Biyolojik savunma, her canlı varlıktaki savunma güdüleri tarafından yerine getirilir. Toplumsal savunmada ise, topluluğun tüm fertleri ortaklaşarak kendini savunur. Hatta savunma olanaklarına göre topluluğun sayısı ve örgütlenme biçimi sürekli değişir. Savunma, topluluğun asli bir işlevidir. Onsuz yaşam, asla sürdürülemez
Ali Adalı
Canlılar dünyasında her türün kendine göre bir savunma sistemi vardır. Savunmasız tek bir canlı türü yoktur. Hatta evrendeki her elementin, her parçacığın varlığını korumak için gösterdiği direnci, özsavunma olarak yorumlamak mümkündür. Bozulmaya, kendisi olmaktan çıkmaya karşı gösterdiği direnç, açık ki özsavunma kavramıyla ifade edilir. Bu direnç yitirildi mi o element veya parçacık bozulur, kendisi olmaktan çıkar, başka bir unsura dönüşür. Canlılar âleminde ise özsavunma direnci kırıldı mı, o canlı ya başka canlılara yem olur ya da ölür.
Aynı sistem, insan türü ve toplumu için de fazlasıyla geçerlidir. İnsan gibi narin bir tür ve toplumu gibi tehditlere açık bir varoluş, güçlü bir özsavunma olmadan varlığını uzun süre ayakta tutamaz. İnsan türünde savunma, biyolojik olduğu kadar toplumsaldır. Biyolojik savunma, her canlı varlıktaki savunma güdüleri tarafından yerine getirilir. Toplumsal savunmada ise, topluluğun tüm fertleri ortaklaşarak kendini savunur. Hatta savunma olanaklarına göre topluluğun sayısı ve örgütlenme biçimi sürekli değişir. Savunma, topluluğun asli bir işlevidir. Onsuz yaşam, asla sürdürülemez. Bilindiği gibi canlılar dünyasının diğer iki asli işlevi beslenme ve üremedir. Beslenme ve üreme olmadan nasıl ki canlı varlıklar yaşamlarını sürdüremezlerse, özsavunma olmadan da yaşamlarını sürdüremezler. Canlılar dünyasının özsavunmasından çıkarabileceğimiz diğer önemli bir sonuç, bu savunmanın sadece varlıklarını korumaya yönelik olmasıdır. Kendi türünden hatta başka türlerden varlıklar üzerinde hâkimiyet kurma ve sömürgeleştirme sistemleri yoktur. İlk defa insan türünde, hâkimiyet ve sömürge sistemleri geliştirilmiştir. Bunda, sömürü olanaklarına yol açan insan türünün zihniyet gelişmesi ve buna bağlı olarak artık-ürün elde edilmesi rol oynar. Bu durum, varlığını korumayla birlikte emek değerlerini savunmayı yani sosyal savaşları da beraberinde getirir.
Kürtler açısından özsavunma, yaşadıkları somut koşullara göre tarih boyunca hep büyük önem taşımıştır. Neolitik Devrimi en derinlikli ve uzun süreli yaşayan toplulukların birinci elden ardılları oldukları için hep saldırılara maruz kalmışlardır. Verimli Hilal’deki Tarım Devrimi’nden kaynaklanan ürün fazlalıkları, saldırılara sürekli davetiye çıkarmıştır. Binlerce yıl, böyle geçmiştir. Ürün fazlalıklarına dayalı Uygarlık Sistemleri geliştikçe kent, sınıf ve devlet yapılanmalarına dayalı güçlerin sistemli ve planlı saldırı dönemi başlamıştır. Sümer Uygarlığından günümüzdeki hâkim uygarlığın son hegemon gücü ABD’ye kadar sayısız uygarlık gücünün aynı bölgeye ve topluluklara dolaylı ve direkt saldırıları hiç eksik olmamıştır.
Kapitalist Moderniteyle birlikte gelişen son iki yüzyılın saldırıları, farklı bir nitelik almıştır. İlkçağdan beri kabile ve aşiret birimleri halinde dağlık alanlarına dayalı olarak geliştirdikleri varlıklarını koruma yani özsavunma sistemleri, kapitalist sisteme dayalı saldırı araçları karşısında yeterli olamamıştır. İlk defa varlıklarını yitirme tehlikesi gündeme girmiştir. Kapitalist Modernitenin ulus-devlet yapılanması, Kürtler açısından sadece özgürlüklerini yitirmelerine değil varlıklarını yitirme tehlikesiyle de karşı karşıya gelmelerine yol açmıştır. Siyasi sınırlar içinde ‘tek dil’, ‘tek ulus’, ‘tek vatan’ yaratma program ve eylemi, o sınırlar dahilindeki diğer diller, uluslar ve vatanların inkâr ve imhayla karşılaşmalarına yol açmıştır. Kürtler, zorla bölündükleri tüm vatan parçalarında, ulus-devletler tarafından inkâr ve imha sürecine alındılar. Hegemonik güçler tarafından desteklenen ulus-devletler, Kürtleri ve Kürdistan’ı tasfiye etmeyi, temel politika bellediler. Yetersiz kalan özsavunma direnişleri kırılınca, sıra, toplumun çökertilmesi ve çözdürülmesine, asimile edilerek tasfiyesine geldi.
Demokratik Ulus diplomasisine şiddetle ihtiyaç vardır
Ulus-devletin en çok geliştirdiği bir faaliyet de ulus-devletler arasındaki diplomasi faaliyetidir. Diplomasi, devletler arasında yaşanan savaşlar öncesindeki faaliyet biçimlerini tanımlamaktadır. Ulus-devletlerin tarihindeki savaşların hazırlık safhası olarak da değerlendirilebilir. Tarih boyunca her türlü topluluk birimleri arasındaki komşuluk ilişkilerinin geleneksel ifade ediliş biçimlerinin belli ritüelleri vardır. Bunlara, yüksek değer biçilir. Ulus-devletlerin bu ilişkiyi kurumlaştırmaları, Kapitalist Modernitenin kâr eğilimiyle bağlantılıdır. Eğer ilişkiler barış döneminde daha çok kâr getiriyorsa savaşa gerek yoktur. Diplomasi ile kârlı ilişkiler kotarılır. Azami kâr eğilimi savaşla bağlantılıysa, bütün diplomatik güçler bir araya gelseler de kârlı savaşı engelleyemezler. Dolayısıyla diplomasinin işi bitmiştir. Kâr mantığına indirgenen diplomasinin, tarih boyunca görülen toplumlar arası en değerli ilişki tarzıyla bağı kalmamıştır. Diplomasi, ulus-devletler arasında kârlı savaş oyunlarının bir manipülasyon aracı haline getirilmiştir. Artık barışın değil savaşların hazırlayıcı aracına dönüşmüştür.
Demokratik Ulus Geleneğiyle tekrar toplumlar arasında daha çok barış ve dayanışmanın, yaratıcı alışverişlerin aracına dönüşen diplomasi, esas olarak sorunların çözümüyle uğraşır. Demokratik Ulus Diplomasisi, savaşların değil barışın ve yararlı ilişkilerin aracıdır. Bilge insanların rol oynadığı ahlâki ve politik değeri yüksek bir misyonu ifade eder. Özellikle komşu halklar ve akraba topluluklar arasındaki dostane ilişkilerin, karşılıklı yarar getiren süreçlerin geliştirilmesi ve sürdürülmesinde önemli rol oynar. Ortak toplumsallıkların, daha üst seviyede toplum sentezlerinin inşa gücüdür.
Kürtlerin, tarihinde olumlu veya olumsuz yönde çok sayıda diplomatik ilişki süreci, varlığını hep sürdürmüştür. Çok parçalanmışlık ve topluluklar arasındaki yalıtılmışlık, elçilik faaliyetlerine yüksek değer biçilmesine yol açmış, doğru ifa edildiğinde toplumsal yaşama değerli katkılarda bulunmuştur. Kötü niyetle ve farklı kişisel ve zümresel çıkarlar peşinde ifa edildiğinde ise, düşmanlıklara ve çatışmalara hizmet etmiştir.
Günümüzde Kürtler, gerek kendileri ile komşuları arasında gerekse küresel çapta anlamlı bir diplomasiye şiddetle ihtiyaç duymaktadır. Varlıklarını korumada ve özgürlüklerini sağlamada, olumlu diplomatik faaliyetlerin büyük rolü vardır. Yakın dönemde, Kapitalist Modernite sürecinde, belki de dünyada en çok diplomatik oyunlara kurban edilen halk, Kürtler olmuştur. Bütün 19. ve 20. yüzyılda, Ortadoğu’nun parçalanmasında ve kapitalist sistemin hegemonyası altına alınmasında Kürtler, kurbanlık rolü oynamıştır. Özellikle Birinci ve İkinci Dünya savaşlarının en trajik kurbanları olmuşlardır. Ortadoğu ulus-devlet diplomasisinde Kürtlere biçilen rol, hep piyonluk olmuş ve bu durum, çok ağır sonuçlar doğurmuştur. Kürtler, soykırıma varan acı tablolarla karşılaşmışlardır. Bunda şüphesiz Kürt işbirlikçileri kadar Kürt direnişlerinin modern yöntemlerden kopukluklarının da önemli payı vardır.
Hem konjonktürel hem de sınıfsal açıdan birleşik bir Kürt ulus-devletinin şansının az olduğu göz önüne getirildiğinde, bu amaçla yürütülen diplomasilerin çözümleyici şansının oldukça az olduğu görülecektir. Son iki yüzyılda bu amaçla yürütülen faaliyetlerden, başarılı sonuç alınmadığı bilinmektedir. Kürt sorununun doğası, bu tür faaliyetlerin başarılı olmasına elvermemektedir. Kürtlere ilişkin ulus-devlet diplomasisi, çözümleyici değil tıkayıcı, Kürdistan parçaları arasında çelişkiyi arttırıcı ve düşman ulus-devletlere açık davetiye çıkaran birçok olumsuz role tanıklık etmiştir. Bu nedenle yeni bir diplomasiye, Demokratik Ulus Diplomasisine şiddetle ihtiyaç vardır.
Demokratik Ulus Diplomasisi, öncelikle parçalanmış ve farklı çıkarlar etrafında bölünmüş Kürtler arasında ortak bir platform geliştirmek durumundadır. Kürtlerin en çok ve şiddetle ihtiyacını duydukları bu platform, diplomatik faaliyetlerin merkezine oturmak durumundadır. Diğer bütün diplomatik faaliyetler, özellikle her örgütün kendi başına ve çıkarına göre geliştirmek istediği diplomatik faaliyetler, şimdiye kadar görüldüğü gibi faydadan çok zarar getirmiş, daha çok Kürtler arasındaki parçalanmaya, bölünmeye ve çatışmalara hizmet etmiştir. Dolayısıyla Kürtler arasında, bütünsel bir diplomasiyi geliştirmek, temel ulusal görevlerdendir. Bunun için Demokratik Ulusal Kongre’yi kurup işlevselleştirmek, Kürt Diplomasisinin en hayati görevidir. Demokratik Ulusal Kongre, hem tüm Kürt örgütleri ve şahsiyetlerinin temel hedefi olmalı hem de Kongre’nin bir an önce kurulmasıyla ona dayalı tek ağızdan konuşan, tek politikası olan, kurumlaşmış bir Kürt Diplomasisi gerçekleştirilmelidir. Hiçbir örgüt hiçbir gerekçeyle bu hayati görevleri erteleyemez, savsaklayamaz. Bu görevleri sürekli erteleyenler ve savsaklayanlar, farklı kişisel ve örgütsel çıkarlar peşinde koşanlardır. Tarihte bu tip zihniyetler ve kişiliklerin yol açtıkları büyük felaketler ve zararlar, iyi bilinmektedir, bilinmek durumundadır. Irak Kürt Federe Devleti’ne dayalı diplomasi, önemli olmakla birlikte, bütün Kürtlerin ihtiyacını karşılayamaz. Bu devletin, ne bu ihtiyaca cevap verecek yeteneği vardır ne de koşulları buna müsaade eder. Bütün Kürtlerin ihtiyacına cevap verecek diplomasi, ancak Demokratik Ulusal Kongre’ye dayalı olarak geliştirilebilir. Dolayısıyla öncelikli görev, Demokratik Ulusal Kongre’nin toplanması ve kalıcı bir genel bütünleyici ulusal demokratik örgüt olarak ilanıdır.