Türkiye, 27 Kasım sonrası Suriye’de ortaya çıkan yeni ortamı da fırsat bilerek SMO çeteleriyle Rojava’ya yönelik yeni bir saldırı başlattı ve saldırılar peşi sıra sürüyor. Sivillere, sivil yerleşim alanlarına ve halkın yaşam damarları olan; su merkezlerine, elektrik santrallerine, buğday ambarlarına, hastanelere yönelik en ağır ve en yıkıcı şekilde saldırılarda bulunuluyor.
Saldırılar savaş suçu niteliğinde. Suç pratiğinin son örneği 19 Aralık’ta Kürt gazeteciler Cihan Bilgin ve Nazım Daştan, Kuzey ve Doğu Suriye’nin Tişrin barajı bölgesinde Türkiye’ye ait bir SİHA tarafından katledildiler.
Türk ordusunun ve AKP iktidarının cihatçı çetelerle Kürtlere karşı duygu ortaklığı ve düşmanlık refleksleri tam bir ahenk içinde işliyor. Türk basın yayın organları, siyaseti ve siyasetçileri cihatçı çetelere, DAİŞ artıklarına yönelik övgüden kendinden geçiyorlar.
Türk egemenlerinin, AKP iktidarının ‘Türkler, Kürtler kardeştir’ söylemi bir demagojiden ibaret. Kirli, yıkıcı ve işgalci ajandalarının bir örtüsü olarak kullanıyorlar.
‘Türk, Kürt kardeşliğinin’ Rojava’da dünyanın dört bir tarafından AKP iktidarı tarafından devşirilip getirilen cihatçı katillere nasıl peşkeş çekildiği, nasıl ayaklarının altına serildiği ortada. Kürtleri katletmelerinin kendilerine nasıl farz edildiği ortada; Kürtlerin evleri, arazileri, malları cihatçı çetelere nasıl peşkeş çekildiği de ortada. Türkiye’nin Kürt halkına karşı, Rojava’ya karşı saldırıya sürdüğü bu barbarlık güruhu Kürt-Türk tarihine ve tarihsel ortak bağa en büyük saldırı, en büyük hakaret değil mi!
Kürtlere düşmanlık ve Kürt sorununda çözümsüzlüğü kendine kıble edinen bir Türkiye’nin geleceği huzur, güven ve barış içinde olabilir mi? Olamayacağını kendisi de biliyor aslında. Ama buna rağmen vazgeçmiyor. Tekçi, ırkçı, anti demokratik zihniyet vazgeçmekten kendisini alıkoyuyor. Kürtlere düşmanlık ırkçı ve tekçi zihniyetin kimyası olmuş.
Kürtlerin, Kürt siyasetinin, Kürt özgürlük hareketinin, Sayın Abdullah Öcalan’ın iki halkın özgür, eşit temelde bir arada yaşama fikriyatı ve tutumu ırkçı, tekçi faşist zihniyeti kesmiyor.
Türkiye’nin Kürtlere yönelik tarihsel ve güncel tutumu açık biçimde ortadayken bölgesel ve küresel alanda bazı güç odakları ‘Türkiye’nin endişelerini anlayışla karşılıyoruz’ nakaratını tekrarlayıp duruyorlar.
Nedir Türkiye’nin endişesi? Türkiye’nin endişesi; Kürt halkının kendi kimliğine sahip çıkması ve üzerindeki soykırım çemberini kırmak için ortaya koyduğu özgürlükçü demokratik mücadeledir.
Rojava o konsepti aşmakta biraz mesafe kat edince Türkiye’nin Rojava’ya karşı sergilediği düşmanlık, yaptığı saldırılar, tehditler tüm dünyanın gözleri önünde.
Türkiye’nin endişesi Kürt sorununda sürdürdüğü çözümsüzlük politikasının iflas etmiş olmasıdır. Ve çözümsüzlüğe dayalı zeminin çökmüş olmasıdır. Buna rağmen çözümsüzlükte ısrarının hem bölgesel hem de küresel alanı alabildiğine olumsuz etkilediği ortada.
Türkiye fiziki kapasitesini, diplomasi alanındaki imkanlarını, NATO üyeliğini, küresel ve bölgesel dengelerdeki konumunu, Kürt sorununda hep çözümsüzlük eksenli kullandı. Hem kendi içinde hem de diğer parçalarda da çözümsüzlüğü derinleştirme yönünde kullandı.
Buna rağmen ‘Türkiye’nin endişelerini anlayışla karşılıyoruz’ söylemi Türkiye’nin Kürt halkına yönelik saldırgan tutumunun bir nevi ödüllendirilmesi oluyor. Bunun da Türkiye’yi Kürtlere karşı nasıl saldırgan bir pozisyona sevk ettiği ortada. Peki Kürt halkının da endişeleri yok mu? Kürt halkının da endişelerine açık olma ve bir parça da olsa cevap olmak gerekmiyor mu? Olunduğu halde insanlığa, insanlık değerlerine, bölge barışına çok önemli katkısı olacağı kuşkusuz.
Çözümsüzlük üzerinde kanlı ve kirli çıkarlar devşirilebilindiği kadar devşirildi, Lozan’dan bu yana yapılan hep bu oldu. Çeşitli çevrelerin son dönemde bir nebze de olsa durumu fark edip alt düzeyde de olsa tepkilerini ortaya koymaları olumlu bir yaklaşım.
Dikkatler Rojava’nın maruz kaldığı işgal saldırıları, katliamlar, komplolar üzerinde olmalı ve aynı zamanda Rojava’yla dayanışma mücadelesi hep devrede olmalı ki Rojava saldırıları boşa çıkılabilsin. Rojava’nın Özerk Demokratik Yönetiminin seferberlik çağrısına güçlü bir dayanışmada bulunmak temel bir sorumluluk olarak ele alınmalı.
Neo Osmanlıcı AKP iktidarının yayılmacı, işgalci yönelim ve saldırılarına yönelik her tepki ve tutum başta bölgeye, bölge halklarına ve bölge barışına, yine Suriye’nin demokratik, barışçı geleceğine kıymetli bir katkı sunacaktır.