Bir sanat eserinin değerlendirilmesinde o eserin yaratıcısı olan sanatçının kendisinin de bu değerlendirmeye dahil olup olmadığı meselesi çok uzun zamanlardır üzerine çokça konuşulan meselelerden biridir. Şüphesiz hiçbir sanat eserini, yaratıcısından bağımsız ele almak mümkün değildir. Ve doğaldır ki bir sanat eseri, kendi yaratıcısına ait çokça etkiyi bünyesinde taşır.
Kişisel olarak bir sanat eseriyle ilgili olarak kendi içerisinde yapılan değerlendirmenin en derinlikli ve en sahici değerlendirme olduğuna inananlardanım. Estetiğin genel kıstasları, üretimin verildiği sanat disiplininin deneyim ve teamülleri kullanılarak ve elbette yenilikçi, değişimci bakış açılarına da sonuna kadar alan açarak bir sanat eserini değerlendirmek gerektiğini düşünüyorum. Sanat eserinin kendi durduğu yer ve ihtiva ettikleri kadar elbette onu değerlendirmeye tabi tutan okuyucu, izleyici, dinleyici ve eleştirmenin de kişisel deneyimleri, toplumsal koşullanmaları, toplumsal refleksleri, ideolojik formasyonları bir sanat eserinin değerlendirilmesinde kendine ciddi yer bulmaktadır.
Başta Kürtler olmak üzere, temasta olduğumuz Türk, Arap, Fars gibi Ortadoğu halklarına ait sanatsal üretimlerin değerlendirilmesinde kullanılan kıstasların ne yazık ki sanat eserinin estetik özellikleri ile çok az ilgisi vardır. Ne eleştirmenlerin ne de sanat eseri izleyicisi, okuyucusu, ya da dinleyicisinin yeterince estetik birikim ve deneyime, alt yapıya sahip olmaması bu sonucu ortaya çıkarmaktadır. Ve elbette bu sonucu ortaya çıkaran en önemli faktör, bu toplumlara ait sanatçının kendisinin ve ortaya koyduğu üretimlerin estetik açıdan zayıflığı, yüzeyselliğidir. Yeni hiçbir söz söylemeyen, yaşama dair kendine ait bir sözü olmayan; sığ, refleksif duyguları harekete geçiren imajlar, melodiler, sözler üretmekten öteye gitmeyen bir üretimin, sanat olarak sunulması bu toplumların temel özellikleridir.
Ve üstelik de üretimlerin böyle olmasının nedeni, mesela Kürtler gibi politize olmuş ve direniş içerisinde olan halklar açısından ideolojik bir saik ile yapılıyor olmasıdır. İdeolojik propaganda yapmak, kitleleri direnişe dair ajite etmek bu sanat eserlerinin ve sanatçıların temel motivasyonu ve argümanı olduğu görülmektedir. Elbette sanat eserinin ideolojik olmaması, sanatçının ajitatör olmaması gerektiği gibi bir değerlendirme bu yazının maksadı değildir. Bilakis bir sanat eserinin sonuna kadar ideolojik bir duruş ve saik ile üretilmesi ve direnişi ajite etmede rol oynaması gerektiğini düşünüyorum. Fakat estetikten, hoş olandan, derinlikten, yeni olmaktan uzak, sadece anlık olarak kitleleri bir yere sürükleyecek ajitatif dile sahip sanatsal üretimler, günlük olarak, çok kısa vadeli olarak olumlu bir işlev üstlenseler bile orta ve uzun vadede hizmet ettiklerini düşündükleri ideolojiye karşıt kişiliklerin, davranışların ve toplumsal özelliklerin ortaya çıkmasına yol açarlar. Bir sanatçı halkının, insanlığın en donanımlı devrimcisidir. Sanatı, toplumun üstünde, yukarıda, yüce bir şey olarak görmediği gibi gündelik, sığ, ucuz popüler siyaset diline de tenezzül etmez. Sanatçı ve eseri, tıkanan, yozlaşan, savrulan toplumsal yapıya karşı itiraz eden, yeni bir söz söyleyen ve bunu en derin güzelliğin, en derin estetiğin içinden süzerek yapandır. Devrim sanat, sanat devrimdir. Sanatçı devrimci, devrimci sanatçıdır.
Bugün Kürdistan devriminin en temel problemlerinden biri sığ popüler kültür anlayışını aşabilen bir ideolojik duruşun ve estetik kavrayışın sahibi çok az sanatçıya sahip olmasıdır.
İdeolojik ve estettik sığlığı aşamayan sanatçının çoğu zaman ulaştığı yer istismarcılık ve tutarsızlıktır. Çatışmasızlık dönemlerinde, söylenen sözler ve yapılan eylemlerin bir tehlike teşkil etmediği dönemlerde en keskin söylemlerle ajitasyon yapmak, ürettikleri söz ya da imajlarda en ideolojik motifleri, konuları, mağduriyetleri kullanmak ve bunun için halktan beğeni ve alkış almak ama koşullar zorlaştığında ve kendi şahsı için bir tehlike belirdiğinde halkıyla birlikte mücadele etmek, onlara öncülük etmek yerine kişisel yaşamını güvenceye alacağı iklimlere yelken açmak bu kişiliğin temel davranış biçimidir.
Kürtlerin tarihlerinin en çetin süreçlerinden birini yaşadıkları, bir var olma-yok olma tehlikesiyle karşı karşıya oldukları koşullarda, bu durumu ne üretimlerinin bir parçası kılma ne de bu duruma karşı halkından yana bir tavır bir tutum geliştirme, bir pozisyon alma noktasında hiçbir en ufak bir refleks geliştirmeyen sanatçılar toplum tarafından ahlaki ve vicdani olarak mutlaka hesaba çekileceklerdir. Bir tane Kürtçe şarkının terennüm edilebilmesi, iki kelam Kürtçe konuşulabilmesi için büyük ağır bedeller ödenmiş, muazzam emek harcanmış, büyük acılar yaşanmıştır. Tüm bu ağır bedelleri, muazzam emekleri, büyük acıları üretimlerine katık edip, bu emeğin yaratılmasına her şeyini yatırmış olan direnişçileri yok sayan bir saygısız tutum içine giren, bu halkı sadece müşteri gibi gören, istismar ettiği duyguların pazarı sayan sanatçı anlayışına güçlü bir itirazın öncelikli olarak halkının sanatçısı olabilmiş sanatçılardan gelmesi, buna karşı kararlı ve ısrarlı tutum alınması son derece önemlidir.