5 Haziran 1964 yılında ABD Başkanı Johnson o sırada Başbakan olan İsmet İnönü’ye bir mektup gönderdi. Türk hükümetinin Kıbrıs’a çıkarma yapma kararına karşı yazılan bu mektup NATO üyeliğinin ve ABD’ye bağımlılığın utanç verici bir sonucuydu.
Hamama giren terler, NATO’ya giren de işte böyle bir mektup yer. Gerçi İsmet İnönü mektubun ardından ABD’ye “yeni bir dünya kurulur Türkiye de orada yerini alır” diyerek, Sovyerler’e yaklaşma sinyali de vermişti. Ama dediğimiz gibi madem NATO’ya girdin, oradan kolay kolay çıkamazsın.
Nitekim: Mektup sonuç verdi; Türkiye geçici olarak Kıbrıs işgalinden vazgeçti. Vazgeçti ama, mektuptan 8 ay sonra İsmet Paşa Başbakanlıktan düşürüldü.
Şimdi kimilerinin “İkinci Johnson mektubu” adını taktıkları bir mektup daha Türk Devleti’nin posta kutusundan çıkıverdi. Mektubun üstündeki adres, Türkiye Cumhuriyeti Savunma Bakanı Akar’ın adını taşıyordu. Ama mektubu gönderen Akar’ın “muhatabı” değil, Akar’ın “muhatabının” yardımcısıydı. ABD Akar’ın “sivil rütbesini” sökmüştü.
“Mezar taşlarını koyun mu sandın” deriz ya; Erdoğan da S-400’leri “oyuncak” sanmanın sonuçlarını yaşıyor. Mektup Johnson Mektubu’nun gönderildiği 5 Haziran 1964’den tam 55 yıl “iki gün” sonranın tarihini taşıyordu. Sanırım Amerikalılar mektubu aslında 55’inci yılda, yani 5 Haziran 2019 tarihinde yazmışlardı.
Mektupta şöyle dendi: “Değerli ilişkimizi sürdürmeyi gözetmekle birlikte, Türkiye S-400 teslimatını kabul ettiği takdirde F-35 almayacaktır. S-400 tutumunuzu değiştirme seçeneğiniz halen bulunmaktadır.” Manzara “hüzünlü”. Sanki FBI suçluyu evinde kuşatmış ve teslim olması için ona “zaman” tanımış gibi.
“Evden sağ salim çıkmak için seçeneğin hala bulunmaktadır.” Bu “seçeneğin” kullanılmaması durumunda neler olacağı da mektupta muhatabın suratına atılan birer şamar gibi sıralanmış: “Türkiye’nin F-35 programının idari faaliyetlerine katılımına, usulüne uygun şekilde son vermeyi sağlamak amacıyla, 12 Haziran 2019’da yapılacak yıllık F-35 İcra Kurulu Başkanları Yuvarlak Masa toplantısına Türkiye’nin katılımını öngörmemekteyiz ve programın yönetişim belgelerinin güncellenmesi de Türkiye’nin katılımı dışında ilerleyecektir.”
Keşke Erdoğan rejimi bu kadarıyla yakayı sıyırsa. Bakınız daha neler var: “F-35’lere dair bütün eylemler Türkiye’de S-400 mevcudiyetinin riskleri üzerine temellendirilmiştir ve Rusya’ya ilişkin Amerika’nın Hasımlarına Yaptırımlarla Karşıkoyma Yasası (CAATSA) yaptırımlarından ayrıdır. Kongre’de her iki parti [Cumhuriyetçi ve Demokrat] tarafından S-400 edinmesi halinde Türkiye’ye CAATSA yaptırımları uygulanması konusunda güçlü irade mevcuttur.
‘F-35 gibi platformların güvenliğini tehdit etmesine ek olarak, Türkiye’nin S-400 tedariki ulusunuzun Birleşik Devletlerle ve NATO bünyesinde işbirliğini geliştirme ve koruma imkânlarını aksatacak, Türkiye’nin Rusya’ya stratejik ve ekonomik aşırı-bağımlılığına yol açacak ve Türkiye’nin savunma sanayi ve iddialı ekonomik kalkınma hedeflerini baltalayacaktır.
Bu yolda devam[ınız] istihdamda, milli gelirde ve uluslararası ticarette kayıplara neden olacaktır. Başkan Trump’ın hâlihazırda 20 milyar dolar olan ikili ticaret hacmini 75 milyar dolara yükseltme kararlılığı da, ABD’nin CAATSA yaptırımları ilanıyla tehlikeye düşebilecektir.”
Açlıktan tiriti çıkmış köpeğin önüne koysanız, burun kıvırıp yemeyeceği bu mektupta rejimin yemesi için tuhaf bir iştah açıcı lezzet sözcüğü de var. Şöyle: “Sizi temin etmek isterim ki, bu konuyu derin güvenlik işbirliğimizin diğer boyutlarını koruyacak saygılı bir şekilde ele alıyoruz.” “İştah açıcı lezzet” amacına ulaşmış.
Akar’ın Savunma Bakanlığı açıklaması “mektup” adındaki bu “yemekten” tüten mis kokulu dumanı ciğerlerine çekmiş. Şöyle: “Mektupta belirtilen yaptırımlar tamamen Türkiye’nin F-35 Programında çıkarılmasına yönelik ön adımları ve planlamayı kapsamakta; programdan çıkarma sürecinin, diğer güvenlik işbirliği konularının etkilenmemesi amacıyla saygı esasları çerçevesinde yürütüleceği özellikle ifade edilmektedir”.
Şu “özellikle” sözcüğü var ya, mektuptaki kaba, tepeden bakıcı, tehdit edici, alay edici, rezil edici bütün sözcüklerin iştahla yalanıp yutulduğunu hayret verici bir açıklıkla dile getiriyor. AKP’nin ise dili tutulmuş. Ne “Eyyy Amerika” narası var, ne de İsmet Paşa’nın can havliyle söylediği “yeni dünyada yer alma” gibi bir demeç….
“Saygılı tekme”yi sineye çekenlere ne diyelim? Biz bir şey demeyelim: “Omuzlarında çatal bıçaklı rütbe” taşıyan “generaller, Erdoğan’ın ardında eşek gibi safa girecekler” diyene sözü bırakalım. O ne denmesi gerektiğini biliyor.