Uşağı efendinin kaygısına paydaş kılan bir nimet bu salgın. “Demokratik karakteri” sayesinde edep sınırlarımız yeniden netlik kazanıyor, genel huzursuzluktan kişisel önceliklere çekilmiş beşeri hezeyanlarımız yeni baştan hakça ve gereğince vurgulanıyor. Varlığımız, yoklukta ışıyor. Hiçbir şeyde bir şeyiz şimdi. Ve de daha fazlası. Çünkü artık yönetenle eşitiz bu yolda, sermayeyle kardeş, polisle hısım ve akraba. Bir şikayetimiz yok. Aradığımız şey, kaçtığımız sessizlikte. Olağanüstü hal talebi bu kez üsttekilerin değil, biz alttakilerin arzusu. Güvenlik, izolasyon ve yasak, efendiden önce bu kez bizim sığınağımız. Ölü yığınlara bulaşmadan ürkmüşler olarak ıssızlığa kaçmak, şimdi en çok bizim ısrarımız. Gücümüzün kaynağı birliğimizde, onun da sırrı bu dağılma hızımızda.
Henüz görünmeden, dünyayı ateşe veren paniği oldu. Öldüren salgın olmayacak, ama muhakkak canımıza okuyan bu korku olacak. Vaktiyle tehlikeli çılgınlar olabileceğimizi söylediklerinde, kâhinleri delilikle suçlamıştık. Kim bilir, belki de kendi zararına akıllı olmayı seçtiklerinden. Çünkü asla iyileşmeyecek devasa yıkıntı yığınlarından ibaret kalacağımızı, sağlıklı bir yaşama sırt çeviren bu soluk benizli hastalardan duymak bizi her zaman küçük düşürmüştür. Oysa gırtlağına dek ihtirasla ve kendimizle doldurduğumuz bu dünyadan şimdi delirmiş kalabalıklar halinde uçsuz bucaksız bir yalnızlığa doludizgin kaçışıyoruz. Zamanın o büyük gecesine giriyor, oradan da yalıtılmış nemli odaların o ürkütücü zifiri kuytularına çekiliyor ve buradan sefil kalıntılar halinde de olsa günün birinde capcanlı çıkabileceğimizi umut ederek bekliyoruz.
Açgözlülüğümüz, yalanlarımız ve abartılarımız artık geleceğin ta kendisi. Uzun zamandır hakikati iğfal eden dedikodu bile artık vaktiyle ne olmuş olabileceğimizi ve gelecekte neye dönüşebileceğimizi söyleyebilir. Yaşamak için ölümü dürtecek, iyileşmek için hastalığı çağıracak, varlığımızı sürdürmek için kendimizi yok edeceğiz. Bu dünyadaki önemsiz, ama pek tatlı canımız için her felaket bir efendi neşesiyle kapımızı çalacak, onu, hürmetli uşak gülümsemesiyle biz ağırlayacağız. Ölümden yiyip içtikçe kendimizi iyi hissedeceğiz. Ama iştahımız kabardıkça toprağımız azalacak, hırsımız arttıkça sularımız tükenecek, tutkularımız yayıldıkça havamız yok olup gidecek. Sığlık dayanağımız, bitkinlik övüncümüz, safsata yol göstericimiz. Buna rağmen bizi bir bütün olarak ayakta tutan ve bize o çılgın yönelimi kazandıran yine de ondan ölesiye sakındığımız hala şu ezeli kalıtsal hastalığımız. Eski inanışların üstünden barbar saflığı çekip alalı işte birbirimizi yiyor, yamyamlık koşulsuz bir buyrukla sürükleyeli, iştahımızla aklımızın birleştiğini ve daha yüksek bir varlıkta tamamlanmış olduğumuzu birbirimizden arta kalanı yağmalayarak sergiliyoruz.
Telaş uyarıcı bir şeydir, bizi ataletten uzaklaştırır; panik yanlış bir atağı, onun beceriksiz yürüyüşü olsa da yüreğin ayaklanışıdır, bizi uyuşup kalmaktan alıkoyar; korku muhakeme bozucu olsa da bir heyecan atılımıdır, bizi can sıkıntısından kurtarır. Fakat giderilmesi imkansız pürüzler, hiçbir şeyin yolunda gitmeyeceğini gösteren manzaralar da var. Kötülüğün biriktirici etkileri bunlar. İşte hastalığa bürünüp geneli vurduğunda beşerin yalnızlık içinde dağılmasına sebep o panik türü şeyler. İnkara ne lüzum, önceden döşendi yolun taşları, oradan yürüdük baştan beri. Yalanlarla büyüdük, riyayla giydirildik, hiç incitmediğine göre şimdi de onlarla gömüleceğiz. Bunu biliyoruz, o yüzden de salgından önce onun korkusu kırıp geçiyor. Hâlbuki aynı kürede milyonların açlıktan ölmesi kimseyi korkutmuyor, çünkü herkesi vuracak belirtiler göstermiyor; zehirli gazlarla on binlerin can vermesi tedirgin etmiyor, çünkü yayılmacı bir karakter taşımıyor, halkların kırımı ve ülkelerin yıkımı ürkütmüyor, çünkü yeryüzünün kör bölgelerinden taşmıyor; yüzbinlerin imhası kimseyi dehşete düşürmüyor, çünkü bulaşıcı sonuçlar doğurmuyor.
Ve tüm bunlara rağmen yaşamak istiyoruz, bütün ilişkileri feshederek korkunç bir beklentinin eşitliği içinde ölesiye titrerken hala görkemli şeyleri umuyoruz. Belki sırf bu yüzden yaşam hep geç gelecek ve belki de doğa sırf bu yüzden ne eski bir görkemi ne de şimdiyi kimseye layık görmeyecek.