Abdullah Öcalan’ın fiziki özgürlüğünün sağlanması, kadın hareketinin mücadelesi ve 8 Mart’ın tarihsel anlamına ilişkin değerlendirmelerde bulunan PAJK Meclis üyesi Ronahî Serhed, ‘Önder Apo’nun çağrısı ezberleri bozan bir umut ışığıdır’ dedi
PAJK, Meclis üyesi Ronahi Serhed, Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan’ın “Barış ve Demokratik Toplum” çağrısı ve 8 Mart Dünya Kadınlar Günü’ne ilişkin JIN TV’ye konuştu.
Ronahî Serhed, konuşmasına 8 Mart’ları yaratan Rosa Luxemburg, Clara Zetkin, Kürdistan’da kadın özgürlük mücadelesini kimlikleştiren Sakine Cansız ve tüm devrimci kadınları anarak başladı. Ronahi Serhed, öncülerin aynı zamanda evrensel değerler hâline gelerek tüm kadınlara mâl olduğunu vurguladı.
Ronahî Serhed, 2024 yılında yaşamını yitiren kadınları da anarken, veilen mücadelenin önemini vurguladı.
Ronahi Serhed’in değerlendirmeleri şu şekilde:
“8 Mart’a büyük bir heyecan ve coşkuyla giriyoruz. Bize bunu bir kez daha yaşatan kuşkusuz Reber Apo oldu. Reber Apo, tüm 8 Mart’lara özel bir anlam biçmiştir. Aynı zamanda kadın kurtuluş ideolojimiz, 8 Mart 1987’de Reber Apo tarafından ortaya konmuştur. Bütün kadınların özgürlük mücadelesini selamlıyorum. Direniş mevzilerinde direnen tüm yoldaşları selamlıyorum.
8 Mart’ın özel bir anlamı var. Reber Apo, PAJK’a hitaben tüm kadınlara bir mektup gönderdi. Uzun bir aradan sonra Reber Apo’nun düşünceleriyle yeniden buluşmak, onunla buluşmak demektir. Gerçekten, Reber Apo’nun sağlığı konusunda ciddi endişelerimiz vardı. Sadece bizim değil, halkımızın ve kadınların da böyle bir özlemi çok derinden yaşadığını biliyoruz. Mektupların devamı olarak 27 Şubat’ta önderimizin ‘Barış ve Demokratik Toplum’ çağrısı ilan edildi. Bunun yankıları hâlâ sürüyor. Bu, oldukça tarihî bir metin ve tarihî bir çıkış oldu. Herkes bunun etkilerini tartışıyor. Sorunun bağlamı itibarıyla böyle bir irade ortaya koymak, partimiz tarafından ‘demokratik toplum manifestosu’ olarak değerlendirildi. Bu noktada, metnin tarihselliği anlaşılır kılınmalıdır. Sadece güncel sorunlara çözüm bulmak değil, aynı zamanda tarihsel ve toplumsal sorunların birikimini analiz ederek çözüm üretmek adına hem bunun felsefesini ve zihniyetini hem de yol haritasını ortaya koymuştur. Böyle bir milat, elbette sadece Türk ve Kürt halklarının kardeşliğini yeniden tesis etmekle kalmayacaktır. Aynı zamanda tüm halkların, özellikle de kadınların özgürlük ve demokrasi arayışına nihai bir cevap oluşturacaktır.
Yeni bir mücadele dönemine girdik
Tam da böyle bir süreçte, bütün dünyayı savaşların kasıp kavurduğu, şiddetin alabildiğince uygulandığı, coğrafyaların değiştiği, sınırların altüst edildiği, kültürlerin soykırımdan geçirildiği bir dönemde, yalnızca Reber Apo’nun çözüm iradesini ortaya koyduğu, bu içerikte bir paradigmayı yeniden kadınlara ve halklara sunduğu gerçeği, gerçekten büyük bir milattır. Biz de 8 Mart’ı, daimî bir barışın ve demokratik, özgür bir toplumun inşası ve kuruluşu temelinde karşılamanın iddiası ve kararlılığı içerisindeyiz. Bu anlamda hem heyecanımız büyük hem de Önder Apo’nun fiziki özgürlüğü temelinde bir buluşma gerçekleşmektedir. Yeni bir mücadele dönemine girdik.
Tüm bunlar elbette nasıl gelişecek? Ne yönde ilerleyecek? Bu konularda belirsizlikler de var. Ancak önemli olan, doğru başlangıçlar yapmaktır. Reber Apo, böyle bir başlangıç yaptı ve böylesi bir kararlaşmayı ortaya koydu. Bizler de bu kararlaşmayı paylaştığımızı ve pratikte hayata geçireceğimizi ilan ettik. Kuşkusuz, böyle bir anlam derinliğiyle bakan ve çözüme odaklanan herkesin aynı değerde yaklaşacağını düşünüyoruz. Bu yönde ilk olumlu tepkiler ortaya çıktı. Bunlar önemli ve değerlidir. Kadın hareketi olarak bize de yeni görevler yüklüyor. Kuşkusuz, 2024 yılında önemli bir mücadele düzeyi açığa çıkardık. Ancak 2025 yılını, 2024’ün bir devamı olarak göremeyiz.
Önder Apo’yu özgürleştirmek yakından hissettiğimiz bir duygu
Bambaşka bir kararlaşmayla bunu karşılıyoruz ve ertelenemez bir görev olarak ele alıyoruz. Elbette kadın hareketi olarak mücadele amacımız, kadınların özgürleşmesiyle birlikte toplumu da özgürleştirmek ve bu sistemi inşa etmektir. Böyle bir noktada, tarihî çıkışın mücadele iradesini ortaya koyacak ve bunun öncülüğünü yapacak olan kadın hareketidir; yani bizleriz. Kadın mücadelesi ve böyle bir manifesto, tam da özgürlüğün gerçekleşmesi anlamında birbirini özel ve pratik olarak tamamlayan bir bütündür.
Bu konuda ciddi bir mücadele deneyimimiz ve yarattığımız değerler var. Kadın mücadelesi oldukça geniş bir alana yayılmış durumda. 8 Mart, tüm kadınların özgürlük hanesinde biriktirdikleri evrensel değerleri buluşturan, bütünleyen, yeni bir enerji açığa çıkaran bir birliktelik ve ortaklığı ifade ediyor. Biz, bu 8 Mart’ta hem Kürdistan’da hem Orta Doğu’da hem de dünyada, kadınların nefes aldığı ve mücadele sürdürdüğü her alanda böylesi bir gelişmeyi yaratacağımıza inanıyoruz.
Tüm kadınlar buna ihtiyaç duyuyor. İçinde bulunduğumuz süreç, yalnızca projelerimizi tartıştığımız rahat bir süreç değil. Kuşkusuz bu tartışmalar çok önemli; ancak aynı zamanda yıkıcı bir şekilde devam eden Üçüncü Dünya Savaşı gerçeğinin içindeyiz. Nasıl bir yaşam istediğimizi ortaya koymak ve bunu inşa etmek, doğrudan kadın mücadelesini ilgilendiriyor.
Önder Apo’yu özgürleştirmek, çok daha yakından hissettiğimiz bir duygu. Ancak bu yalnızca bir duygu değil, içinde bulunduğumuz sürecin bir gerekliliğidir. Önder Apo’nun fiziki özgürlüğü, halkların ve kadınların özgürlüğü olarak taçlandıracağımız bir 8 Mart’a dönüşecektir. Böyle bir döneme girdik ve böyle bir gelişmeyle bu süreci karşılıyoruz. Bunun coşkusunu ve heyecanını paylaşıyoruz. Kadınlar her alanda bunu sahipleniyor ve alanlarda da 8 Mart startı verilmiş durumda.
Kadın sorunu indirgemeci bir sorun olarak ele alınamaz
Ortada ciddi bir demokratikleşme sorunu var. Bunun temelinde de Kürt sorununun çözümsüzlüğü yatıyor. Öyle bir hâl aldı ki, bu kördüğüm toplumu esaret altına aldı. Nitekim, önderliğimize uygulanan İmralı esareti de bunu ifade ediyor. Elbette böyle bir hakikat var: Özgürlükler sağlanmazsa, birlikte ortak yaşayan halkların hiçbiri de özgür yaşayamaz. Özgürlük tekil bir şey değildir; yalnızca belirli bir kesimi önceleyerek ele alınacak bir kavram da değildir. Tüm bu yaklaşımlar, sorunu daha da büyüttü.
Kürt sorununun çözümü, Türkiye halklarının da temel bir sorunudur. Aynı zamanda demokrasi sorunu, halkların da temel bir sorunudur. Bu, kadın hareketinin, kadın özgürlük mücadelemizin ve Türkiyeli kadınların da sorunudur. Ancak mesele şöyle ele alınamaz: Bir yanda kadın özgürlük sorunu, diğer yanda toplumun demokratikleşme ve özgürleşme sorunu var. Bu sorunlar birbirinden kopuk, farklı bağlamlarda değerlendirilmemelidir. Tarihsel ve bilinçsel açıdan bakıldığında, reel gerçeklik ele alındığında, kadın sorununun üretilmesi tamamen cinsiyetçi ve ataerkil bir sistemin sonucudur. Kadının özgürlük problemi, tekçi ulus aklının ve onun şiddetinin doğrudan bir sonucudur. Bu nedenle, dünyanın neresinde yaşanırsa yaşansın, kadın sorunu indirgemeci bir sorun olarak ele alınamaz.
Kadın sorunu toplumsal bir sorundur
Kadın sorunu; toplumsal, siyasal ve ekonomik bir sorundur. Nasıl bir toplumda yaşayacağız? Toplum olursa, bu nasıl bir toplum olacak? İşte bu noktada, eşitlik ve özgürlük problemi gündeme geliyor. Ancak eşitlik ve özgürlük meselesi yalnızca halkların sorunu değildir. Nitekim iktidarlar, verdikleri hakları geri alabilir. Günümüzde, dünyanın çeşitli yerlerinde kazanılmış hakların geri alınması ve gerici yasaların yürürlüğe konulması söz konusudur. Bunlar, el değiştiren iktidarlara göre değişebilir. Bu hak kayıplarını yeniden yaşamamak için toplumsal bir inşa süreci gereklidir. Adaletli bir sistem inşa edilmelidir.
Özgür yaşamak isteyen her kadının toplumsal bir projesi vardır. Bu, kadın hareketleri açısından da böyledir, birey açısından da böyledir. Dolayısıyla kadın meselesi, dışarıdan bakılıp duyarlılık gösterilecek bir mesele değildir. Türkiye’de demokrasi, barış ve Kürt sorununa dışarıdan bakılarak çözüm üretilemez. Savaşlar, kadınların geleceğine ve ütopyalarına darbe vuruyor, yaşamı yaşanmaz kılıyor. Ancak bu yıkım sadece savaş boyutuyla sınırlı değil; aynı zamanda sosyal ve kültürel bir yıkım olarak da yaşanıyor.
Nasıl bir sistemin inşa edileceği, Kürt kadınların olduğu kadar Türkiyeli kadınların da ortak problemidir. Gönlü ve düşüncesi demokrasi ile özgürlükten yana olan herkesin, ortak bir bilinçle hareket etmesi gerektiğine inanıyorum. Türkiye Cumhuriyeti’nin demokratikleşmesi ve bunun tesisi için güçlü bir Türkiyeli kadın hareketine ihtiyaç var. Bugüne kadar çeşitli mücadele deneyimleri yaşandı, mücadele eden örgütler kuruldu. Bunlar kıymetli olmakla birlikte, faşizmi yenilgiye uğratabildi mi? Tekçi egemen sistemi değiştirebildi mi? Erkek egemen sistemi yıkabildi mi?
Buradan baktığımızda, hayatın her alanına sirayet eden bir gerçeklik var ve bundan herkes yeterince rahatsız. Ekonomik sorunlar, ifade özgürlüğüne yönelik baskılar ve her alanda yaşanan demokratikleşme eksikliği, giderek daha görünür hâle geliyor. İşte bu noktada, ortak mücadele kaçınılmazdır. Tam da nasıl bir yaşam istediğimizin somut mücadelesine girmek zorundayız. Sözü kurduğumuz kadar, çabasına ve eylemine de yönelmeliyiz.
Bu sürecin öznesi kadınlardır
Bu sürecin öznesi kadınlardır. Daha önce de Türkiyeli kadınların, farklı kesimlerden duyarlı kadınların Barış İçin Kadın İnisiyatifi şiarıyla böyle bir örgütlenme deneyimi oldu. Barış meclisleri kuruldu, kadınlar mücadeleleriyle birbirine köprüler oluşturdu. Sevim Belli de her şart ve koşul altında geri adım atmayan, mücadeleci bir değerimizdir. Böyle bir çizgi, tam da feyz alacağımız bir çizgidir. Kendisine saygıyla anıyorum.
Bu mücadelede bedel veren, şehit düşen nice kadın yoldaşlarımız var. Türkiye kadın hareketi önemli bir birikime sahiptir. Zaman zaman çeşitli duraklamalar yaşansa da toplumsal bir mücadele gücü oluşturma, erkek devlet şiddetine karşı çıkma ve toplumsal cinsiyet eşitliği için köklü bir gelenek yaratmıştır. Kürdistan ve Türkiye kadın hareketi olarak, irade ve mücadele ortaklığıyla kendi özgürlük zamanımızı yaratma vaktimiz gelmiştir. Bu coğrafyada halklar yeterince acı yaşadı.
Kürdistan kadın hareketi olarak biz her zaman barışa inandık, bunun mücadelesini verdik ve savaştık. Demokratik bir mücadeleyi ancak böylesi bir iradeyle gerçekleştirebiliriz. Uzun ve orta vadede yapacaklarımız var. Halkımız adalete, eşitliğe ve özgürlüğe susamış durumda. Bunları biz başaracağız. Devletten beklemek ya da “yasalar çıktı mı, çıkmadı mı?” diye düşünmek elbette siyasal ve hukuki mücadele açısından önemli, ancak asıl belirleyici olan toplumsal mücadelemizdir. Kendiliğinden hiçbir yasa çıkmayacak, adalet kendiliğinden yerini bulmayacaktır. Bizler talep eden, dileyen, isteyen değil; amacımızı, taleplerimizi, düşüncelerimizi ve planlarımızı bizzat hayata geçirenler olacağız. Kendimize güveniyoruz, toplumumuza güveniyoruz, halklara güveniyoruz.
Şu an tarihsel ve siyasal açıdan kader belirleyici bir dönemdeyiz. Önder Apo’nun çağrısı tam da bunu ifade ediyor. Biz de bu noktada sonuna kadar irademizi ortaya koyacağız. Bunu kendi vazgeçilmez hedeflerimizden biri olarak gerçekleştirmek istiyoruz. Çünkü kapitalist modernitenin paramiliter güçlerinin, onun her türlü ittifakının yeterince savaş planı var. Yeterince kırım planı var. Cinsiyetçi politikalarını örgütlemeye, yeni planlar yapmaya ve bunları uygulamaya devam ediyorlar. Ataerkil sistem dediğimiz bu gerçeklik, kadın karşıtlığı üzerinden şekilleniyor; hem de ölümüne bir karşıtlık. Kadın kimliğini ve kadın değerlerini ortadan kaldırmak isteyen, soykırım boyutlarına ulaşan bir karşıtlık ile karşı karşıyayız.
Kadın sorunu ve mücadelesi
Şimdi, kadın mücadelesi veren tüm kadın hareketlerinin, örgütlenmelerin ve örgütlerin elbette kendi projeleri var. Kadınlar, halklar, işçiler ve emekçiler… Eğer bu mücadele gücümüzü birleştirip, tam da bu süreçte örgütleyip harekete geçirebilirsek, hiçbir güç bu gücün karşısında duramaz. Çünkü kadın mücadelesi, böyle bir değiştirici ve dönüştürücü dinamiğe sahiptir.
Mevcut sistemin tüm katmanları, eşitsizlikleri kadının sömürüsü üzerine inşa edilmiştir. Toplumsal cinsiyetçilik dediğimiz olgunun merkezinde, kadın köleliğini sistematik hâle getiren bu yapı vardır. Kadının özgürlük sorunu, aslında bu sistemin temel sorunudur. Ancak kadın hareketi, böylesine bilinçli bir geçmiş mücadele deneyimiyle güçlü bir öncülük yapacak kapasiteye sahiptir.
Bu, kadınlara ve halklara verdiğimiz sözün bir gereğidir.
Kadın özgürlük mücadelesi ve toplumsal değişim
Herkesin sosyalizmin bittiğini söylediği bir noktada, biz bunu Kürdistan’da taçlandırdık. Herkesin kadın özgürlük mücadelesini çok sınırlı bireysel haklara indirgediği bir dönemde, biz bunu toplumsal özgürlük çıkışıyla yanıtladık. Toplumsal sözleşmemizi ortaya koyduk. Kadınlar için belirlenen kota oranlarını bir gelişme olarak sunarken, biz doğrudan eşit temsiliyeti hayata geçirdik.
Bütün bilimlerin kadını gizlediği, kadın değerlerini çaldığı, onun üzerinden kendisini anlattığı ve görünmez kıldığı tarihsel süreçleri sorguluyoruz. Kadının yok sayıldığı tüm bu tarihsel gelişme dönemlerinde, Jineoloji bilimiyle bu değerleri açığa çıkarmanın ve kadınların emeğine mal etmenin çabası içerisindeyiz.
Aynı zamanda, ataerkil sistem bir kadın özgürlük problemidir. Ancak biz, kadın özgürlük meselesini yalnızca kadın eksenli ele almakla kalmadık; aynı zamanda erkek cinsinin değişimini ve dönüşümünü de sağlayan bir hareket olduk. Erkek egemenliği üzerine yapılan çözümlemeleri toplumsallaştırdık, bunları sadece akademik çevrelerde tartışmakla kalmayıp topluma mâl ederek köklü bir zihniyet değişimine yol açtık.
Demokratik toplum mücadelesi ve kadının rolü
Demokratik toplum mücadelesi gerçekten zor bir mücadeledir. Çünkü bunun zihniyetini inşa etmek, çok yaratıcı bir politika oluşturmak ve demokratik yöntemlerle bir dil geliştirmek gerekir. En kapsayıcı olması gereken mücadele, demokrasi mücadelesidir. Ancak demokrasi mücadelesini, erkek zihniyetinden daha kapsayıcı, daha etkili ve daha derin bir şekilde kadınlar verebilir. Erkek egemen damgasını taşıyan, onun ağır diliyle ve donmuş siyaset kalıplarıyla inşa edilen siyasi örgütlenmeler, gerçek anlamda bir değişim yaratamaz.
Barış kadının dilidir, demokrasi kadının yaşam tarzıdır. “Kadın, yaşam, özgürlük” anlayışı tarihsel gerçekliğinde de, günümüzün somut koşullarında da iç içedir. Bugün toplumların toplumsal mücadeleleri neden bu kadar tetiklendi? Neden bu mücadele Hindistan’dan Afganistan’a, Avrupa’dan Latin Amerika’ya kadar yayılıyor? “Jin, Jiyan, Azadî” sloganının böylesine büyük bir toplumsal karşılık bulması ve kadınların öncülüğünde küresel bir mücadeleye dönüşmesi tesadüf değildir.
Kadın yok edildiğinde, özgürlük de yok edilir. Bu gerçek, bugün çok daha çarpıcı bir biçimde anlaşılıyor. Rojhilat Kürdistan’dan yükselen kadın, yaşam, özgürlük felsefesi, Reber Apo’nun felsefesi ve kadın kurtuluş ideolojisi olarak parti programı hâline gelmiştir. Rojhilat’la birlikte evrenselleşmiştir. Pexşan Ezizi ve Civana Asîmi’nin mücadelesini selamlıyorum.
Önceliğimiz Önder Apo’nun fiziki özgürlüğünü sağlamaktır
Önceliğimiz, Önder Apo’nun fiziki özgürlüğünü gerçekleştirmektir. Bu sağlanmadığı sürece, ne kadar demokratik söylemler dile getirilirse getirilsin, bunların pratikte gerçekleşmeyeceği ortadadır. Çünkü meselenin esası burada yatmaktadır. Biz bunu başaracağımıza inanıyoruz. Sorumluluğumuz artmıştır; ancak her zamankinden daha inançlı ve kararlıyız.
Önderliğimizin, milat olarak tanımladığı manifestosu, tam da içinde bulunduğumuz bu kaosun, karanlığın ve kasvetli ortamın çözümüne yönelik yeni bir ufuk açmıştır. Bugün herkes ‘al-ver’ pazarlıkları yaparken, ‘şu kadarı senin, şu kadarı benim’ diyerek hesap-kitap yaparken, bu manifesto tüm sınırları ve ezberleri bozan bir umut ışığı olmuştur. Bunu büyütecek olan bizleriz. Ancak bu süreç kendiliğinden gelişmeyecek. Bu mücadelenin badireleri uzun olacak, zorlukları çok olacak, istemeyenleri çıkacaktır. En başta da ataerkil sistem ve onun iktidar erkleri bu sürece çeşitli engeller çıkaracaktır.
Önümüzde, tesis edebileceğimiz bir demokratik sistem var. Biz, kadın özgürlüğü ilkelerimiz temelinde, bu mücadelenin tarihsel ve güncel gereklilikleri üzerinden, her türlü fedakârlığı sergileyerek bu süreci başlatacağımızı ilan ediyoruz. Bu mücadele, öz savunmasız olmaz. Örgütlenme ve mücadele birlikteliği, işin pratiğini gerçekleştirmek, kendi başına bir öz savunmadır.
Bu anlamda, kadın devriminin daha büyük bir coşkuyla yürütülmesine vesile olan bir dönemdeyiz. Açıklama ilk okunduğunda, en fazla sahiplenecek olanlar anneler ve kadınlar oldu. Bu durum, kadın mücadelesinin öznesinin kimler olduğunu açıkça göstermektedir. Çünkü hiçbir şey, kadın iradesinden güçlü değildir. Hiçbir şey, barışı ve demokrasiyi gerçekleştirmekten daha değerli değildir. İşte, bunun ne kadar fedakârlık gerektiriyorsa, biz de bunu yapacağız.
Bizim toplumsal sözleşmemiz, birilerine bir şeyi dayatmak değil, onu gerçekleştirmektir. Özgürlük temelinde sözleşmek, böyle bir katılımı gerektirir. Biz, bu mücadelenin özneleriyiz. Biz, bu mücadelenin gerçek kazananları olacağız.
Kadınlar için en büyük silahlanma: İdeolojik silahlanma
Kadınlar için en büyük silahlanma, ideolojik silahlanmadır. Erkek egemen paradigmanın karşısında, demokratik modernitenin öznesi, gücü ve dinamiği olarak, zihniyet savaşını güçlü bir şekilde yürütmek ancak kadın kurtuluş ideolojisini yaymak ve toplumu bilinçlendirmekten geçmektedir. Bilinç kazanan her kadın, yenilmezdir.
Esas cesaret ve güç de örgütlülükten gelir. Bu nedenle, zihinsel ve kişilik anlamında bir dönüşüm gerçekleştirmek zorunludur. Özgürlük bilincine sahip olmayanlar, demokratik toplumu inşa edemez.
Evet, son derece demokratik yasalar çıkarılabilir, demokratik bir anayasa da yapılabilir. Ancak bunlar tek başına yeterli değildir. Toplumları işleten şey yasalar değil, toplumun kendi iç yasalarıdır. İşte toplumun birinci yasası, özgürlüktür. Bu da ancak kadının kendisini özgürlük temelinde var etmesiyle mümkündür. Bu süreç, “Hebun” (var olmak) kavramıyla başlar. Önderliğimiz de bu kavrama büyük bir anlam yüklemektedir. Hebun ve Jineoloji arasındaki bağ da buradan gelir. Jineoloji, kadın olmayı yeniden tanımlama sürecidir.”
HABER MERKEZİ