Pazar günü öğlene doğru 4 buçuk yaşındaki torunum Arjen Aras ile oy kullanacağım seçim sandığının olduğu binaya doğru giderken Arjen’in “Nereye gidiyoruz dede?” sorusunu gayrı ihtiyari “Senin için oy vermeye” diye cevapladığımda neyin ne olduğunu fark ettim aniden. Farkındaydım da aslında, dile dökmüş oldum.
Evet, belki ben bu ülkeye demokrasinin geldiğini ve halkımın özgürlüğüne ve hukuki statüsüne kavuştuğunu yaşarken göremeyeceğim, olabilir, ama esas mesele bu değil. Her türden zulme, şiddete, siyasi soykırıma rağmen işte bir kez daha, bu kez yine bir seçimde biz Kürtler, “Ez Livirim” diyorduk. Bunun için yollara dökülmüştük yine. Yukarıda “bu kez yine bir seçimde” dedim, çünkü oyumu kullanmaya giderken elbette biz Kürtlerin mücadelesinin seçimlerle sınırlı olmadığının bilincindeyim. Bizim barış, demokrasi ve özgürlük mücadelemiz her gün hayatın her alanında süren bir mücadeledir. Bu bizim yaşam tarzımızdır artık. Kendimiz için olmaktan çok, öncelikle evlatlarımız, torunlarımız için verdiğimiz bir mücadeledir bu.
Pazar günü, seçim sonuçlarını beklerken hissettiklerim bunlardı. Oy zarfını Arjen’le beraber tutarak sandığa atmıştık. İlk sonuçlar gelmeye başladığında ortaya umutlanmamız gereken bir manzaranın gecenin sonunda çıkacağı belli oldu. Kürdistan sonuçları zaten beklediğimiz gibi geliyor, Kürt halkının kayyumlarını evlerine gönderdiği ortaya çıkıyor ve anasının ak sütü gibi helal belediyelerini bir kez daha kazanıyordu. Bu zaten beklediğimiz bir sonuçtu. Bir kez daha halkın örgütlü gücünün karşısında devletin-hükümetin savaş konsepti yenilgiye uğradı.
Fakat yüzümüzü ağartan sonuçlardan biri de şuydu ki, Kürtler Batı’da, metropollerde de partisinin stratejisine göre davranmış, ne kadar güvenilir bir siyasi güç olduğunu göstermişti. Millet İttifakı’nın HDP oylarıyla epeydir AKP’nin elinde olan kimi kentleri kazandığı daha sandıkların açılmaya başladığı ilk saat içinde belli oldu. AKP’nin İstanbul’daki yerel iktidarı sarsılırken, bu kentin Türkiye’nin en büyük Kürt kenti olduğu bir kez daha anlaşılıyordu.
Saatler geçtikçe AKP’nin Türkiye genelinde büyük bir oy kaybı yaşadığı görünüyordu. Yandaş medya ve çokbilmiş anketçiler yorumlarında bu oy kaybını adeta bir talihsizlik gibi sundukları ekonomik krize bağlarken, Erdoğan’ın ve Cumhur İttifakı’nın kutuplaştırıcı ve düşmanlaştırıcı üslubuna toz kondurmuyorlardı.
Oysa halkın bu üslubu cezalandırdığı net olarak ortada. Tek adam rejiminin Türkiye’de tutmayacağı da açıktır. HDP tam da bu politik sebeplerle Batı’da Millet İttifakı’nı desteklemiş ve seçim sonuçlarını belirlemiştir. Şu andaki sonuçlar demokrasi cephesinin kazanımıdır.
Seçimlerin ardından ekonomik krizin çok daha derinleşeceği ve etkilerinin çok daha net hissedileceği epeydir söyleniyor. Hükümet seçim ekonomisi uğruna krizi belli bir seviyede tutabilmelerini sağlaması muhtemel yöntemleri kulllanmadı, seçime birkaç gün kala döviz rezervlerini uluslararası piyasalarda harcadı. Kriz esas şimdi hissedilecek ve AKP’ye kalan destek de hızla eriyecek.
Hükümetin ve hükümet partisinin çöküşü başlamıştır.
Yazımın başında demokrasilerde halkın siyasete katılımının sandıkla sınırlı olmadığını, HDP’nin ve Kürt halkının siyaseti hayatının her alanına yayan bir pratik içinde olduğunu söylemiştim. Türkiye muhalefet güçleri ve partileri eğer böylesi bir pratikle mücadele etmeyi sürdürür, geniş ve kalıcı bir demokrasi cephesi oluşturursa, demokratikleşme süreci hızla ivme kazanacaktır.
Ve bu seçim esas şunu göstermiştir: Kürdün ve partisinin siyasi ferasetini alt edemezsin, sesini de kısamazsın.
Her türden saldırıya uğradığı, siyasi soykırıma maruz kaldığı, medya yasağı uygulandığı bir dönemde HDP stratejisi ile Türkiye’de rejim değişikliğini geçersizleştirmiştir.
Birbirinden kıymetli siyasetçileri cezaevindedir, rehin alınmıştır. Ama işte Selahattin Demirtaş’ın iki tweeti örgütlü halka ulaştığında, halkımız yine güçlü bir sorumluluk duygusu ile sandığa gitmiş ve kendisini tehdit edenlere cevabını vermiştir.
Evet, Kürt halkı bir kez daha ‘Ez livirim’ demiştir. Evet, varız, var olacağız. Bu yüzyıl Kürtlerin yüzyılıdır.