Sokaktan, diyelim ki bir simitçi, bir işçi emeklisi, bir öğretmen, taksici, inşaat ustası, velhasıl bu listeyi istediğiniz kadar uzatabilirsiniz, kadın erkek, yaşlı genç, çalışan çalışmayan; memleketin ahvaline dair konuşmasını dinleyin, neler neler duyduğunuzu herhalde söylememe gerek yok. Hemen her gün ve akşam bu memleketin evlerinin neredeyse hepsinde, televizyon izleyicisi olarak aslında sadık bir kitle, siz buna efsunlanmış olanlar da diyebilirsiniz, ama sevmiyorum bu kitle kavramını kullanmayı, yine de her halukârda kitle-kütle olmayı aşamamış bir yekün var orta yerde. Demek ki inkara gelinmiyormuş, böyle bir gerçeklik var ve bu kitle örneğin televizyon karşısında otururken, hele de içinde bir şey olmayan ama bu kitlenin ortalama bireyine iyi gelen ve gelmeyen haberleri izlediğinde, siz de bu bireyleri izlerseniz görüyorsunuz ki bu insanların ruh hali, sözleri, hatta oturup kalkışı da bir başka oluyor. Devlet ve iktidarla muazzam bir kavga içinde olduğunu düşünüyorsunuz ilk anda, haksız da sayılmazsınız. Ne öfkelenmeler, bağırıp çağırmalar, tabak çanak fırlatmalar…
Daha da önemlisi her konu hakkında bitip tükenmeyen laf yetiştirmeler, açıklamalar, bilinen bilinmeyen bir yığın şeyin maddi olan ve olmayan yanlarıyla didik didik edilmesi, şikayetler, yol göstermeler, yanıp yakılmalar… Neredeyse diyorum, bu insan, bu insanlar şimdi kalkacaklar yerlerinden, sokaklarda yürümeye başlayacaklar, önüne geleni tartaklamaya, bilmeyenler yerlerinde otursun diyerekten siyasal herhangi bir partinin- farketmez adı- başına geçecek ve işte tam bu an’da yer yerinden oynayacak, cümbür cemaat iktidarların, devletlerin yıkılışını göreceğiz! Belki de hiçbir örgüt toplantısında göremeyeceğiniz bir öfke, harekat planları var böyle kişilerde ve yerlerde. Evlerin içinde, sokaklarda demokrasi cümbür cemaat yani!.. Bu kadar öfkeli, bu kadar burnundan soluyan bir topluluk kolay kolay bulunmaz. Çok konuşan bir topluluğun, bir bireyin çok iş yaptığını sanırsınız ya, böyle sandığınız için beklersiniz, beklediğiniz için de kahrolmazsınız. Bugün olmazsa yarın diyerekten. Bu seçimde iş tamamdır, diye diye neler görülmedi ki! Demokrasinin beklemek olduğunu bizim insanımız kadar bilenin olduğunu sanmıyorum. Ne de olsa Ortadoğu burası. Mucizelerle, lütuflarla, masallarla epey haşır neşirdir. Ahmaklığın baki olduğu zamanlara özgü hallerin yalnızca cehalet çağında olduğunu mu sanıyorsunuz!
Demokrasi dediğimiz ama halen ne olduğunu anlamaya çalışarak kavgasını verdiğimiz şeyin ilk adımı değil mi konuşmak. Sokak konuşuyor, evler konuşuyor, ekranlarda demokrasiden zaten geçilmiyor! Eline çubuğu alan da almayan da demokrasinin nimetlerinden söz ediyor. Yok, nimetlerine göz dikiyor. Ama ortada nimet yok. Ekmek yani. Ekmek dediğiniz bir parça özgürce yemek yemektir. Demokrasi özgürce yemek yemektir. Çalınıp çırpılmayanından yani. Üzerine katledilen değerin kan lekesi düşmeyeninden. Ha, bir de küfre bulaştırılmayanından.
Bu konuşanlara bakarsanız çalıp çırpmayan yok. Eskiden her köşede bir milyoner yaratmak vardı. Bu devletin bir dönem yöneticiliğini yapanlar, artık köşede bir milyoner değil de mafyalaşmış devletin, devletleşmiş mafyanın ellerine düştüğünüzde olan şey, köşe bucakta milyoner aramak değil, elde kimin kimden gasp ettiğini “engin bilgi”siyle açığa çıkarmaya çalışanlar kalır. Bunca paranın nereden geldiği ve nereye gittiği tam bir muamma olsa da öfkelendiren durumların hiç eksik olmadığından hareketle veryansın etmekten bir gıdım bile imtina etmeyen, ağzı olan konuşuyor misali konu eksikliği de, konuya malzeme olan kişi eksikliği de yok. Ülkenin yarısı CHP’ye oy vermiş gibi! Diğer yarısı da AKP yanlısı! Kürtlerin konusu demokrasi sayılmadığı için Kürtler için açılan sadece bir parantezdir ve o parantez içinde de atış serbest. Bölücülükten girip İsrail destekçiliğine kadar gidilebilir. Devletin bir numaralı güvenlik konusu Kürtler ama boğazından alınan ekmeğin, şimdi ve bugünlerde 1 Mayıs’ı, haliyle işçi ve emekçiyi, daha da ötesi sosyalizmi konuşuyoruz ya, mesela Taksim, mesela sendikalar, mesela köylüler, pazardaki bir kilo domatesin fiyatı, yol ücreti, bir de Gazeteciler Günü’nde dünya basın özgürlüğü sıralamasında bilmem kaçıncı sırada olmak, Meclis denen şey, anlamı cemaatin söz söylediği ve karar alındığı yerde, Kâinat’ın mı efendisi efendisinin mi tebası olduğunun mıskal kadar önemi kalmadığını anlatacak sahici bir söze, bu sözü kuracak bir kişiye ihtiyaç olduğu kesin. Bu sözün kişisinin değerini bilecek olanlar da ancak yine onun gibi kişiler olabilirdi.
Demem o ki, bu ve bunun gibi hallere bakıp yönetenlerin artık yönetemez, yönetilenlerin de artık yönetilmek istenmedikleri zannına kapılınırsa, belki iyi bir teori olabilir bu ama yüz yıldır Godot’un durduğu yerden bir adım bile gidilmeyebilir. Her kafanın ön tarafındaki ağızdan çıkanın ah û vah olduğuna bakıp zamanın geldiğini sanmak büyük bir yanılgı olur.
Sahi olan nedir öyleyse? Kavramdır belki de. Daha doğrusu Muhammed’in kılı kırk yararcasına inşa ettiği Allah’a neden bunca aşk ile bağlanıldığını biraz anlarsak belki de kavramlarımızın değerini daha bir bileceğiz. Kavramları sadece konuşmayacağız yani. Kavramla yaşamın kültür, yaşamın sanat, yaşamın ekonomi, yaşamın eylemsel niteliğini oluşturacak ve iş yapmış olacağız.
Demokrasi ekmek, hava ve su kadar, yani yaşamak için, varlığını özgür bir kimlik halinde sürdürmek için özüyle ve biçimiyle vazgeçilmez olandır. Sahici olan budur.
Sırrı Süreyya Önder için;
Bu topraklarda sahici yaşamın değerini bilenlerdendir. Sahi olmayana sahici özüyle, hem de bu toprakların kültür haline gelen dayanışma ve demokratik ilişki tarzıyla yaklaşmasını bilmiş az insanlardan biridir. Trajedinin konusu ne yazık ki yine demokrasidir. Sırrı Süreyya’yı böylesine erkenden ölüme götüren şey, ülkenin demokrasi yoksunluğudur. Kabul edilebilir bir yaşamın çok görüldüğü bu topraklarda yaşamı kabul edilir kılmanın bedeli ne yazık ki işkence, hapishanedir. Bu topraklar, bu toplumlar işkenceli yaşamı büyük yürüyüş haline getiren kişiliklere de tanıktır. Sahici olanlar bunun değerini bilir. Sırrı Süreyya’ya gösterilen ilgi ve sevgi de bununla bağlantılıdır. Anısı önünde saygıyla eğiliyorum.