Gazeteci Ramazan Öztürk, deneyimlerini tanıklıklarını ‘Savaş Yılları Günlüğü’ kitabıyla okuyucuyla buluşturdu
Ortadoğu’da emeryalist blokun desteğiyle Kürtlere yönelik kimyasal saldırılar sonrasını fotoğraflayan Gazeteci Ramazan Öztürk, 1980’li yıllarda savaş muhabiri olarak tanıklık ettiği olayları kitaplaştırdı.
‘Savaş Yılları Günlüğü’ kitabı Belge Yayınları tarafından okuyucuyla buluşturuldu. İran-Irak Savaşı, Halepçe Katliamı, Birinci ve İkinci Körfez Savaşları gibi tarihsel olayları inceleyen, gazeteci olarak ölümle iç içe geçen yaşamından kesitlere yer veren Ramazan Öztürk kitaba dair şunları kaydetti: “Bir muhabirin not defterinden, on yıllara yayılan tanıklıkların hikâyesi… Savaşların gölgesinde, insan kalabilmenin çabasını anlattım. Her fotoğrafın ardında bir nefes, her satırın altında bir yara vardı. Unutulmasın, istedim… Yıllar içerisinde tuttuğum notları, gördüğüm acıları ve direnci bu kitapta topladım. ‘Savaş Yılları Günlüğü’ tanıklığın ve haberciliğin izinde yazılmış bir kitap. Bu kitap, geride bırakmadığım seslerin hatırasıdır.”
Savaşın çirkin yüzü ve acımasız sonuçları…
Ramazan Öztürk Türkiye’deki medyanın gerçekleri göz ardı edişine işaret etti. Ramazan Öztürk kitaba dair şunları kaydetti: “Ne zaman bir savaş bölgesine adım atsam, içimde derin bir ürperti yankılanır. Savaşın çirkin yüzü ve acımasız sonuçları, her seferinde aynı karanlık tabloyu serer önümüze: kan, gözyaşı ve sönen binlerce hayat. Harabeye dönmüş şehirler, kasabalar ve köyler, birer zaman tüneli gibi, geçmişin korkunç hatıralarını taşır. Sağ kalanların gözlerinde, aynı korku ve panikle birlikte hüzün belirir. Yakınlarını kaybedenlerin yüreklerinde duydukları acı, tıpkı bir fırtına gibi, tüm şiddetiyle kendini hissettirir. Hangi bölgeden ya da hangi halktan olursa olsun, evlat acısı, tüm annelerin yüreklerini aynı derecede parçalar. Geleceğe dair planlar, birer hayal gibi silinir gider. Sevdiklerini yitirenler, yüreklerine adeta taş basar; zamanla, içlerindeki acıyla boğuşurken bile gözyaşlarını tutmaya çalışırlar. Kaybolan umutların ardından, evlerini ve yurtlarını terk etmekten başka çareleri kalmaz; ayrılığın acısı, yüreklerini yaralar.
Bu kitapta, Ortadoğu’daki savaş yıllarında bir savaş muhabiri olarak bizzat tanıklık ettiğim olayları kaleme aldım. Arap, Acem, Türk, Türkmen, Kürt ve farklı etnik ya da inançtan insanlara karşı hiçbir ayrım gözetmedim. Cephelerde yaşananları ve cephe gerisinde, sivil yaşamın devam ettiği şehir ve köylerde insanların çektiği sıkıntıları, korkuları, acıları ve bunların ruhlarında bıraktığı derin izleri aktarmak istedim. Ayrıca, savaşın hiçbir gerçek kazananının olmadığını vurgulamayı amaçladım.”
Kürt toplumunun trajik hikâyeleri…
Ana akım medyanın durumuna işaret Ramazan Öztürk şöyle devam etti: “Türkiye’deki medyanın gerçekleri göz ardı edişini eleştirdim. Gazeteciliğin evrensel ilkeleri doğrultusunda hareket etmek yerine, resmi politikaların etkisi altında kalan medyanın hem ülke içinde hem de komşu ülkelerdeki gelişmeleri değerlendirme konusundaki yetersizliğine dikkat çektim. Bölgenin kaderini belirleyen dört ülkenin ortasında, yıllardır çözülemeyen Kürt sorununu merkeze alarak, İran-Irak Savaşı, Halepçe Katliamı, Birinci ve İkinci Körfez Savaşları gibi tarihsel olayların bölge üzerindeki etkilerini detaylandırmaya çalıştım. Kürtlerin Irak, İran, Türkiye ve Suriye’deki yaşamlarını ve bu rejimlerle olan çatışmalarını, sürekli baskı ve zulüm altında nasıl hayatta kalabildiklerini anlattım. Aynı zamanda Kürtlerin kendi aralarındaki kanlı çatışmalara değinirken, özeleştiriyi de ihmal etmedim. Bu nedenle, yaptıklarıyla tarihin kara sayfalarında yer alanlar rahatsız oldu. Onlar, bu kitabın yayımlanmasını engellemeye çalıştılar ve bu amaçlarına ulaşmak için beslendikleri bağlantılar aracılığıyla harekete geçtiler. Çünkü burada anlatılanlar, Kürt toplumunun trajik hikâyelerinin temel taşlarını oluşturuyor. Bu zorlu koşullara karşı özgürlük arayışları, insanlık onurunu koruma çabaları ve ulusal kimliklerini savunma istekleri, bu kitabın ana temalarını teşkil ediyor.
Bu çalışmanın, Ortadoğu’nun mazlum halklarının sesini duyurmak ve hikâyelerini daha geniş kitlelere ulaştırmak adına önemli bir adım olmasını diliyorum. İnsanların yaşadıkları acıları, maruz kaldıkları insan hakları ihlallerini ve adalet arayışlarını gözler önüne sermek için fotografik belgeler ve detaylı anlatımların okuyuculara insanlık onurunu koruma mücadelesini güçlü bir şekilde aktarabileceğini umuyorum.”
İSTANBUL