Reklamcılık sektörünün yükselişini konu alan efsane Amerikan dizisi Mad Men’in baş kahramanı Don Draper, hakkındaki olumsuz yorumları çok önemseyen bir müşterisine “söylenenler hoşuna gitmiyorsa konuyu değiştirmesini” tavsiye eder. İş siyasete gelince bunu yapmak, yani gündemi radikal bir şekilde yeniden belirleyebilmek pek o kadar kolay değil. Ama Britanya’da 12 Aralık seçimlerine üç hafta kala Jeremy Corbyn liderliğindeki İşçi Partisi’nin bunu başardığını ve “konuyu değiştirdiğini” rahatlıkla söyleyebiliriz.
Gerçekten de en solundan en sağına Britanya medyası seçime üç hafta kala, iktidardaki Muhafazakâr Parti’nin seçim kampanyasının temeline koyduğu ve sürekli konuşmak istediği Brexit’i değil, İşçi Partisi’nin art arda açıkladığı kamucu, radikal ekonomi politikalarını tartışıyor.
İşçi Partisi’nin gölge Maliye Bakanı John McDonnel Liverpool, Londra ve Manchester’de seçmene “Gücün ve servetin dağılımında emekçiler lehine bir daha geri döndürülemeyecek bir değişim” sağlamayı amaçladıklarını söyledi.
Bunlar öylesine söylenmiş hamasi sözler değil. İşçi Partisi bu doğrultuda önce su ve elektrik şebekeleri, demiryolu ulaşımı ve posta hizmetlerinin yeniden kamulaştırılması ve büyük şirketlerin yüzde on hisselerinin çalışanlarına devredilmesinin planlandığını açıklamıştı. Son olarak “her eve ve işyerine 2030 yılına kadar hızlı, istikrarlı ve bedava internet hizmeti sağlama ve altyapısını oluşturabilmek için British Telecom’u kısmen kamulaştırma vaadini ekleyerek ortalığı iyice ayağa kaldırdı. Kamulaştırmalar ve kamu yatırımları iklim krizi karşısında vaat edilen yeşil sanayi devrimini de olanaklı kılan altyapıyı oluşturacaktı.
İşin ilginç ve soldan bakıldığında izlemesi çok keyifli olan kısmı ise onlarca yıl kamuculuk karşıtlığının bayraktarlığını yapmış Muhafazakâr Parti’nin de rüzgâra kapılıp geleneğinde ve genlerinde hiç olmayan, kamu hizmetlerini geliştirme, yeni yatırımlar yapma, vergi kesintilerinden vazgeçtiğini açıklama gibi adımlar atmaya mecbur hissetmesi ve bunun sağ bünyede dev bir huzursuzluk ve kimlik bunalımı yaratıyor olması.
Merkez sağın istikrar ve temkini temsil eden Times gazetesinde, ünlü siyasi yorumcu Matthew Paris “Ne oldu bize? Nerede eski Muhafazakârlar?” diye isyan ediyor. “Bütün önde gelen partiler vitrine ‘daha çok harcama’ vaadini koydu, mali itidal rafa kaldırıldı. Yetişkin hayatımda ilk kez böyle bir şeye şahit oluyorum.” Paris, bu kadar kamu harcamasının “akıl dışı” ve imkânsız olduğu, dolayısıyla biran önce geleneksel muhafazakâr çizgiye dönülmesi gerektiği görüşünü temsil ediyor.
Muhafazakâr Parti’yle en özdeşleşmiş sağcı gazete Daily Telegraph is hafta başındaki başyazısında İşçi Partisi’nin kamulaştırma planları karşısında özel sektörün bir kesiminin yaşadığı paniği neredeyse, “Bu kış komünizm gelebilir” üslubuyla yansıtıyor:
“İnternet temel bir insan hakkı sayılacaksa İşçi Partisi’nin bu el koymaları nereye gider? Gıda, su, konut, bunları da devlet karşılasın diyebilirler. Vergiler ve borçlanma yoluyla özel sektör küçülüp bir kaşık suda boğulana kadar gider bu iş. Boris Johnson ücretsiz internet vaadini çok yerinde bir ifadeyle ‘çılgın bir komünist plan’ diye tanımlamıştı. İşte muhafazakârlar ve iş çevreleri olarak tam da bu dili kullanmalıyız çünkü en temel şeylerin kavgasını veriyoruz. Merkez sağ bu tür projelerin maliyetini anlatmakla kalmamalı aynı zamanda otoriter bir öneri olduğuna işaret etmeli. Başarısız olur, daha aşırısı lazım derler. Aşırı sol böyledir. Venezuela’yı gördük. Marxizm ekonomiyi mahveder, bunlar yeterince Marxist olmadığımız için derler.”
İş çevrelerinin ağırbaşlı sesi Financial Times’da yazan Robert Shrimsley ise yaşananlardan ders çıkartılmasını tavsiye ediyor. “Muhafazakârlar özel sektör tekellerini dizginleyemedi” diyen Shrimsley’e göre özelleştirilen demiryolu ulaşımının, su ve elektrik şebekelerinin, internet hizmetlerinin güvenilmez, eksik ve pahalı olmasının İşçi Partisi’ne yaradı. “Şimdi özel sektöre itibarını yeniden kazandırmak için Muhafazakârların yeni baştan kolları sıvaması gerek.”
İşçi Partisi’nin medya ve siyaset ortamlarında tartışma gündemini hatta rakibinin hamlelerini belirlemesi, kendi tezlerini ana akımın orta yerine oturtması, seçimi kazanacağının garantisi değil elbette. Seçmen ne ölçüde bu talepleri kucaklayacak ne ölçüde ürkecek kestirmek kolay değil. Önümüzdeki üç hafta içinde bu konuda bazı ipuçlarını göreceğiz. Yine de bazı bakımlardan İşçi Partisi’nin şimdiden önemli bir zafer kazanmış olduğunu söylemek mümkün.
Partiye yakın Guardian gazetesinden Andy Beckett bunu “İşçi partisi kazansa da kaybetse de bu seçimin galibi” diye ifade ediyor.
Beckett’e göre, Britanya politikasında yıllardır alttan alta, serbest piyasa ekonomisinin derinleşen sorunlar ve bilhassa iklim krizi karşısında çözüm üretemeyeceğinin anlaşılmasından kaynaklanan bir sola kayış yaşanıyor ve bu eğilim seçimi Muhafazakârlar kazansa bile devam edecek gibi görünüyor.