Yerel seçim için oy kullanma işlemi hâlâ sürerken seçimin sonuçlanmış olduğu gün okurla buluşacak bir yazı yazmanın zorluğu ama bir yandan da rahatlığı ile karşı karşıyayım. Sonuçlar henüz bilinmediğinden bazı fikirleri yazmak için en uygun gün zira.
2014 yerel seçimlerinin hemen ertesi günü o dönem emektarı olduğum Dev Sağlık İş Sendikası’nın İstanbul Bakırköy Ruh ve Sinir Hastalıkları Hastanesi’nde gerçekleştirdiği bir taşeron işçi eyleminin içindeydim. 100’den fazla taşeron işçi ile meşhur “Düşünen Adam heykeli” replikasının hemen altında işçilerin en insani taleplerini iletmek için randevu dahi verme lütfunda bulunmayan başhekimliği protesto ediyorduk. Düşünen Adam heykeli o esnada ülkedeki milyonlarca seçmenin ruh halini de tasvir ediyordu sanki. 1 gün önce 30 Mart 2014 yerel seçimleri yapılmıştı. Gezi ile yükselen AKP karşıtı ivme sandıkta -ne şekilde olduğu halen tartışmalı bir biçimde- AKP’nin yerel seçimde elde ettiği başarı ile gölgelenmişti. Seçim öncesinin iyimser havası dağılmıştı, muhalifler hayal kırıklığı yaşıyordu. Fakat seçim sonuçları netleştikten sadece 12 saat kadar sonra onlarca işçi ve sendikamız bir önceki iş günü kaldığımız yerden devam ediyorduk. Taşeron halen vardı, işçilerin hakları halen gasp ediliyordu, başhekim halen işçileri muhatap almıyordu, halen istediğimizi almak için yapabileceğimiz en etkili şey eylemimizdi ve halen ancak birleşerek ve itiraz ederek haklarımızı alabiliyorduk. Sınıf mücadelesinin en keskin çatışma alanlarından birine etki etmeyen bir seçim süreci ve sonucu yaşamıştık. Bu durumda seçimler ne kadar politik süreçler ya da tersten sınıf mücadelesi neden politikleşememişti gibi soruları sormak mümkün…
O gün onlarca işçinin AKP seçim mitinglerine gönderme içeren “Dik dur eğilme taşerona yenilme” sloganı eşliğinde Düşünen Adam heykelinin altında dururken yaşadığım aydınlanma sayesinde seçim ve sandık meselesini fazla abartmamak gerektiğini anladım. Çünkü bu ülkede işçilerin, kadınların, Kürtlerin, yaşanabilir bir kent ve doğa mücadelesi verenlerin sorunları sandığa sığmayacak kadar yapısal/sistemik sorunlar. Seçim sandığı bu barbarca ırkçıgerici yağma düzenini kuranlar ve savunanlar karşısında yürütülen stratejik mücadelenin onlarca aracından ve elbette onlarca hedefinden birisi. Bir gösterge, bir irade beyanı, mücadelenin bir kulvarı, birlikte deneyimlenecek başarı ya da başarısızlıklardan birisi. Seçimi toplumsal mücadelelerin amacı değil de bir aracı olarak görerek anlamlandırmak sol içindeki oy verin-vermeyin tartışmasından doğan karmaşayı da sadeleştirebiliyor.
Bu yerel seçimlerde AKP karşısında bir irade beyanında bulunmak, bir imkanı değerlendirmek ya da stratejik bir ortaklık/destek anlamlı olabilir. Fakat seçim sonuçları ne olursa olsun, olası yeni bir “kayyumlar dalgası”nı durduracak, hapishanelerde derinleşen yaralarımızı saracak, emeğin, kentlerin, doğanın yağmalanmasını durdurabilecek olanın yaşamın her alanına değen bir mücadele ve bu mücadelenin özörgütleri ile mümkün olduğu tecrübe ile sabit. Buna sahip olmadan sandıklarda elde edilen bir zaferin de gerçek ve kalıcı bir zafer olmayacağını biliyoruz. Bu nedenle seçimlere girmek, seçime girenleri desteklemek, oy vermek bizi daha az mücadeleci, daha az sosyalist yapmayacağı gibi CHP’nin iddia ettiği gibi dertlerimize de derman olmayacak. Martın sonu bahar diyerek sandığa çağıranlar olsa da benim gibi ilk gençliği “örgütlemişler baharı” ezgisi ile geçenler sandığı sokakla, yaşamla beraber düşünmeye devam edecektir.
Dilerim bu yazıyı okuduğunuz saatlerde dayanışmanın gücünü gösterdiğimiz, AKP’ye hiçbir alanda olmadığı gibi sandıkta da teslim olmadığımız bir günü idrak ediyorsunuzdur. Şimdi derin bir nefes alıp yola devam etme zamanı.