Heyet Tahrir el Şam (HTŞ) ile Türkiye’nin desteklediği çetelerden oluşan Suriye Milli Ordusu (SMO) 27 Kasım’da Esat rejimine karşı harekete geçti. Heyet Tahrir el Şam Esat rejimine karşı Şam’a doğru yürürken, Türkiye hükümetinin desteklediği çeteci Suriye Milli Ordusu ise Rojava’daki özerk bölgeye saldırmaya ve yağmalamaya yöneldi. Esat rejimi pes etti ve Esat ailesi ile birlikte 8 Aralık günü Şam’ı terk edip Rusya’ya sığındı. 27 Kasım’dan bu yana Ortadoğu ülkeleri, ABD ve Avrupa ülkeleri arasında yoğun bir diplomasi trafiği yapılıyor. Ancak özellikle Türkiye hükümetinin Rojava’daki özerk yönetime karşı saldırgan tutumları ve tehditkar söylemleri nedeniyle uluslararası kamuoyu kaygılı. ABD ve Avrupa ülkeleri Suriye’nin geleceği ve bu gelecekteki Kürtlerin, kadınların, laiklerin, Dürzilerin, Alevilerin, Hıristiyanların yeni Suriye yönetiminde nasıl yer alacakları konusunda Colani ile diyalog kurmanın yol ve yöntemlerini tartışıyorlar. Uluslararası kamuoyu bir yandan Şam’a diplomatik heyetler gönderilirken bir yandan da Colani’nin uluslararası medyaya konuşmasının yollarını açıyorlar. Colani de uluslararası medya yoluyla dünyaya ılımlı mesajlar vermeye, sivil ve medeni yüzünü göstermenin fırsatını iyi kullanıyor. Ancak şunu açıkça söylemek gerekir ki Colani’nin özellikle geçici hükümeti oluştururken Suriye’nin dinamikleriyle tartışmadan İdlip’teki hükümeti olduğu gibi Şam’a taşıması ve valileri ve üst düzey bürokratları sadece kendi yakınlarındakinden seçmesi ‘sivil ve medeni’ söylemi için iyi bir sınav vermediği açıktır. Bu nedenle Colani’nin ne söylediğine değil ne yaptığına bakmak geleceği öngörmek açısından daha sağlıklı olacaktır. O da Colani’nin şimdiye kadar ki pratikleri, açıklamalarıyla çelişkili olduğu aşikardır. Bu nedenle yeni rejimin pratikleri bir süre daha takip edilmeli ve farklılıkların hakları güvenceye alındıktan sonra Suriye’ye uygulanan yaptırımların kaldırılması tartışılmalıdır.
Suriye’de demokratik ve sivil bir anayasa ile ülkenin bütün farklılıklarının haklarının güvenceye alınabilecek bir sürece başlamanın ilk adımı da Türkiye hükümetinin Suriye’ye yönelik saldırgan tutumlarının durdurulması konusunda bütün uluslararası kamuoyu hemfikir. Türkiye hükümeti Suriye’yi Suriyelilere bırakmadıkça Suriye’de sivil yönetimin oluşmasında bir adım ileri gidilemez.
Peki Türkiye hükümeti ve yandaşları ne yapıyorlar? Her gün medyalarda ve alanlarda Ortadoğu’nun fatihi edalarıyla açıklamalar yapmaktadırlar. Özellikle yandaş kanallarda günün yirmi dört saati, kıymetleri kendilerinden menkul kişilerin TV’de haritaların başında Kürtlerin yurtlarını Suriye Milli Ordusu’yla ortak olarak nasıl yağmalayacaklarını anlatıyorlar. Rojava Özek Yönetimi’nin çatışmadan uzak, diplomasi ve diyalog ile ilişki kurma çabasını ‘korkaklık’ diye tanımlayarak zafer sarhoşluğunu yaşıyorlar.
Kürt karşıtlığı üzerine kurulan kahramanlık söylemleri, yayılmacı histerik duygular ile ‘82 ve devamı plakalı İllerle’ yayılmacı hezeyanlara sahip Türkiye hükümeti ve yandaşları görünce ister istemez akıllara yıldönümü olan 22 Aralık 1914 – 17 Ocak 1915 tarihleri arasında Turancı Enver’in sebep olduğu Sarıkamış faciası akıllara geliyor. Edirne’deki savaştan kaçan ve sahte kahraman edasıyla İstanbul’da kendini karşılatıp saraya damat olan Enver bütün Türkleri tek devlette toplamak amacıyla Orta Asya’ya doğru hareket geçti. Ancak Enver’in histerik ve hezeyan duygularla dolu yayılmacı hayallerinin bedelini altmış bin askerin donarak ölmesiyle ödedi.
Türkiye hükümetinin ve yandaşlarının Suriye’nin geleceği ile ilgili tutumları hem yayılmacı politikaları hem de Kürt karşıtlığı politikaları nedeniyle çok sakıncalı ve bu politikalar ciddi riskleri içinde barındırmaktadır. Neo-Osmanlıcı yayılmacı politikalarla hareket edenler Sarıkamış’ta yaşamını yitiren altmış bin can ile beraber Amerika’nın Vietnam bataklığını da düşünmelidir. 1 Kasım 1955’te başlayan ve Amerika Birleşik Devletleri ile Sovyetler Birliği arasında süren en uzun ve yüksek maliyetli Vietnam savaşı yıkımlarının sonuçları halen sürmektedir. Vietnam savaşı sadece Vietnam ile sınırlı kalmamış aynı zamanda Kamboçya ve Laous’a da yayılan bir savaştı. Amerika 1963-1973 yılları arasında müdahil olduğu savaşta bataklığa saplanmış ve bir türlü çıkamamıştı. Vietnam savaşının travmasını da en çok Amerikan halkı yaşadı.
Savaş yıkımı ve yayılmacılığı savaşın doğasında vardır. Başlaması kolay ama bitirmesi zor bir süreçtir savaş. O nedenle Türkiye hükümeti aklını başına almalı ve Ortadoğu bataklığına girmek yerine savaştan olabildiğince uzak durmalıdır. Yoksa ‘82 ve devamı plakalı İlleri’ elde etmenin yayılmacı hezeyanlarıyla hareket ederse savaşın nereye varacağını kimse kestiremez.
Yine Malazgirt’ten Çaldıran savaşına, Abdulhamit’ten Kurtuluş savaşına ve günümüze kadar Kürt-Türk ittifaklarında görüldüğü gibi Kürtlerle ittifak Ortadoğu’da söz sahibi olmanın anahtarıdır. 20. yüzyılda Kürtlerin devlete ihtiyaç duymamasının temel sebebi yeni kurulan cumhuriyetle birlikte özerk (muhtariyet) yaşam konusunda anlaşmalarındandır. Kürtler bugün de Türkiye’nin toprak bütünlüğünde, hukuksal statüleri tanınmış şekilde yaşama kararlılığındadırlar. Türkiye sınırları dışında kalan bütün Kürtler de Türkiye Cumhuriyeti ile barışçıl ilişkiler geliştirmek istemektedirler. Üstelik Kürdistan’ın bütün parçalarında ve Avrupa’da yaşayan Kürtlerde Sayın Öcalan’ın tutumu karşılık bulmaktadır. Bu durum Türkiye devleti ve Ortadoğu barışı için önemli bir fırsattır. Türkiye için yararlı olanı Rojava’nın özerk bölgesine saldırmak, bölgeyi SMO’lu çetelere yağmalatmak değildir. Türkiye için yararlı olan Rojava özerk bölgesi ile diplomatik ilişkiler geliştirmektir. Böylelikle hem Ortadoğu’nun ve Suriye’nin iç barışına katkıda bulunmuş olunacak hem de kendi vatandaşı olan Kürtlerin devletle olan duygusal bağını güçlendirecektir.
Bu dönemde muhalefete ve Türkiye halklarına da sorumluluk düşmektedir. Muhalefetin ve halkın tutumlarına bakıldığında AKP’nin savaş tamtamları çalan politikalarını desteklemiyorlar. Ancak AKP’nin yayılmacı propaganda ve manipülasyonlarını etkisi altında kaldıklarından savaşa hayır da diyemiyorlar. Halk ve muhalefet birlikte savaş karşıtı seslerini yükseltmelidir. Halkın gündemi savaş değildir, halkın gündemi asgari ücret, emekli maaşları, satın alma gücündeki düşüş ve yoksulluktur. Halkın savaş maliyetine katlanacak gücü kalmamıştır. Halk bir kurşunun kaç para olduğunu öğrenmek istemiyor, ekmeğin fiyatını öğrenmek istiyor. Muhalefet daha ciddi, cesur ve sorumlu davranmalıdır.