Saldırılar yalnızca bölgedeki su kaynaklarını kirletmekle kalmıyor aynı zamanda suyun ağır kimyasal kirliliğine maruz kalmasına yol açıyor. Tışrîn Barajı ile birlikte, Fırat da bundan etkilenecektir. Tebqa ve Baas barajları da tehlikeye düşmüş olacaktır. Rojava’daki Kürt halkı için kritik su kaynaklarıdır
Asrın Keleş
Toprak canlıdır ve canlılık üretir. Sadece erozyon, bitki örtüsünün tahrip edilmesi, endüstriyel veya tarımsal uygulamalar nedeniyle değil, savaşlar yoluyla da toprak zarar görür. Silah, mermi, bomba gibi her türlü öldürme aracı çok ciddi bir kimyasal kirlilik kaynağı. Bu silahlardan açığa çıkan seyreltilmiş uranyum gibi radyoaktif maddelerden; kurşun, kadmiyum, titanyum ve cıva gibi ağır metallere; dioksinlerden, dioksin benzeri PCB’lere kadar pek çok toksik kimyasal çevreye bulaşıyor. Bu kirlilik kalıcı ve nesiller boyunca da yok edici potansiyelini koruyor.
Toksik kimyasallar hayatı var eden doğal döngülere genellikle bulaşmaz. Örneğin, kurşun, kadmiyum ve cıva gibi en tehlikelileri doğal hayatın içinde genellikle çok ender bulunur. Yeryüzünde savaşlar nedeniyle toksik kimyasalların hem çeşit ve hem de miktar açısından en çok bulunacağı yerlerin başında ise tarihte bereketli hilal olarak adlandırılan coğrafi bölgede yer alan Irak ve Suriye geliyor.
Özellikle ağır metal ve seyreltilmiş uranyumla kirlenmiş topraklarda üretilen yiyecekler, içecekler ve solunan hava yoluyla vücuda alınan bu kimyasallar hava ve suyu kirletirken bir savaşın yetiştirilmiş ağır kimyasallarla temas etmiş ürünleri bitkileri tüketerek vücudumuza sokuyoruz.
Savaş sırasında kullanılan modern silahlar, patlayıcı ve itici güçleri kadar içerdiği toksik kimyasallar yoluyla da öldürücü olabiliyor.
Uranyuma maruz kalmak için illa ki savunma sanayinde çalışmanız ya da madenlerine yakın olmanız gerekmez.
Aslında uranyuma maruz kalmanın bilinen en yaygın yolu onu yemek!
Orta Doğu’daki savaşlar, sadece sınırları değil, yaşamın kendisini yok ediyor. Modern savaş teknolojileri, fiziksel yıkımın ötesinde, toprağı, suyu ve havayı ağır metallerle, radyoaktif maddelerle zehirliyor. Bu ekolojik kıyımın en büyük mağdurları ise onlarca yıldır sistematik saldırılar altında yaşayan Kürt halkıdır. Kürtlerin yaşadığı bölgeler, sadece askeri operasyonlarla değil, aynı zamanda ekolojik bir talanla karşı karşıya. Toprakları, suları ve doğal kaynakları, savaşın kimyasal ve radyoaktif mirasıyla kirletiliyor. Seyreltilmiş uranyumlu mühimmatlar, bombalanan barajlar, zehirlenen nehirler ve tarım arazileri… Kürt halkı, sadece varoluş mücadelesi vermekle kalmıyor, aynı zamanda savaşın zehirlediği topraklardan elde edilen gıdalarla beslenmek zorunda bırakılıyor. Bu, sadece bir çevre felaketi değil, aynı zamanda bir insanlık suçudur. Peki, bu koşullarda Kürt halkı uranyum yemeye mahkûm ediliyor olabilir mi?
Tışrîn Barajı çevrelerine saldırı: savaşın suyu zehirlemesi
Türkiye’nin Rojava’da ve Efrin’de düzenlediği askeri operasyonlar, sadece savaşın doğrudan etkileriyle değil, aynı zamanda bölgenin su kaynaklarını hedef almasıyla da büyük bir tehdit oluşturuyor. En son örneklerden biri, aralıksız devam eden ve Türkiye’nin ağır toplarla vurduğu Tışrîn Barajı çevrelerine oldu. Bu saldırılar, yalnızca bölgedeki su kaynaklarını kirletmekle kalmıyor aynı zamanda suyun ağır kimyasal kirliliğine maruz kalmasına yol açıyor. Tışrîn Barajı ile birlikte, Fırat da bundan etkilenecektir. Tebqa ve Baas barajları da tehlikeye düşmüş olacaktır. Rojava’daki Kürt halkı için kritik su kaynaklarıdır. Barajın çevresinin bombalanması ile birlikte suya ağır metaller ve patlayıcı kalıntıları karışarak geniş çaplı bir ekolojik felaket yaratabilir.
Sulara karışan uranyum, kurşun ve cıva gibi toksik maddeler, hem içme suyu kaynaklarını kirletir hem de tarım arazilerine yayılarak bölgedeki gıda üretimini zehirli hale getirir.
Bu saldırılar, Kürt halkının temel yaşam hakkını doğrudan hedef alıyor. Su kaynaklarına yönelik bu tür saldırılar, uluslararası hukukta savaş suçu olarak kabul edilebilir. Ancak Kürtlerin yaşadığı bölgelerde çevresel felaketlerin uluslararası kamuoyunda yeterince gündeme gelmemesi, bu tür saldırıların daha fazla zarar vermesine yol açıyor.
Savaşın toprak üzerindeki kimyasal mirası
Savaş bölgelerinde kullanılan mühimmatlar, çevreye kurşun, kadmiyum, titanyum, cıva gibi ağır metaller ve seyreltilmiş uranyum gibi radyoaktif maddeler bırakıyor. Bu maddeler doğrudan veya dolaylı olarak toprağa ve suya karışarak tarım ürünlerine bulaşıyor. Irak’ın Kürdistan Bölgesi’nde yapılan araştırmalar, özellikle 1991 Körfez Savaşı ve 2003 ABD işgali sonrası topraklarda ciddi düzeyde ağır metal ve radyasyon kirliliği olduğunu gösterdi
(Hindin, Brugge & Panikkar, 2005).
Suriye’de de durum farklı değil. 2011’den bu yana süren iç savaş, özellikle Kürdistan’da Rojava ve Efrin gibi bölgelerde ciddi bir ekolojik yıkıma neden oluyor.
Sonuç:
Savaşlar, sadece insan hayatını değil, aynı zamanda doğal çevreyi de geri dönülemez şekilde tahrip ediyor. Kürt halkının yaşadığı bölgeler, uzun yıllardır süren çatışmalar nedeniyle ciddi bir ekolojik yıkımla karşı karşıya. Toprak ve su kaynaklarının kirlenmesi, tarım ürünlerine bulaşan toksik maddeler ve radyoaktif kirlilik, bölgedeki insanların sağlığını tehdit ediyor. Bu durum, uluslararası toplumun dikkatini çekmeli ve çevresel yıkımın önlenmesi için acil önlemler alınmalıdır.
Savaşların çevresel etkileri, sadece bugünü değil, gelecek nesilleri de etkileyecek uzun vadeli bir sorundur. Bu nedenle, savaşların ekolojik sonuçlarına daha fazla dikkat çekmek ve bu tür yıkımların önlenmesi için uluslararası çabaların artırılması gerekiyor. Kürt halkı, sadece savaşın değil, ekolojik talanın da mağduru olmaya devam ederken, bu sessiz kıyımın görünür kılınması ve durdurulması insanlığın ortak sorumluluğudur.