Sanatçının yüksek politik bilinç taşıması, mücadeleci olması ve bu bilinçle yoğrularak tarihsel toplumsal duyarlılığı sözün gerektirdiği gibi bir sanatçı inceliğiyle taşıması gerekir. Politik ve mücadeleci olması sanat judenratlarına karşı bir duruşu ortaya çıkarırken, tarihsel toplumsal duyarlılığın olması da Kürtlük inşasına katkı sunacak olan sanatı yapma gücünü, yaratıcılığını açığa çıkaracaktır
Dilzar Dîlok
Kürtlük yeniden ve özgürce inşa edilecekse, köklü ele alınacak ve aşılacak çok konu var demektir. Bunlardan biri de Kürt judenratlarıdır. Judenrat kavramını biz Önder Apo’dan öğrendik. Kürt judenratlarıyla Kürtlük inşa edilemeyeceği Kürtçe yayın yaptığını söyleyen resmi kanallarda ıspat edildi.
Kürtlük, Türklüğün Kürtçe konuşan hali değildir. Türkiye sınırları içinde ya da dışında aynı zihniyetle yayın yapmak Kürtlüğe hizmet etmiyor, tersine Kürtlüğü özgürlükten, özgür toplumsallıktan uzaklaştırıyor. Bu tür yayınların Kürt toplumsallığına has siyasal bir yanı olmadığı gibi Kürtlüğü kapitalist moderniteye en gerisinden eklemlendirme amacı taşıdığı, hiçbir özgür yaşam perspektifi sunmadığı da biliniyor.
Kürtlük bir tercüme sorunu değildir. Resmi Türklük ideolojisini ya da başka tür kapitalist modernite temsilini yapan zihniyeti tercüme etmek Kürtlük değildir, tersine Kürtlükten kaçıştır, Kürtlüğe saldırıdır. Bundan dolayı bu tür yayınlarda Kürt aklı yoktur, sömürgecinin aklı vardır. Hatta sömürgeciliğin aklındaki Kürtlük vardır. Bundan dolayı da bu tür yayınlar Kürt toplumsallığına dair sorunsallığı inkarın bir kanıtı olarak kurgulanmış ve resmî kurumların yaptığı mevcut resmî ideolojiyi ve resmi Türklüğü tercüme etmekten öteye gitmemiştir. Ancak özgür Kürtlüğün yarım asırlık mücadelesi Kürtlüğün bu düzeyde aşağılanmasını kabullenmemiştir ve kabullenmeyecektir.
Kültür ve sanat alanındaki judenratlık, üzerinde durmaya değerdir. Öncelikli belirtilmesi gereken şudur: Soykırım zihniyetiyle, soykırım rejimleri elinde kullanılan kültür-sanat judenratları, hâkim rejimlerin koçbaşı rolünü oynamaktadırlar. Büyük zarar vermekte, yıkımın öncüsü olmakta, hiçbir anlam yaratamadan yok olup gitmektedirler.
Kürtlüğün tortusu bile olamayacak düzeyde karakterlerin Kürtçe şarkılar söylemeleri, halay çekmeleri ya da kolektif özgür Kürtlük namına anlam inşa etmeyen yaşamlarından söz etmelerinin Kürtlük inşasına bir katkısı yoktur. Tersine zararı vardır. Çünkü Kürtlüğün özgür iradesini inkâr ederek varolmuş ve şekillenmişlerdir. Özgür Kürt iradesini temsil edenler büyük bedeller pahasına ve bu iradeye rağmen ortaya çıkmış ve varolmuşlardır. Herkesin malumudur ki, özgür Kürt iradesinde ısrar olmasaydı ve on binlerle ifade edilen can pahası olmasaydı, bu tiplerin değil Kürtlüğü, insanlığı bile tartışma konusu olurdu.
Resmî ideolojinin soykırım yöntemlerinden olan bu durumun diğer ucu da Kürtlük inkârı üzerinden inşa edilen Türklük durumudur. Açıktır ki Kürt judenratlarıyla Türklük de inşa edilemez. Bugün Türk kimliği denilenin içinden Kürtlere, Farslara, Araplara, Yunun-Rumlara, Hemşin, Laz ya da başka halklara ait olanları çıkardığımızda geriye neyin kalacağı merak konusudur. Soykırımlar üzerinden ortaya atılan bölgesel judenratlar çeşitliliği ile Türk halkının etnik kimliğinin inşası mümkün değildir. Varolan Türklük değildir, bölgenin demografik renkliliğidir. Türkmenlerin bu konuda kendilerine ait değerleri ayrıdır, anlamlıdır ve tarihsel toplumsallığı içinde incelenmeye değerdir.
Judenratlarla hiçbir inşa gerçekleştirilemez. Çünkü judenratlık inşa değil yıkım odaklı oluşturulmuş bir ara tabakadır. O, ne kendine ne düşmanına fayda sağlar. Soykırımın devamı olarak kültürel soykırım kapsamında geliştirilen adımlardan bazılarını ifade eder. Bu amaçla Kürdistan’da kimi bölgeler belirlenmiş ve o bölgelere has karikatürize, asimile olmuş, türkücü tipler ortaya çıkarılmış, gençler başta olmak üzere o bölge insanının yönü o tarafa çevrilmeye çalışılmıştır. Müzikte içine egemen ulus başta olmak üzere tüm hâkim sistem baskılarının sebep olduğu hayatın acıları katılarak, sinemada romantik aşk ve mahalle kabadayılığı görselleştirilip ideal tip olarak sunulmuş ve en çok da genç kuşakların ilgisi sömürülmeye çalışılmıştır. Bu konuda rol oynayan, kendince başarılı olan, az çok seyirci-dinleyici toplayan da az değildir.
Türkiye’de koruculuk sistemi kadar etkilidir sanat judenratlığı. On binlerce korucu vardır ve ancak bir kültür hırsızı veya bir sanat judenratı, bin korucunun verdiği zararı verebilmiştir. Özgür basın alanında yıllardır Kürtçemizden çalınan şarkıları derleyen az da olsa anlamlı çalışmalar yapılmaktadır ancak henüz varolan hırsızlıkların yarısı dahi ele alınıp incelenebilmiş değildir. Bu kişiler bizim nazarımızda kültür-sanat hırsızı olurken, ne yazık ki kendi halklarınca da hiç haketmedikleri halde “değerli sanatçı” “muhterem” gibi unvanlarla anılır olmuşlar. (Ne de olsa kapitalizm, hırsızın soylu kılındığı bir sistemdir.) Adeta kültürel soykırımdan geçirilen Kürtlük üzerinden nam salmışlar, unvan edinmişler ve yaşamlarını sürdürecek herşeyi elde etmişlerdir. Türkiye’de böyle “muhterem” diye anılan Sıdıka Avarlar’ı az değildir.
Şarkıları bozan, Türkçeye çeviren, çalan kişiler eliyle Kürt kültürü, müziği, Kürt ezgileri büyük saldırılara uğramıştır. Yıllarca “Irmağının akışına ölürüm” diye Türkiye halklarına dinletilenin bir Kürt şarkısı olduğunu duyduğumda yaşadığım duyguyu unutamam. Bir yandan Kürt ezgisi olmasının şaşkınlığı, bir yandan da katledilen Kürt kültürü, sanatı, ezgisinin ve ruhunun cesedi üzerinden inşa edilen milliyetçi ve faşizan duygular. Hırsız namına, meyhanede ezan okumaktan büyük bir saldırıdır bu. Ve büyük ahlak yitimidir. Ayağında Kundura (Min xem deryayek ji agire), Cumbullu (yara min) … örnekleri binlerce olan bir büyük soygun alanıdır Kürtlük ve Kürt kültürü.
Kürtlük kendi özgür iradesine sahip çıkarak Kürtlüğü özgür toplumsallık temelinde inşa etme kararlılığı gösterip varlık mücadelesine başlayıncaya kadar da Kürt sanatına yönelik hırsızlıklar sürmüştür.
Ayrı bir konu olarak müzik alanında Kürtçe-Türkçe olmak üzere iki dilli şarkılar da denenmiştir. Bu şarkılar halkımızın gönlünde yer edinmişse de kültürel soykırımı durduramamış, Kürtler dışına da taşmamıştır.
Sanat hırsızları kadar kötü rol oynayan bir diğer unsur da sanat judenratlarıdır. Sanat judenratlarının sanat hırsızlarından farkı Kürt olmalarıdır. Bundan dolayı hırsız olamazlar, judenrat olurlar. Onlar sözleri ve ezgiyi çalmaz, onlar Kürtlüğün ruhunu çalarlar. Egemen ulustan olamamanın ve hiçbir zaman da egemen ulusa ait olamayacağını bilmenin verdiği bir çaresizlikle, eziklikle ve yokluk hissiyle özgür Kürtlüğün ruhunu çalmak ister sanat judenratları. Özgür Kürdün emeğiyle yarattıklarını kullanmak ister. Kimisi düşman kalesinden Kürtçe türkü çağırır, kimi direniş türküsünü çeluxar yapıp düğün türküsüne çevirir. Aralarında nüans farkı vardır.
Soykırımcı rejim temsilcilerinin, askerin jandarmanın önünde türlü şaklabanlıkları yaparak onları eğlendirmeye çalışan, şarkı söylemekten öte celladın önünde şirin görünmeyi amaç edinen, sanatı da bu amaç doğrultusunda araçsallaştıran, sanattan öte bir judenratlık gösterisiyle askerleri eğlendiren bazı ucubeler de var. Düştükçe düşüşün bilmezliğinin yaşanması örneği olan bu tipler ancak öfke ve utançla bile anılamayacak kadar değersizdir ancak ara bir başlık olarak koyup dikkat çekmekte fayda vardır.
“Kürt kökenli” olup Türkleşenler ve magazin piyasasını besleyenler bir yana bir de Kürtlüğünü güya inkâr etmeyenler var. Bunlar kendi şahıslarında özgür kürtlüğü inkâr etmiş olduklarından egemen sistemlerin hizmetinde, resmî ideolojinin kuklalığını yaparlar.
Korucu sistemi ve etrafında oluşan düşme, çeteleşme, mafyalaşma, devlete yamanmışlık nasıl ki sistemin her zaman gerekli olmayan bir parçasıysa, sanatta koçbaşı olanlar da aynı şekilde her zaman gerekli olmazlar. Gerektikleri zaman karanlıklardan çıkarılıp kullanılır, eskidiklerinde de çöpe atılırlar.
Bunların hepsi rejimin koçbaşlarıdır. Koçbaşı olarak kullanılan judenratlar çoktur ama sanat alanında görünmeyen, judenratlığını estetize etmeye çalışırken karikatürize bile edemeyen duruşlar, tiplemeler Kürtlüğe en büyük zararı verenlerdir. Örneklendirmeye gerek yoktur, zaten halkımız bunları bilmekte ve ayrıştırmaktadır.
Baskıcı soykırım rejimlerinde Judenrat olmadan yaşamak büyük bir mücadele ister. Özgür iradeyi sürekli canlı tutmayı, bunun için sürekli bir anlam inşasını gerekli kılar. Çoğu zaman bu anlam inşasına verilen büyük emek, güç ve enerji, başka bir inşaya fırsat sunmayacak düzeye gelir. Ancak inşa edilen anlam, Kürtlüğün özüne işlenir. Ancak sırf hayatta kalmak için Kürtlükten kaçışı tercih edenler de az değildir.
Bu sıralamalar içinde olmasa da eleştiri babında kimi anlayışlardan söz etmek gerekir. Bunlar da Kürtlüğü belli düzeyde sahiplenen ancak Kürt sanatını yerinde ve hakikatine göre icra etmeyen, Kürt kültürünü tarihsel toplumsallığı içinde anlayıp bilerek özümseyerek icra etmeyen, bu anlamda niyetsel olarak “iyi” olsa da yüzeysellikten dolayı Kürt kültürel direnişini zayıflatan duruşlardır.
Doğru tarafta olmanın göğüsleyiciliği ilk adımdır, ama yetmez. Doğru tarafta olup anı anına, günlük olarak doğru adım atmamak-atamamak da yetersiz bir tablo oluşturur. Yaratıcı olamamak en büyük eksikliktir. Anlam yaratamama ya da yarım anlamlarla icraya yönelişin sonuçları yeterli katkıyı sunmamaktadır. Hatta kimi zaman faydadan çok zarar getirmektedir. Yaratıcı olmama ve anlam yaratamama, özünde taklitten kurtulamayan zihniyetlerin ürünüdür. Güçlü ve köklü tarihsel toplumsal anlayışı inşa edememekten kaynağını almaktadır.
Sanatta mimetik yaklaşım Kürt kültürüne katkı sunmamaktadır. Mimetik yaklaşım, belki soykırım zamanlarında bir direniş olarak ortaya çıkar, unutturulmaya çalışılan zamanlarda unutturmama eylemi olur. İcradan dolayı değil, icranın işaret ettiği anlamdan dolayı bir anlamı önceki bir zamandan alıp içinde olunan zamana taşır. Ancak yeni bir anlam, dolayısıyla zihniyet yaratmaz. Anlam ve zihniyet yaratmayan, özgür yaşam anlayışını inşa etmeyen hiçbir icra sanat olamaz, özgür Kürdün sanatı olamaz. Ancak Cegerxwîn’in Kîne Em sorusu kadar sade-basit bir soru milyonlarca kişide anlam ve zihniyet inşa ediyorsa ettiğinden özgürlükseldir, tarihsel ve toplumsaldır.
Sanat tanımlarınken taklit ile ilişkilendirilir. Doğayı taklit etmek, örneğin su sesini kuş seslerini taklit etmek bir müzisyenin güzel bir eser yaratmasına vesile olabilir. Ancak yapılmış bir siyasal eylemi sanatta taklit etmek aynı anlamı yaratmaz. Hem sanat olmaz hem siyaset olmaz. Öyleyse ne olur? Bir halkın tarihinde büyük tarihsel anlamı olan ve tekrarlanması mümkün olmayan bir siyasal eylemi sanat adına canlandırmaya girişmek, sanat adına büyük kayıptır. Böyle bir edimi sanatçı kişinin aklının ucundan geçirmesi sanat-sanatçı adına hayıflanmamızı getirir, siyaset adına da kabullenmememizi ve eleştiri yapmamızı gerekli kılar. Zira hakikat sanatçısı olan bireyin, büyük tarihsel anlamı olan siyasal bir adımı sanat sahasında taklit etmesi, hayal edip kurgulaması, önermeye dönüştürmesi ya da sahnelemesi de sanata da siyasete de katkı sunmaz, kendi başına da anlam yaratamaz.
Günümüzde politika bunca yaratıcılığı, cesareti gerektirirken sanatta yaratıcı olamamak, taklitçi olmak anlam inşasında özne olmayı getirmez. Bu anlamda sanatçının yüksek politik bilinç taşıması, mücadeleci olması ve bu bilinçle yoğrularak tarihsel toplumsal duyarlılığı sözün gerektirdiği gibi bir sanatçı inceliğiyle taşıması gerekir. Politik ve mücadeleci olması sanat hırsızlarına, sanat judenratlarına karşı bir duruşu ortaya çıkarırken, tarihsel toplumsal duyarlılığın olması da sanatçının özgür Kürtlük inşasına katkı sunacak olan sanatı yapma gücünü, yaratıcılığını açığa çıkaracaktır. Bunu başarabilen sanatçı tarih yapıcı rolü de alacak ve en iyi şekilde temsil edecektir. Bu anlamda Önder Apo’nun Barış ve Demokratik Toplum Manifestosu hakiki sanatçıların dilinde sanat diliyle anlatılmayı beklemektedir.









