İçinden geçilen süreç kabul edelim ya da etmeyelim, sancılı bir süreçtir.
Kutuplaştırma zemininin canlı tutulmaya çalışıldığı, hakaretlerin daha da arttığı, savaşın devasa bütçesinden nemalanan birey/kurum-kuruluşların tedirginlikleri, sabote etme çabaları ve daha sayılacak onlarca detay savaş siyasetini beslemeye dönüktür.
Haliyle yaşanmak istenen, sarılmak istenen demokratik gidişat, gerçek bir “demokratikleşme sancısı” yaşar.
90’da Güney Afirka’da barış görüşmelerinin başladıktan sonra kopan tufanı hatırlamak yeterlidir.
Zulu milliyetçisi Inkatha Özgürlük Partisi (IFP) ile Afrika Ulusal Kongresi (ANC) arasında yoğunlaşan çatışmalar, Apartheid rejimini destekleyen bazı beyaz üstünlükçü grupların (ör. Afrikaner Weerstandsbeweging/AWB) sabotajları, ANC ve hükümet arasında güven zedelenmeleri, barış görüşmeleri boyunca artan yoksulluk ve derin ekonomik krizin yarattığı toplumsal bunalımlar, Apartheid karşıtı lider Chris Hani’nin öldürülmesi gibi cinayetler, provokasyonlar, Boipatong Katliamı gibi toplu şiddet olayları ve hepsinden öte ülkede başlayan ‘taksici savaşları’… Tablo buydu, fakat masadan kalkılmadı.
Sancı bir şekilde form değiştirdi.
Sancı bir doğumu müjdelese de yaşam değil savaş siyasetinin egemen kılındığı, vatandaşların tüm mekanizmalardan devre dışı bırakıldığı bir ortamda sancı şiddetlenir.
Haliyle toplumsal tüm alanlara el konulduğu, ak ve kara mantığı ile hukukun yerle yeksan edildiği süreçlerde, ihtiyaç duyulan en önemli şey savaş veya fiziki şiddet araçları değil; yumuşak güce dayalı bir geçiş senaryosudur.
Bu senaryo on yılladır ifade edildiği üzere rasyonel, kültürel ve politik olmalıdır.
Bugün tarihi bir süreçten geçerken, toplumsal barış arzulanırken, bunu öncüleyen en önemli şeyin toplumsal bir uzlaşı olması gerektiği fikri doğal bir beklentidir. Hatta derin bir toplumsal uzlaşıya ihtiyaç vardır.
Bunu sağlamanın birincil şartı demokratik bir temas ve diyalogun varlığıdır.
Demokratik diyalogun varlığı, çatışma kültüründen uzaklığın da ifadesi ve beyanıdır.
Mevcut süreçte temastan kaçınma var, bu kaçış nasıl çözülür elbette zaman gösterecektir. Fakat temas ve diyalog, sonuca giden yolun en önemli ayaklarıdır.
2013 Newroz Bildirgesi tarihi bir yol haritası ve çözüm beyanı idi.
Dolmabahçe Mutabakatı tarihi bir yol haritası ve çözüm iradesi idi.
Bu iki belge de günceldir, yerinde durmaktadır.
Her iki beyan, bedeli ne olursa olsun hareket etme kararlılığın nişanesi idi.
Tüm hikâyenin özeti, tüm inkarlara rağmen basittir: Ülkede yaşayan tüm ötekilere, başta Kürtler olmak üzere, siyaset ve hukuken “yer açma” gerekliliği.
Buradan düşünürsek belki görev ve sorumluluklar da hızlıca görünür olur.
Kürtlere ve diğer halklara yer açmak, Türkiye’nin yerli yerine oturmasıdır.
Bu tarihin bir göstergesidir; yeni bir icat veya söylem değildir.
Bunu anlamamak için ipe un serersek büyük kaybedilir.
Bugün de olan şey, özü itibariyle yıkıntılar arasından demokratik bir siyaseti yaratma çabasıdır. Bu çabanın üç temel ayağı var:
Daha önce açıklandı: “Demokratik uzlaşı, özgür siyaset ve evrensel hukuk…”
Bu aşamalar gerçekten de toplumsal ihtiyacın ekmeği ve suyudur.
Aksi tüm halleri zaman kaybıdır, erteleme ve sürünceme bırakmadır.
Kabul ediyor herkes: Savaş, barışın yokluğu değildir, barış da savaşın…
Barış bir bilinç işidir. Zorluğu da buradan gelir.
“Barış olgusu, ne tümüyle savaş halinin ortadan kaldırılmasıdır ne de bir tarafın üstünlüğü altındaki istikrar ve savaşın olmaması halidir” diyor Öcalan.
Bu tespiti Clausewitz’de de bulmak mümkün.
Barışın espirisi, tarafların üstünlüğüne dayanmamasıdır.
Barış görüşülürken bir tarafın üstünlüğünden bahsetmemek lazım.
İktidar ve devlet üstünlüğü üzerinden de düşünmek yanlıştır.
İlkesel bir barışın bugün kabul edilen çok sade çehreleri vardır.
Örneğin bir toplumun öz ve ahlaki değerlerine göre işleyiş olmuyor, rıza buradan üretilemiyorsa süreç nasıl ilerler?
Devlet denen aygıtın parsellediği tüm dinamiklerin sosyolojik anlamda demokrasi üzerinden okuması-paylaşımı olmadan barışı nasıl gündem yapabiliriz sorusu hala ortadadır.
Gerçek bir barışın güzelliği de zorluğu da buradadır.
Çünkü barış, “son tahlilde demokrasi ile devletin koşullu uzlaşmasıdır.”
Bize demokrasi ile uzlaşan bir devlet lazım, bir de devlet+demokrasi formülünü de yeniden hatırlamak…
DEM Parti’nin cesaretle ve akılla bir katalizör gibi tüm siyasi yapıları demokratikleşmeye çağıracak, demokratik diyalog, müzakere ve çözüm siyasetini geliştirecek kapasitesi bugün her zamankinden fazladır diye düşünüyorum.
Toplumsal uzlaşı, ilkesel ve toplumsal bir barışın da kapısıdır…
DEM, bu kapıyı sonuna kadar zorlamalıdır.