Kuzey ve Doğu Suriye Özerk Yönetimi yok etmeyi planlıyor. Rojava’daki devrimci ve demokratik güçleri Türkiye, Rusya, Suriye ve İran’la karşı karşıya getirecek olan bu durum, yeni bir dönemi işaret etmesi bakımından önem kazanıyor. Anlaşmaların satır aralarında ve açıklanmayan detaylarından anlaşılacağı gibi SDG, hareket alanı iyice kısıtlanarak demokratik kazanımları yok edilmeye ve uzlaşmaya zorlanıyor. Önümüzdeki dönem Rojava haklarının son derece çetin koşullarla ve zorluklarla yüz yüze geleceğini gösteriyor.
ABD başkanı Trump, Türkiye yaptırımlarını durdurarak Türkiye’ye desteğini ve yenilgiyi kabul ederek Suriye’den çekileceğini açıkladı. Trump, bundan sonraki Suriye işlerini Türkiye’ye havale edecek. Şam’ın talepleri doğrultusunda Kürtlere baskıyı artıracak olan Rusya, “Kürtler çekilmezlerse Türk ordusunun hedefi olacaklar” diyerek, Kürtlerin olası bir direnişi karşısında kararlığını açıkladı. İran Dışişleri Sözcüsü Abbas Musavi, “Suriye’ye güvenlik ve istikrar getiren, ülkenin bütünlüğünü güvence altına alan her adımı memnuniyetle karşılıyoruz” dedi. Kürtlere özerklik verilmeyeceğini açıklayan Şam, SDG’yi orduya bağlayarak direniş güçlerini etkisiz hale getirmeyi planlıyor. Şam’ın, Türkiye’nin sınırları boyunca 15 yerde gözlem noktaları kurması, sınırlarını Türkiye’ye karşı korumayı değil, Rojava’yı kuzeyden izole etme amacını taşıyor.
Rojava’da demografik yapıyı değiştirmeyi amaçlayan Türkiye, yıllardan beri açıktan desteklediği İhvan’ı (Müslüman Kardeşler) mültecilerin geri dönüşü propagandasıyla o bölgeye yerleştirerek Ceraplus ve Afrin’dekine benzer yeni idari ve siyasi yapılanma ile Türkiye’nin koruyuculuğunda bir Sünni İslam bölgesi oluşturmayı planlıyor. Mevlüt Çavuşoğlu’nun “Güvenli bölgede yerel yönetimlerin oluşturulacağını ve yönetimde Arapların olacağını belirtmesi”, Türkiye’nin bu niyetini açıkça belli ediyor. AKP-MHP iktidarının bu konudaki kararlılığı için, Cumhuriyet dönemi boyunca devlet ve hükümetlerin temel siyasal yönelimi olan İrredentalist (bir devletin kendisinin saydığı toprakları ulusal sınırları içine almak istemesi) ve Fundementalist (dinin kutsal kitabını kendilerine temel sayanlar) politikaları hatırlamak yeterlidir.
Yüz binlerce insanın ölümüne, zorunlu göçüne, açlık ve sefaletine yol açan iç savaşın tüm yükünü çeken Suriye halklarının çıkarları ve devletin egemenlik hakları dikkate alınmadan bu savaş durdurulamaz. Asıl muhatapları olmadan emperyalistler ile bölgenin egemen devletleri arasında yapılan geçici ateşkesler ve emperyal anlaşmalar, Suriye’nin özgür ve demokratik geleceği için bir çözüm olamaz. Emperyal çıkarlara dayalı bu tür anlaşma/uzlaşma konseptleri ile Suriye’nin demokratik geleceği belirlenemez. Bazı sol ve sosyalist kesimlerin iddia ettiği gibi bu süreçte Türkiye’nin iç ve dış politikalarının değişmesi mümkün değil. İç ve dış politikada oluşturduğu milli mutabakatlara dayanarak askeri ve siyasi hamleler yapan AKP-MHP iktidarı, kendi beka sorununu öne çıkararak tahkimat amaçlı bir erken seçime kapı aralamayı planlamaktadır.
AKP-MHP iktidarının iç ve dış politikalarını tek başına deşifre eden HDP’ye karşı top yekun bir saldırı başlatılması, partinin basın açıklamalarının, miting ve gösterilerinin yasaklanması, belediyelere yeni kayyumlar atanması, seçilmiş belediye başkanlarının ve meclis üyelerinin tutuklaması vb. baskılar bu plana yönelik adımları gösteriyor. HDP’ye karşı CHP ve diğer muhalif güçlerin, bir gün sıranın kendilerine geleceğini unutarak susması ise AKP-MHP iktidarının elini güçlendiriyor.