Pepe’nin hayatı, sadeliğin, estetiğin somuta bürünmesiydi. 1987 model mavi Vosvos’u, onun tahtıydı. Bir Arap şeyhi, bu mütevazı arabaya milyonlar teklif etti. Pepe gülümsedi, reddetti. Çünkü o Vosvos, bir araba değil kendi açısında tevazünün yeminiydi. Üç bacaklı köpeği Manuela ile birlikte tarlaları gezdiler, birlikte gökyüzünü seyrettiler
Berat Birtek
Pepe, bir sekoya ağacı gibiydi. Kökleri toprağın en derinlerine uzanmış, gövdesi mücadeleyle sertleşmiş, dalları halkının umutlarına açılmıştı. Yaşamı boyunca fırtınalara eğilmedi, gölgesiyle yoksulları, düşleri ve dirençleri korudu. O, ne lüksü aradı ne gücü. Sade bir yaşamla büyüklüğün sessiz ihtişamını gösterdi. Sekoyalar gibi, o da göçüp gitmedi; kök saldığı yerde yaşamaya devam ediyor.
Bir insan, bir devrim, bir çiçek
Montevideo’nun salaş yollarında, toprağın kucakladığı bir evde, 20 Mayıs 1935’te bir çocuk doğdu. Adı José Alberto Mujica Cordano’ydı ama dünya onu “Pepe” olarak tanıdı. Ne tahtlar ne saraylar onun evi oldu. O, halkının yüreğinde, bir sekoya ağacının gölgesinde, üç bacaklı köpeği Manuela’nın sadakatinde yaşadı. “Dünyanın en fakir devlet başkanı” dediler ona, oysa o, zenginliğin sırrını çoktan çözmüştü: Azla yetinmek, çokça sevmek, toprağa dokunmak…
Pepe, bir devrimciydi ama tüfekten çok vicdanıyla savaşan bir savaşçı. Bir çiftçiydi; ama domates tarlalarında insanlığın umudunu yeşerten bir bilge. Bir filozoftu; kelimeleriyle gökdelenleri değil, kalpleri fetheden bir ozan. Onun hikâyesi, tüketimin zincirlerine karşı sade bir yaşamın isyanıdır; bir Vosvos’un tekerlek izlerinde, bir halkın bilincine yazılmış bir destandır.
Kurşunların gölgesinde doğan bir hayat
Uruguay’ın kenar mahallelerinde, yoksulluğun kucağında açtı gözlerini Pepe. İspanyol Bask kökenli bir babanın, İtalyan göçmeni bir annenin oğluydu. Toprak, onun ilk öğretmeni, alın teri, ilk yoldaşı oldu. 1960’ların rüzgârı, Küba Devrimi’nin ateşiyle harlanırken, o da Tupamaros’un saflarına katıldı. Bankalar soyuldu, yoksullara ekmek taşındı. Pando’nun yollarında devrimin nabzı attı.
Ama özgürlük bedel istiyordu ya hani. 1970’te kurşunlar bedenini adres bildiğinde altı yarası ve bir mucize doğdu. Pepe, ölümün pençesinden sıyrıldı. 1972’de ise ödeyeceği bedel katmerleşti. On dört yıl, demir parmaklıklar ardında, tecrit hücrelerinde geçti. Çok ağır tutsaklık koşullarına rağmen çıldırmadı, çünkü umudu vardı, kavgası büyüktü. 1985’te özgürlüğüne kavuştuğunda, omuzlarında bir yük, zihninde devasa bir kavga taşıyordu: Adalet!
Saraysız otorite: Toprak yoldaşlığı
Zindandan çıkan Pepe yöntem olarak silahı bıraktı ama inancı daha da büyüdü. Halk Girişimi Hareketi’yle, Geniş Cephe’nin bayrağı altında görevler üstlendi. Milletvekili, senatör, tarım bakanı… Ve nihayet, 2010’da Uruguay’ın 40. Devlet Başkanı. Ama o ne taç istedi ne saray. Montevideo’nun kenarında, toprak bir yolda, kuyudan su çeken mütevazı bir evde yaşadı. Sarayı evsizlere açtı, maaşının çoğunu yoksullara bağışladı. Bunun üzerine bir de “Yoksul değilim, azla yetinmeyi biliyorum” diyerek durduğu pencereyi açık etti.
Onun başkanlık dönemi sessiz, sabırlı, derin bir devrimdi. 2012’de, Birleşmiş Milletler’in kürsüsünde, sistemin köküne dinamit döşercesine tüketim toplumunun zihinlere vurduğu keti haykırdı: “Kalkınma, sonsuz tüketim değildir. Gerçek özgürlük, az şeyle yetinebilmektir.” Kelimeleri, Paris’in kafelerinde, İstanbul’un arka sokaklarında, Havana’nın sabahlarında fısıltıya dönüştü.
Vosvos’un tekerlek izlerinde bir felsefe
Pepe’nin hayatı, sadeliğin, estetiğin somuta bürünmesiydi. 1987 model mavi Vosvos’u, onun tahtıydı. Bir Arap şeyhi, bu mütevazı arabaya milyonlar teklif etti. Pepe gülümsedi, reddetti. Çünkü o Vosvos, bir araba değil kendi açısında tevazünün yeminiydi. Üç bacaklı köpeği Manuela ile birlikte tarlaları gezdiler, birlikte gökyüzünü seyrettiler. Çiftlik evinin kapısında ne korumalar vardı ne emirler yağdıran telefonlar. Çünkü Pepe için hayat, “emir vermek” değil, “toprağı dinlemekti.”
Onun felsefesi, bir manifesto değil, bir yaşam biçimiydi. “Mutluluk, azıcık şeyle mümkündür. Azla yetinmeyen, hiçbir şeyle doymaz” dedi. “Tüketim, bir ağ gibi hepimizi sarıyor. Oysa özgürlük, zincirlerden kurtulmaktır.” Hapisteki böceklerden devlet başkanlığı kürsüsüne; her an, düşünceleriyle uyum içindeydi. O, “düşündüğü gibi yaşayan” bir insandı.
Sekoyanın gölgesinde yatan ışıltı
2024’te, yemek borusu kanseri onu buldu. Otoimmün hastalığı, tedaviyi bir hayale dönüştürdü. Ocak 2025’te, karaciğerine sıçrayan hastalığa karşı son sözünü söyledi: “Ölüyorum, ama bir savaşçının dinlenmeye hakkı var.” Vasiyeti de yaşamı gibi sade, karakteri gibi mütevazıydı; Çiftliğindeki sekoya ağacının altına, Manuela’nın yanına gömülmek. 13 Mayıs 2025’te, 89 yaşında, toprakla kucaklaştı. Montevideo’nun unutulmuş bir köşesinde, bir devrimci uyudu.
Kurşunların gölgesinden çiçekler yeşerten bu insan, bize bir gerçeği hatırlattı: Hayat, bir mücadele ama her mücadele, bir anlam taşır.
Pepe, o anlamı bir çiçek gibi yaşadı. Toprağın kalbinden konuşarak, insanlığın vicdanına dokundu. Onun sesi, tüketimin gürültüsünde kaybolmadı, bir sekoya gibi dimdik, bir Vosvos gibi mütevazı, bir halk gibi ebedi kaldı. Şimdilerde Mezopotamya’dan yeşeren Demokratik Toplum Sosyalizmi’nin ruhuyla insanlara taşınacak Pepe’nin mütevazı ruhu.