Ortadoğu’da yükselen savaş ateşi Türkiye ekonomisini yeni bir krize sürüklüyor. Petrol ve doğalgaz fiyatlarındaki artış, enerjiye ve dışa bağımlı ekonomi modelinin halkın sırtına nasıl bir yük bindirdiğini gözler önüne seriyor
Deniz Bakır
İsrail’in 13 Haziran’da İran’a başlattığı saldırı ve İran’ın misillemesi, yalnızca iki devletin askeri gücünü değil, aynı zamanda Türkiye dahil bölge ve dünyanın kırılgan ekonomilerini deetkisi altına alıyor. Top mermileri, bombalar ve dronlar yalnızca sınırların ötesindeki şehirleri değil, Türkiye’deki her haneyi, her işçiyi ve her yoksulu da vuruyor. Çünkü emperyalist müdahalelerin ve bölgesel savaşların ilk etkisi, enerji fiyatlarında ve geçim maliyetlerinde kendini gösteriyor.
Petrolün varili 150 dolar olursa…
İsrail-İran geriliminin bölge genelinde yayılma riski, petrol fiyatlarını yukarı çekerken, en kritik başlıklardan biri Hürmüz Boğazı’nın kapanması. Günde 21 milyon varil petrolün ve yüz milyonlarca metreküp doğalgazın geçtiği boğazın kapanmasıyla brent petrol fiyatlarının 150 doları aşabileceği belirtiliyor. Bu, halihazırda yüzde 92 oranında dışa bağımlı olan Türkiye için ekonomik bir felaket senaryosu demek. Brent petrol fiyatı daha şimdiden 69 dolardan 76 dolara yükseldi. Enerji fiyatları doğrudan üretim maliyetlerine, oradan da nihai ürün fiyatlarına yansıyor. Bir başka deyişle, bölgedeki savaş hali Türkiye’deki emekçiye zam, işsizliğe karşı daha fazla acı reçete olarak dönüyor.
Savaş ekonomik iflası hızlandırıyor
Enerji Bakanı Bayraktar, Türkiye’nin İran’dan 2019’dan beri petrol almadığını, ama doğalgaz ithalatının sürdüğünü belirtirken “arz sıkıntısı yok” diyerek halkı yatıştırmaya çalışıyor. Ancak bazı doğalgaz sözleşmeleri petrol fiyatlarına endeksli. Yani petrol fiyatı artarsa doğalgaz faturası da kaçınılmaz şekilde şişiyor.
Bu tablo, yalnızca İsrail-İran savaşı nedeniyle oluşmuş değil. Türkiye ekonomisinin 40 yıldır izlenen neoliberal politikalarla nasıl dışa bağımlı hale getirildiğinin acı bir sonucudur. Enerji, gıda, sanayi girdileri hatta gübrede bile dışarıya bağımlı hale getirilen bir ülkenin ekonomisi, bölgesel savaşlarda ayakta kalamaz.
Sadece enerji değil
Bakan Bayraktar, Gabar’da çıkarılan petrolün toplam ihtiyacın %8’ini karşıladığını söyleyerek “bir alternatif olabilir” diyor. Gerçekte ise Türkiye’nin enerji güvenliği sermayenin ve emperyalist odakların denetimindeki enerji koridorlarına endeksli. Gabar’daki sınırlı rezervler, bu yapıyı değiştirecek bir güce sahip değil.
Savaşın Türkiye ekonomisine etkisi yalnızca enerjiyle sınırlı değil. Turizm sektöründe zaten düşük kapasiteli bir yaz sezonu beklenirken, savaş ortamı özellikle İran ve Arap ülkelerinden gelen turist akışını sekteye uğratabilir. Otelciler şimdiden rezervasyon iptallerinden söz ediyor. Bu da cari açığın “can suyu” sayılan turizm gelirlerinin buharlaşması anlamına geliyor.
Ayrıca, İran’dan ithal edilen doğalgaz ve petrokimya ürünlerindeki aksamalar, sanayi üretiminde kesinti riskini beraberinde getiriyor. 2024’te İran ile dış ticaret hacmi 5,7 milyar doları bulmuş durumda. İran’ın Mahşehr bölgesindeki Razi Petrokimya Tesisi, Gübretaş’a ait olması nedeniyle stratejik önemde. Savaşın bu tesisi de etkilemesi durumunda, tarımsal üretim girdilerinde yaşanacak kriz, gıda enflasyonunu daha da körükleyecek. Ama bu konularda iktidardan tek bir açıklama dahi yok.
Çıkış Nerede?
Yüksek petrol fiyatı, büyük şirketler için maliyet olarak yazılırken; asgari ücretliye doğrudan zam, işten çıkarma ve temel ihtiyaçlara erişim sorunu olarak geri döner. Gerçek şu ki, bu ekonomi modeli halkı korumak için değil, sermayeyi büyütmek için kuruldu. Bu tabloyu değiştirmek, yalnızca fiyat politikalarıyla, faiz oranlarıyla mümkün değil. Enerjide kamucu bir üretim ve dağıtım modeli, dışa bağımlılığı azaltacak yatırımlar ve toplumsal faydayı önceleyen bir ekonomik planlama zorunlu. Ama bu da mevcut siyasi iktidarın sınırlarının çok ötesinde.