Suriye Demokratik Güçleri (SDG) ile Şam yönetimi arasında sağlanan 8 maddelik mutabakat, Suriye’nin geleceğini şekillendirme potansiyeline sahip kritik bir gelişme olarak değerlendiriliyor. Her ne kadar anlaşmanın nihai bir çözüm olmadığı vurgulansa da, içerdiği prensipler ve öngördüğü yapısal dönüşüm, yalnızca Suriye’yi değil, Ortadoğu’yu da derinden etkileyecek bir sürecin kapılarını aralıyor.
Mutabakatın temel çerçevesi
Mutabakatın ana hatları, Kürtlerin ve diğer etnik/dini grupların anayasal statüsünün tanınmasını, yerel yönetimlerin merkezi yönetimle entegrasyonunu ve ortak bir yönetim modeli oluşturulmasını kapsıyor. Aynı zamanda ülke genelinde ateşkes ilan edilmesi ve mültecilerin güvenli geri dönüşünün sağlanması gibi konular da mutabakatın önemli maddeleri arasında yer alıyor.
Özellikle, “Kürtler, Suriye devletinin asli bir bileşeni olarak kabul edilecek ve vatandaşlık ile anayasal hakları garanti altına alınacak” maddesi, Kürtlerin yalnızca bir topluluk olarak değil, anayasal bir statüyle tanınacağını gösteriyor. Bu, Suriye’deki tekçi ulus devlet modelinin sona ermekte olduğunun ve yerine çok uluslu, çok kültürlü ve çok inançlı bir devlet yapısının inşa edilmekte olduğunun en güçlü göstergelerinden biri.
Suriye’de yeni bir yönetim modeli mi doğuyor?
Bu mutabakat, Ortadoğu’nun en önemli ve belirleyici aktörlerinden biri olan Abdullah Öcalan’ın “Demokratik Ulus” perspektifinin sahaya yansıyan ilk somut adımlarından biri olarak değerlendirilebilir. Öcalan’ın öngördüğü modelde, merkeziyetçi ulus devlet yerine, tüm kimliklerin ve inançların temsil edildiği, adem-i merkeziyetçi, katılımcı bir yönetim anlayışı öne çıkıyor.
Bu bağlamda, Suriye’de çok etnikli, çok dilli, çok inançlı bir yapılanmaya geçişin önü açılıyor. Kürtler, Araplar, Süryaniler, Ermeniler, Dürziler ve Hıristiyanlar gibi farklı toplulukların anayasal güvence altında bir arada yaşadığı bir yönetim modelinin inşa edilmesi, Ortadoğu’daki mevcut ulus devlet anlayışına karşı alternatif bir sistem oluşturabilir.
Türkiye ve bölgesel aktörlerin tavrı
Mutabakatın en dikkat çekici yönlerinden biri, Suriye’de ateşkes ilan edilmesini ve özellikle Türkiye ile bağlantılı silahlı grupların saldırılarının durdurulmasını hedeflemesi. Bu bağlamda, anlaşma Türkiye için önemli stratejik sonuçlar doğurabilir.
Türkiye, uzun süredir SDG’yi ve Kuzey ve Doğu Suriye Özerk Yönetimi’ni bir güvenlik tehdidi olarak görüyor. Ancak bu anlaşma ile Özerk Yönetim’in Suriye’nin resmi yapısına entegre edilmesi, Türkiye’nin bölgedeki operasyonlarını zorlaştırabilir. Aynı zamanda, Türkiye destekli grupların Suriye’nin yeni yapılanmasında etkisizleştirilmesi, Ankara’nın Suriye politikasını yeniden gözden geçirmesine neden olabilir.
Benzer şekilde, İran, Suudi Arabistan ve diğer bölgesel aktörler de, Suriye’deki yeni yönetim modelinin kendi ülkelerindeki azınlık hareketlerini nasıl etkileyeceğini dikkatle izleyecektir. Ortadoğu’daki merkeziyetçi ulus devlet anlayışına karşı bir alternatif modelin hayata geçmesi, bölgedeki otoriter rejimler için bir tehdit olarak algılanabilir.
Askeri ve ekonomik boyut: Petrol, sınır kapıları ve güvenlik
Anlaşmanın ekonomik ve askeri boyutu da dikkat çekici. Mutabakat, Suriye’deki petrol ve doğal gaz sahalarının ortak kontrol altına alınmasını öngörüyor. Bu durum, Suriye’nin ekonomik yeniden inşasında SDG’nin ve Özerk Yönetim’in belirleyici bir aktör olacağını gösteriyor.
Ayrıca, Özerk Yönetim’e bağlı askeri güçlerin Suriye’nin herhangi bir bölgesinde yaşanacak etnik veya mezhepsel katliamlara müdahale edebilmesi, ülkenin güvenlik paradigmasını kökten değiştirebilir. Bu madde, yalnızca Kürtlerin değil, Dürzilerin, Alevilerin ve diğer etnik/dini grupların da güvence altına alınmasını sağlıyor.
Sonuç: Tarihi bir başlangıç mı?
SDG ile Şam yönetimi arasındaki bu mutabakat, nihai bir çözüm olmasa da, Suriye’nin yönetim anlayışında köklü bir dönüşümün kapısını aralamaktadır. 2025 yılına kadar tamamlanması öngörülen bu süreç, başarılı olması halinde yalnızca Suriye için değil, tüm Ortadoğu için bir model oluşturabilir. Eğer bu süreç başarılı olursa, ulus devletlerin hüküm sürdüğü bu kadim coğrafyada, halkların kendi kimlikleriyle var olabildiği demokratik bir yönetim anlayışının doğuşuna tanıklık edebiliriz.
Ancak tarih bize göstermiştir ki, büyük dönüşümler her zaman büyük direnişlerle karşılaşır. Ulus devlet paradigmalarını korumak isteyen güçlerin bu mutabakata müdahale etme ihtimali oldukça yüksektir. Bu nedenle, süreç tamamlanmadan kesin bir sonuçtan bahsetmek mümkün değildir.
Fakat bir gerçek var: Suriye’de yeni bir yönetim modeli doğuyor. Bu model, halkların kendi kaderlerini tayin edebileceği, kimliklerin baskılanmadığı, barışçıl bir yönetim anlayışının temel taşlarını döşüyor olabilir. Eğer tarih, halkların iradesiyle yazılacaksa, belki de bugün Suriye’de atılan bu adım, yarının Ortadoğu’sunu şekillendiren en önemli dönüm noktalarından biri olarak hatırlanacaktır.