• İletişim
  • Yazarlar
  • Gizlilik Politikası
9 Haziran 2025 Pazartesi
Sonuç Yok
Tüm Sonuçları Görüntüle
ABONE OL!
GİRİŞ YAP
Yeni Yaşam Gazetesi
JIN
  • Anasayfa
  • Gündem
    • Güncel
    • Yaşam
    • Söyleşi
    • Forum
    • Politika
  • Günün Manşeti
    • Karikatür
  • Kadın
  • Dünya
    • Ortadoğu
  • Kültür
  • Ekoloji
  • Emek
  • Yazarlar
  • Panorama
    • Panorama 2024
    • Panorama 2023
    • Panorama 2022
  • Tümü
  • Anasayfa
  • Gündem
    • Güncel
    • Yaşam
    • Söyleşi
    • Forum
    • Politika
  • Günün Manşeti
    • Karikatür
  • Kadın
  • Dünya
    • Ortadoğu
  • Kültür
  • Ekoloji
  • Emek
  • Yazarlar
  • Panorama
    • Panorama 2024
    • Panorama 2023
    • Panorama 2022
  • Tümü
Sonuç Yok
Tüm Sonuçları Görüntüle
Yeni Yaşam Gazetesi
Sonuç Yok
Tüm Sonuçları Görüntüle
Ana Sayfa Yazarlar Tugay Karakuzu

Salgado’nun Vizörü: Toprağın Tuzu

9 Haziran 2025 Pazartesi - 00:00
Kategori: Tugay Karakuzu, Yazarlar
Özerk manzaralar: Yol filminde dağlar

Bu yüzyılın en hümanist ve idealist fotoğrafçılarından biri olarak anılan Brezilyalı Sebastião Salgado, geçtiğimiz günlerde, 81 yaşında hayatını kaybederek aramızdan ayrıldı. Ardında ise, insanlık tarihinin en karanlık ve en sarsıcı anlarını belgelediği devasa bir görsel arşiv bıraktı. Savaşların, yoksulluğun, modern köleliğin, kıtlıkların ve soykırımların izini sürerek kıtalar arasında dolaşan Salgado, tüm bu trajedileri siyah beyaz karelerle dünyanın gözleri önüne serdi. Bu yazıda hem onu anmak hem de 2014’de, oğlu Juliano Ribeiro Salgado ve Wim Wenders’in birlikte yönettiği belgesel film The Salt of the Earth’ü, elbette tüm açmazlarını da hesaba katarak, tartışmak istedim.

2015 yılında Salgado hayattayken çekilen film, “photograph” yani kelimesinin kökenine dair bir açıklamayla başlıyor. Üst ses, film boyunca bize rehberlik edecek olan Wim Wenders’e ait: “Yunancada ‘photo’ ışık, ‘graph’ ise yazı ya da çizim anlamına gelir. Bir fotoğrafçı kelimenin tam anlamıyla ışıkla çizen bir kişidir; dünyayı ışık ve gölgelerle yazan, yeniden inşa eden bir sanatçıdır.”

Fotoğrafın ne olduğuna dair bu kısa tanımın hemen ardından, ekranda devasa bir çukur belirir. Çukurun içini dolduran yüzlerce insan ve onları saran merdivenler, ilk bakışta bir karınca yuvasını andırır. Burası, Brezilya’daki ünlü altın madeni Serra Pelada’dır. Belgesel, izleyiciyi bir anda bu büyüleyici ve korkutucu manzarayla baş başa bırakırken, Salgado’nun film boyunca eşlik eden sesi devreye girer: Gün boyu hiçbir güvenlik önlemi olmadan, insanlık dışı şartlarda çalışan işçilerin hikâyesini anlatmaya başlar.

Salgado’nun kariyeri boyunca peşinden gittiği “gösterme” ve “duyurma” arzusunu vurgulayan bu etkileyici açılış sekansının ardından, onu bir kayanın üzerine oturmuş hâlde, siluet olarak görürüz. Böylece hem fotoğrafçının hem de tanıklığın izini süreceğimiz anlatı başlamış olur.

Tanıklığın başlangıcı: Salgado’nun gözünden dünyanın yarası

Salgado’nun yaşam öyküsünü ve sanat yolculuğunu kronolojik olarak kısa bölümler hâlinde aktaran film, görsel anlatısını büyük ölçüde sanatçının kendi çektiği fotoğraflar üzerinden kuruyor. Üst ses olarak Salgado’nun ve Wim Wenders’in seslerini duyduğumuz bu anlatı, izleyiciyi yalnızca estetik bir dünyaya değil, aynı zamanda yirminci yüzyılın ikinci yarısındaki siyasal ve toplumsal kırılmalara da taşıyor. 1960’ların sonlarından 1990’lara uzanan bu dönemde, kapitalizmin derinleştirdiği eşitsizlikler, sömürgeciliğin mirası ve baskıcı rejimlerin toplumsal bedeli, filmin temel izleğini oluşturuyor.

1969 yılında Brezilya’daki askerî darbe sonrası kurulan diktatörlükten kaçan Salgado, eşi Lélia ile birlikte Fransa’ya, Paris’e yerleşir. Ekonomi eğitimi almaya devam ederken Lélia da mimarlık öğrenimini sürdürür. Salgado, bir ekonomist olarak Afrika’da kalkınma projelerini takip etmek üzere sıkça seyahat etmeye başlar. Eşinin kamerasını yanında götürdüğü bu yolculuklarda, hareketsiz görüntüyle kurduğu ilk ilişki belirleyici olur. Bu karşılaşma, onu ekonomik analizlerden uzaklaştırır ve görsel tanıklığın dönüştürücü gücüne yöneltir. Ekonomist kimliğini bir kenara bırakarak, kamerasını dünyaya çevirmeye karar verir.

1973’te Nijerya’daki kuraklık ve sonrasındaki kıtlık sırasında Lélia ile birlikte yaptığı yolculuk, Salgado’nun ilk büyük tanıklıklarından biri olur. Bu deneyimi izleyen yıllarda, “Other Americas” (1977–1984) projesi kapsamında Latin Amerika’daki kırsal yoksulluğu fotoğraflar. Ardından 1984–1986 arasında Afrika’nın Sahel bölgesine yönelir. Bu yarı kurak geçiş bölgesinde yaşanan kuraklık ve açlık, modern tarihin en büyük insani trajedilerinden biridir. Kuzey Etiyopya’da halkını bilinçli biçimde açlığa sürükleyen devlet politikaları sonucu yaşanan kitlesel ölümler; çocuklarını kaybeden anne babalar, eşlerini yitirenler, yaşamla ölüm arasındaki sınırda bekleyen yüzler, Salgado’nun siyah beyaz karelerine yansır.

İnsan doğasının karanlığı mı, bir sistem sorunu mu?

Film, Salgado’nun fotoğraflarından hissedilen idealist bakışı derinleştirerek, zaten aşina olduğumuz motivasyonlarını görünür kılıyor. Kadraj seçimleri, açılar ve kompozisyonlar üzerinden sezilen etik ve estetik duyarlılığı, film adeta altını çizercesine yeniden kuruyor. Bu yönüyle, “beyaz adamın Doğu’ya bakışı” olarak sınıflandırılabilecek bir temsil biçimi, Salgado’nun kendi sesiyle yaptığı anlatılar sayesinde bu kategorinin dışına biraz olsun çıkabiliyor. Fotoğraflardaki belgeleme ve gösterme dürtüsü, sanatçının sözlü tanıklığıyla birlikte daha da güç kazanıyor.

Bu tanıklığın etkisi, filmin biçimsel tercihleriyle daha da derinleşiyor: Salgado’nun siyah-beyaz kareleri ağır ağır gösteriliyor, bu da seyircinin görsel imgelerle baş başa kalmasına, onları düşünmesine ve duygusal bir karşılık geliştirmesine alan açıyor. Wenders’in bu tercihi, izleyicide zamanın akışının askıya alındığı bir his yaratırken,

Barthes’ın meşhur ça a été (“bu oldu”) tanımını çağırıyor: Gördüğümüz şey artık geri alınamaz, yok sayılamaz, unutulamaz.

Ancak film, bu savaşların ve büyük insani felaketlerin ardındaki yapısal nedenlere pek eğilmiyor. Oysa ki tüm bu yıkımların ardında kapitalizmin ve sömürgeciliğin yarattığı tarihsel ve toplumsal fay hatlarının yattığı açık. Film, tüm bu trajedileri üreten sisteme dokunmadan, suya sabuna bulaşmadan, bu acıları “insan doğasının kötücüllüğü”ne bağlayarak özcü bir yorum sunuyor. Bu politik bağlam göz ardı edildiğinde, yaşanan trajediler soyut bir “insan doğası”nın kötücüllüğüne havale ediliyor. Bu yaklaşımıyla da ciddi bir eksiklik taşıyor. Herkesin sığabileceği bir dünya fikrine övgü sunarken, neden özellikle yoksulların ve beyaz olmayanların o dünyaya sığamadığına hiç bakmıyor. Suçu insan doğasında aramak, toplumsal sorumluluğu görünmez kılıyor ve filmin potansiyelini önemli ölçüde zayıflatıyor.

Böylece film güçsüzlerin üzerine baskı kuran yapılar üzerine derinlemesine düşünen bir anlatı kurabilecekken, her fırsatı bir bir ıskalıyor.

Sonuç olarak, The Salt of the Earth görsel olarak etkileyici ve insani duyarlılıkla örülü bir yapıt olsa da, tarihsel ve yapısal gerçeklikleri cesurca ele almaktan kaçınarak sınırlarını çiziyor. Salgado’nun kamerası aracılığıyla insanlığın acılarına tanıklık etmek önemli ve değerli bir çaba, fakat film, bu tanıklık, altında yatan güç ilişkilerini ve sistematik sömürüyü görünür kılmıyor, sadece trajedinin yüzeyinde kalmakla yetiniyor. Toprağın Tuzu, insana dair karanlık bir portre çizmek yerine, aynı zamanda o karanlığın kaynağına da cesurca bakabilseydi, çok daha güçlü  bir anlatı olabilirdi.

PaylaşTweetGönderPaylaşGönder
Önceki Haber

Örümcek Ağı kimin operasyonu?

Sonraki Haber

Özgürlüğün toplumsal anlamı

Sonraki Haber
Özgürlüğün toplumsal anlamı

Özgürlüğün toplumsal anlamı

SON HABERLER

Zulme Karşı Direnmek

Kaos aralığı

Yazar: Yeni Yaşam
9 Haziran 2025

Daralan zaman, büyüyen tehlike

Daralan zaman, büyüyen tehlike

Yazar: Yeni Yaşam
9 Haziran 2025

Kürdistan’da eko kırım var!

Kürdistan’da eko kırım var!

Yazar: Yeni Yaşam
9 Haziran 2025

Barış elçisi yazıma ilham kaynağı

Barış elçisi yazıma ilham kaynağı

Yazar: Yeni Yaşam
9 Haziran 2025

Muhalefet mi dediniz?

Darbe sürüyor!

Yazar: Yeni Yaşam
9 Haziran 2025

Özgürlüğün toplumsal anlamı

Özgürlüğün toplumsal anlamı

Yazar: Yeni Yaşam
9 Haziran 2025

Özerk manzaralar: Yol filminde dağlar

Salgado’nun Vizörü: Toprağın Tuzu

Yazar: Yeni Yaşam
9 Haziran 2025

  • İletişim
  • Yazarlar
  • Gizlilik Politikası
yeniyasamgazetesi@gmail.com

© 2022 Yeni Yaşam Gazetesi - Tüm Hakları Saklıdır

Welcome Back!

Login to your account below

Forgotten Password?

Retrieve your password

Please enter your username or email address to reset your password.

Log In

Add New Playlist

E-gazete aboneliği için tıklayınız.

Sonuç Yok
Tüm Sonuçları Görüntüle
  • Tümü
  • Güncel
  • Yaşam
  • Söyleşi
  • Forum
  • Politika
  • Kadın
  • Dünya
  • Ortadoğu
  • Kültür
  • Emek-Ekonomi
  • Ekoloji
  • Emek-Ekonomi
  • Yazarlar
  • Editörün Seçtikleri
  • Panorama
    • Panorama 2024
    • Panorama 2023
    • Panorama 2022
  • Karikatür
  • Günün Manşeti

© 2022 Yeni Yaşam Gazetesi - Tüm Hakları Saklıdır