8 şarkıdan oluşan yeni albümü Hêdur’u geçtiğimiz yıl dinleyiciyle buluşturan Aynur Doğan ile konuştuk
Acılarımızı, umutlarımızı, hayallerimizi ortaklaştırıyor, duygularımızı bir araya getiriyor müzik. Müzik evrenseldir, dini, dili, kimliği, rengi, cinsiyeti yoktur.
Sesteki her renk; acımız, hüznümüz, sevincimiz, neşemiz ve mutluluğumuzdur.
Küçük bir bedende dev bir ses. Enstrüman gibi bütün renklerin ahengi o sesten yüreklere öyle bir dokunur ki, acıtır, titretir ve yürekte derin bir sızı bırakır. Çünkü O, zulmün, baskının, şiddetin, acının sesle, ağıtla, o tarifi olmayan yorumuyla hepimize değer, dokunur. Müzik evrensel sanatı içinde kendi kültüründen gelen ve alanında son derece önemli eserlere imza atan sanatçılardan biridir Aynur Doğan.
8 şarkıdan oluşan yeni albümü Hêdur’u geçtiğimiz yıl dinleyiciyle buluşturdu, daha doğrusu buluşturmaya çalıştı. 5 yılın ardından Türkiye’de konser vermek istedi. Ama salonlar yine Kürt müziğine kapalıydı. Herkesin kendi düşüncesini dayatmasının renkliliği öldürdüğüne dikkat çekiyor. Ama umudunu da “Bir gün bu topraklara özgürlük, demokrasi ve barış gelecektir” sözleriyle koruyor. Aynur Doğan ile müziği ve memleketteki kutuplaşma halini konuştuk.
Avrupa’da yaşamaya başladın. Zorunluluktan mı gittin? Seni Avrupa’ya götüren his neydi?
Aslında birebir dayatılmış resmî bir zorunluluk yoktu. Ama daha çok ruhsal bir zorunluluk hissediyordum. Yaptığın dilin, müziğin varlığının kabul görülmemesi büyük bir sorun. Esen rüzgarların kararlarını göre bekler olduk adeta. Kendin gibi olamıyorsun. Kendi cümleni söyleyemiyorsun. Bütün duyuların, enerjinin, heyecanın, dostlukların her şeyin şekillendiği topraklardan ayrılıp dilini bile bilmediğin bir yerde yaşamak, oraya adapte olmak hiç de kolay değildi.
Hiçbirimiz kendi bireysel dünyamızın dışında nötr olup sanata zaman ayıramıyoruz. Bu tür nedenler fazlalaşınca daha çok üretmeye yönelmek, farklı perspektiflerden bakmak ve yeni tecrübeler etmek elzem oldu.
Yurt dışında daha çok konserler veriyorum, önemli projelerde yer alıyorum, daha çok ilgi var işin özü. Tüm bunlar Avrupa’da devam etmemi daha da güçlendirdi.
Politik olma hali dil üzerinden kendi sanatını yapmayı biraz daha sıkıştırıyor mu?
Kimlik mücadelesi veren bir halkın önceliklerinin, sanattan beklentisinin değişmesi elbetteki kaçınılmaz! Burada asıl önemli olan dengeyi bulmak veya birinin diğerini yok etmemesini sağlamak. Kültürü olmayan bir kimlik, bir dil nasıl devam eder, nasıl ayakta kalabilir ki! Kürt müziğine baktığınızda dilin çok edebi, şiirsel ve oldukça geniş bir perspektifi olduğunu görürsünüz. Bu derinlik veya kültüre sadakat olmasaydı bugünlere gelinemezdi.
Kürt müziğini yaparken Aynur Doğan olarak kendi kimliğin, kişiliğin, duruşun ve kendi yaratıcılığınla olmaya çalışırken yargılamalarla mı karşılaşıyorsun?
Müzik, sanat elbette tarihle, doğayla, insanla kurduğun bir bağ. Bunlardan kopuk değiliz. Ama zor olan şey herkesin kendi düşüncesini doğru bulup dayatması. Sistemden bireye kadar, en küçük topluma kadar, herkes kafasındakinin ve kendisinin “neye inanıp neyi istiyorsa” senden de onu bekliyor olması. Bu renkliliği öldürüyor, farklılığı yok ediyor. Elbetteki toplumdan, köklerinden bağını koparmaktan bahsetmiyorum, o bağ ve köprünün olması şart! Sen farklısın ben farklıyım. Bizim buluştuğumuz, anlaştığımız, güldüğümüz, eğlendiğimiz, birbirimizin derdini anlayabildiğimiz ortak yönlerimiz zaten var, insan olmaktan, sevmekten, dokunmaktan geçer. Bunlar çok klasik ama doğrudur. Senin farklılığın bana bir yol olmalı. Benim perspektifimi açmalı. Farklılıkları tek tipleştirmeye çalışan bir ülkede bir de bireylerle mücadele etmek yorucu…
Kürt sanatçı olmanın zorluğu nasıl bir mücadele içine itiyor?
Bu topraklarda doğduğumuz andan itibaren zaten mücadele ederek başlıyoruz. Kimlik, dil, cinsiyet, inanç, hepsinin mücadelesini veriyorsun. Dillerin, kültürlerin bu coğrafyada sanatın ortaklaştırıcı gücüyle büyütülmesi gerekiyorken, biz “ayrıştırıcı” yaftasıyla boğuşuyoruz. Neredeyse hiçbir dönem müziği, Kürt müziğini konuşma, tartışma şansımız olmadı, olmuyor. Bir ileri iki geri yani. Mücadeleye devam:)
Peki Türkiye’deki sanata bakış ile Avrupa’daki sanata bakış arasındaki farklar ne?
Arada çok ciddi farklar var. Neredeyse en küçük köylerinde bile muhteşem konser mekanları, müzik&sanat okulları, konservatuarlar bulabiliyorsun. Güzel tarihi mekanları sanatsal alanlara dönüştürmüşler. Mezopotamya’ya, Anadolu’ya baktığında Avrupa’dan binlerce kat zengin bir kültüre, tarihe ve sanata sahip medeniyetler zinciri ama yokluk içindeyiz. İstanbul’da kaç tane konser salonu sayabiliriz ki? Var olanlar da yaptığın sanata göre değil, popüleriteye veya sistem ile olan bağına göre yer veriliyor.
Geldiğimiz sonuç ülke olarak yaşadığımız her problemi, çözemediğimiz her problemi cümleler kurarak hafifleteceğimize, deşarj olacağımıza inanıyoruz.
Burada hem Kürt’ü hem Türk’ü son derece politize olmuş bir toplum. Hepimiz politize olduk bu topraklarda. Politik bir söz söylüyorsun sosyal medyada gündem oluyor. Politika sanattan önce geliyor.
Toplumu politize eden nedenler yok mu?
Elbetteki nedenler var. Kendi kendine bu hale gelmedi. 10 yıl öncesine baktığımda hepimiz bir arada Kürtçe dinledik, Ermenice dinledik. Karşı durduğumuz her şeye empati kurmaya başlardık. Şimdi yerini yargılamalar ve baskı aldı. Ama Kürt üzerine, Alevilik üzerine, kadın üzerine, doğa üzerine yapılan bütün ucuz siyasetler artık miladını dolduracak.
Bütün bunların içinde siyasal, hukuksal sorun yaşayan, demokrasi sorunu yaşayan her toplumda olduğu gibi sanat çok fazla yerini bulmuyor…
Sanatın tam yer bulmadığına ilişkin eleştirilerin var. Senin sesin herkesi etkiliyor. Nasıl bir duyguyla şarkı söylüyorsun?
Bu kolay cevaplayacağım bir soru değil. Biz Kürt olarak zulüm çektik ya da Alevi olarak zulüm gördük ya da kadın olarak şiddet gördük, yok sayıldık, ötekileştirildik… Büyüdüğüm coğrafyanın, kültürün büyük bir etkisi var elbet ama yaşadıklarıma yüklediğim anlamın ifade biçimi farklı. Duyduğum sesler, tonlar, doğanın sesi, büyüdüğüm masallar, ninemin elimi tutup da gizlice bir şey vermesi… Bunların hepsi bir anlam içeriyor ve duygu yüklüyor. Bazen kelimelere dökmek çok manasızdır. Kelimelere dökülemeyen ruhsal, manevi dünyadaki duygular sesle, yorumla şarkı söylediğim hissiyatla özgürce ortaya çıkıyor.
Senin söylediğin bütün parçalarda sesin çıktığı anda hissettirdiğin duygu kim olursa olsun ona geçiyor. Tek bir ses bütün enstrümanların önüne geçebiliyor…
Aslında diller üstü ortak bir duyguyu ifade ediyorum, çok büyük ve çok derin, büyüklüğü, köklülüğü içimde, bilincimde. Zengin bir dil ve kültürümüz var, fakat ifadede zayıf bıraktırılmışız. Acı çok büyük ve çok derin. Bana dokunan en büyük acılardan biri kaçıncı yüzyıldayız halen kendi dilimizde rahat konuşamıyoruz, birbirimizle iletişime geçemiyoruz. Bu da ayrıca güçlendiriyor içimdeki çığlığı belki…
Seni besliyor ve yaptığın müziği daha enternasyonel hale mi getiriyor?
Kendi müziğimle doğru bağı kurduğum batılı müzisyenlerle çalıştığımda elbetteki müziği daha evrensel bir boyuta taşımak açışından bir kapı oluyor. Evet geleneksel müziği korumak lazım ama aynı zamanda farklı bir dinleyiciye, dünyaya ulaştırabilmek de önemli. Bu anlamda Avrupa’da olmak bana katkı sağladı.
Bütün bu birikimler yaptığın albüm Hêdur’da çoğu senin bestelerin ve seni tam olarak yansıtan bir albüm oldu mu, memnun musun?
Benim içime sinen bir albüm oldu. Diğer albümlerime nazaran, benim üretimimi, duygularımı daha fazla bulabilirsiniz, çünkü tüm aşamalarıyla bizzat prodüksiyonu bana ait olan bir albüm. Tabi ki eksikleri vardır, bu her zaman olacak, fakat doğrularıyla yanlışlarıyla, yaşanmışlığıyla topladığımın bir birikimi.
Albümde hem benim hem de çoğunluğu daha önce hiç seslendirilmemiş geleneksel şarkılardan oluşuyor. Sevgili Hüseyin Erdem’in büyük bir özenle derlediği şarkılar. Albümün genel konsepti ve düzenlemeleri de bana ait olduğu için, bu albümde Aynur daha çok var diyebiliriz.
Peki nasıl eleştiriler ya da tepkiler aldın?
Genel olarak olumlu dönüşler aldık, Trans global dünya müzik listelerinde 1 numaraya kadar çıktı, Songlines vs önemli dünya müzik dergilerine kapak konusu oldu, müzik eleştirmenleri tarafından çok güzel, kendine ait bir sound olduğu konuşuldu. Bir tarafıyla da ne güzel, ne iyi, ne kaliteli, ne değil ayırt etmek zorlaştı. Eskiden iyi şeylerden seçki yapmak zordu, şimdi kötü şeylerden iyiyi seçmek zorlaştı. Türkiye’deki popülist ve tüketici anlayış yeni jenerasyona zarar veriyor.
Evet albümünün stüdyo aşamasını Türkiye’de yaptın. Pandemi öncesinde de konserler, turneler düzenlendi ama salon verilmedi. Sonra konserler iptal oldu, ne hissettin?
Albüm çıkış tarihi ve konserleri itibariyle pandemi dönemine denk geldi ve gerekli mecralara ulaşamadı. Albümü yalnızca kendi sosyal medya platformlarımızdan duyurabildik. İptaller pandemi öncesinde oldu. İlk iptal şubat sonu mart başı Suriye’de İdlip döneminde yaşandı. Avrupa’da çok önemli yerlerdeki konserleri iptal etmek zorunda kaldık. Türkiye dinleyicisi ile maalesef henüz tam anlamda buluşamadı. Tabi ki tüm ülke, dünya çok zor süreçlerden geçiyor. Ama benim için asıl üzücü ve önemli olan Türkiye’deki konserlerin gerçekleşememesi. Her ne koşulda olursa olsun orada olmak isteyen o dinleyicilerimle bir gün buluşacağıma inanıyorum.
Seni dinleyen sadece Kürtler değil… Politikleşince sanat da ayrıştırılıyor mu?
Evet, hatırı sayılır bir Türk ve yabancı dinleyicim var. Fakat Kürtçe söylediğim ve Kürt olduğum için yüksek sesle dinlemeyen de var. Aslında sevdiklerini biliyorum, kabul etseler bile yaşadıkları ülkede risk almak istemeyenler, korkanlar var… Siyasi, ekonomik, maddi ve manevi sonuçları var ve bu sonuçları kimse göğüslemek istemiyor. Aslında en büyük eleştiriyi kendimize yapmamız gerekiyor. Ortaklaştığımız alanlar zayıf.
Yeteri kadar ortaklaşma ve destek yok mu? Eleştirin nedir?
Bizde sadece negatif eleştirme var. Yapıcı eleştiri olmuyor. Velev ki yanlış yaptım, o yanlıştan beni düşmeden, itmeden kaldırırsan kendin düştüğünde nasıl kalkacağını öğrenirsin. Düşene vurma, düşeni kaldır. İyi yapılanlara iyi demek lazım, iyi olmayan bir şeye hatır için iyi deme. Yoksa iyiyi kötüyü ayırt etmekte zorlanırsın. Çünkü gerçeğe yalan ile varamayız. Hep hata bulmaya çalışma, önce doğruları bulmaya çalışmak bu bizim perspektifimizi genişletir. Bunun gibi eksiklerimizin olduğu bir ortamda yeterince ortaklaşma ve destek olduğunu düşünmüyorum.
Bir gün bu topraklara demokrasi, barış ve özgürlük gelecektir
Aynur Doğan’ın derdi ne?
Bizim dertlerimiz aynıdır aslında, seni ve beni buluşturan nedenlerdir. Biz kimlikleriyle, inançlarıyla, düşünceleriyle ezilen toplumlarız.
Dayatılmış ya da yok etmeye çalışmış sistemlere boyun eğmiyorsak bu bizim en büyük kazancımızdır. Boyun eğmemek bir erdemlik, bir duruş ve bir karakter ve kişiliktir. Kendini var ediyorsun. Bana dert olan şey hepimize dert olmuş, hepimizin ortak mücadele ettiği dert.
Yaşadığımız, büyüdüğümüz coğrafyada istediğimiz gibi özgürce yaşamak, istediğimiz gibi kendimizi ifade etmek, aşağılanmadan, yok sayılmadan, adil, eşit koşullarda yaşamak. Bunlar sağlanırsa benim derdim kalmaz ancak bunu istemeyenlere düşer bu dertler…
Bir gün bu topraklara özgürlük, demokrasi ve barış gelecektir. İnsanlar artık senin rengin nedir, kültürün nedir, inancın nedir ona bakmayacak. Biz ne paylaşıyoruz, biz nasıl ortak bir nokta bulup konuşabiliriz, nasıl üretebiliriz deyip orada buluşacak.