Çocukken her mezarlığa gittiğimizde, ziyaret ettiğimiz kabrin üstündeki çiçeklerin yanına hep küçük bir taş bırakırdım. Bunun nereden ya da ne anlamına geldiğini bilmiyordum. “Muhtemelen herkes böyle yapıyor” diye düşünüyordum. Bir gün o çok meşhur Schindler’in Listesi filmini izledim. Fragmanında Alman iş insanının kurtardığı Yahudiler ve onların evlatları, torunları Schindler’in kabrine birer birer taş bırakıyordu. Yanımdakilere sordum, “Neden Yahudiler böyle yapar?” diye.
Aldığım cevap ise kafamı karıştırdı. Kabre taş koyma Yahudilerin en eski adetlerinden biriymiş. Buna, anlam veremedim. Ailem beni Proteston bir Macar olarak yetiştirmişti. Kafamda deli gibi sorular… Birkaç gün sonra babaanneme gidip, “Bizim Yahudilerin adetleriyle ne ilgimiz var?” diye sordum. Babaannem de bana, “Bırak daha çocuksun; ama belki bir gün anlatırım sana” dedi. İnat ettim ve öğrenmek istediğimi söyledim. Ancak, babaannem hüzünlü bir şekilde beni evime yolladı. Seneler geçti. Bir gün elime bir kitap aldım. Kapağında büyük Davut Yıldızı vardı. Şüphelendim. Babaannem, “Bırak o kitabı, daha çocuksun sen!” diyerek alelacele elimden aldı kitabı.
Ancak ben ısrarcıydım, direnmeye devam ettim. Davut Yıldızlı kitabın ve kabrin üstüne bırakılmış taşların anlamını öğrenmek istedim. Bu kez öğrenmekte kararlıydım, bırakmadım peşini. Babaannem de benden daha fazla gizleyemeyeceğini düşünmüş olacak ki, başladı anlatmaya. Babaannem ailesinin Yahudi kökenli olduğunu açıkladı. O günden bugüne konuşmadı, konuşamadı…
Her sorduğumda ise, “Anlattım bunları zaten sana” diyerek lafı ağzıma tıkardı. Babaannem ölmeden önce geçmişini yaktı. İbranice yazılmış dergileri, kapak sayfasında Davut Yıldızı bulunan kitabı ve benden ısrarla sakladığı ve görmediğim her şeyini birer küle dönüştürdü. İzleri kalmadı. Geçmişini tamamen sildi. Bu durumda olan tek kişi ben değildim tabi. Binler, belki on binler benim gibi “tesadüfen” öğrendi Yahudi olduğunu. Belki de ben şanslıydım geçmişimi öğrenebildiğim için; ancak binlercesi hala öğrenemedi. Bir gün o “yok edilen” geçmişimi öğrenmeye karar verdim.
Başladım araştırmaya. Elime bir tek doğum belgesi geçti. “Demek ki bizim de bir geçmişimiz var” diye çok sevindim. Belge, küçük bir kasabanın Yahudi bir cemaatine aitti. Çok heyecanlanmıştım ve o kasabaya gidip sinagogu ziyaret edeceğim diye kendime söz verdim. Tarihin o karanlık günlerinde yok olmuş atalarıma saygımı ancak bu şekilde gösterebilecektim. Kasabaya vardığımda gidecek bir sinagog yoktu. Holokosttan sonra belediyeye devredilmiş ve depo olarak kullanılmış.
Yıllar sonra bina kullanılamaz hale gelince depoyu boşaltmışlar. Bakımsız kalan bine çökünce yerine de otopark yapmışlar. Kasabanın şimdiki sakinleri, ne o çoktan yok olmuş sinagogu ne de bir zamanlar orada yaşayan Yahudileri bilmezler. Oraya dair tek hatıra kalmadı. Yıllar geçti. Silinmiş geçmişimi, büyüklerimizin saklanmış kimliğini arkama bırakıp Türkiye’ye geldim. Farklı bir toprak, farklı bir kültür, farklı bir dil… Her şey çok farklıydı burada. Daha sonra biriyle tanıştım. O da dedesinin “tesadüfen” Ermeni olduğunu sonradan öğrenmiş. Ona da 18’inci yaş gününde anlatmışlar Ermeni olduğunu.
Anneannesi ölmeden önce Ermeni şarkıları söylemeye başlamış. Ve daha sayılabilecek o kadar çok hikaye var ki… Hepsi benzer. Saklanmış kimlikler, devredilmiş ibadethaneler, tarihten ve hafızalardan silinmiş bir geçmiş. 1915 ve 1945’te neler oldu ben bilemem, yaşamadım o günleri ve olayları. Zaten o dönemi anlatabilecek kişiler de kalmadı. Tek bildiğim şey, Doğu Avrupa’nın geçmişinden Yahudileri nasıl sildilerse, bu topraklardan da Ermenileri öyle sildiler.