Dünya sermayesi yine Davos’ta buluştu. Ne yaptıklarını merak ediyorsanız eğer, fazla meraklanmamanızı öneririm. Çünkü her zaman yaptıklarını yapıyorlar ve emekçi halklar ile doğal yaşamı birikimlerine hangi yol ve yöntemle bağlayacaklarını konuşuyorlar. Davos’un bu yılki ana ekseni ‘küreselleşmenin oluşturduğu hayal kırıklığı’ imiş. Neoliberal kapitalist küreselleşme, sermayeyi mutlu etmemiş. Tabi buna ancak kargalar güler. Hayal kırıklıklarının asıl nedeni küreselleşen dünya da sömürebilecekleri alanların hızla daralmaya başlamış olması nedeniyle aralarında paylaşım sıkıntılarının kendileri açısından sürdürülemez hale gelmiş olması.
Dünya büyük sermayesi, küreselleşme ile birlikte ve sermaye için sınırların kaldırılmasıyla başlayan aşırı birikim sonucu, elde ettikleri devasa sermayeyi yeniden değerlendirmek adına yeni alanlar açmakta zorlanıyorlar. Sıkıntılarını aşmak adına bölgesel savaşlar çıkarıp arkasına gizlenen dünya büyük sermayesi, yeni bir paylaşım savaşını sömürgeleştirdikleri ülke toprakları üzerinde sürdürüp, piskolojik üstünlük kurma peşindeler. Bu savaşlar üzerinden birbirlerini zayıflatma adımları atıyorlar. Rusya ile ABD, ABD ile Çin, AB (Almanya ve Fransa demek daha doğru) ile İngiltere arasında yeni bir yağma paylaşım alanını birbirlerini zayıflatarak elde etme çabasında oldukları izlenebiliyor.
Ulaşmakta zorlanmadıkları ‘doğal kaynaklar’ hızla tükeniyor. ABD, Çin’in kendi topraklarında ticaret yapmasını istemiyor. Bu adımla içeride açacakları alana büyük sermaye göz dikmiş durumda. ABD, sermayesine içeride geviş getirebileceği alanı, Çin gibi ülkelerden gelen malları keserek açıyor. Diğer yandan arka bahçesi olan Avrupa’dan alan talep ediyor. Bu nedenle Avrupa’ya Rus gazını alamazsınız diye tehditler savuruyor. Çünkü ABD sermayesi, Avrupa gibi büyük bir coğrafyaya, doğal yaşamı alt-üst etmiş olan kayagazı ile elde ettikleri gazı LNG’ye çevirip, tankerlerle taşıma suretiyle satmak istiyor. Tüm bunlar, 80’lerin başında uygulamaya soktukları neoliberal politikalar üzerinden yarattıkları küresel sermaye özgürlüğü süresince, el ele giriştikleri sömürü sisteminin tıkandığına işaret ediyor.
İngiliz yardım kuruluşu olarak bilinen özünde ise toplumsal durumu tüm çıplaklığı ile sermaye çevrelerine raporlamak olan OXFAM’ın geçtiğimiz günlerde yayınlanan raporunda dünyada yaşanan eşitsizlik gözler önüne serildi. OXFAM’ın Davos Zirvesi’ne sunulan raporunda, geçen yıl sayıları ikiye katlanan 2 bin 208 milyarderin servetinin günde 2,5 milyar dolar arttığını, 3,4 milyar insanın ise günde 5,5 dolardan daha az parayla yaşamak zorunda kaldığı bilgileri yer aldı. Raporda ayrıca dünyanın en zengin 26 milyarderinin, dünya nüfusunun en yoksul yüzde 50’sini oluşturan 3,8 milyar insanın toplam varlığına eşit bir servete sahip olduğu belirtildi. Bu rapor kapitalizmin dünya halklarını ve doğasını inanılmaz boyutlarda soyduğunun, kanını emdiğinin çok açık göstergesiydi.
Bu devasa sermaye birikimine verilecek bazı örnekler ilgimizi çekebilir. Örneğin Davos’a katılan bazı isimlerin, 2009-2019 yılları arasında servetlerinin nasıl büyüdüğüne bakalım. Bill Gates’in 2009’da 50,8 milyar doları vardı ve bu rakam 2019 yılında 94,5 milyar dolara yükseldi. Facebook patronu Mark Zuckerberg’in serveti 2009-2019 yılları arasında 3 milyar dolardan 58,6 milyar dolara ulaştı. Hindistan’ın en zengin insanı Mukesh Ambani, 2009 yılında 16 milyar dolar olan serveti, 2019’da 43,8 milyar dolara çıktı. Bu örnekler sermayeyi mutlu etmezse ne eder bilemiyoruz. Ancak onların mutsuzluğu yazının girişinde de belirttiğimiz gibi geleceğe dair olan umutsuzluk.
Olası isyanların nasıl önleneceği, yeni bir düzenin nasıl inşa edileceği Davos’ta sermaye gündeminin en önemli madesiydi. ‘Dördüncü sanayi devrimi çağında küresel bir mimariyi şekillendirmek, yeni modellerin inşa edildiği bir dünya yaratmak’ olarak özetlenen Davos görüşmelerinde; iklim değişikliği, çevre sorunları, savaşlar, açlık, terör, enerji, kontrolsüz göç-mülteciler ve popülizm ile artan ırkçılık gibi belirledikleri konu başlıkları ele alındı. Küresel ekonomik büyüme üzerinde İngiltere’nin AB’den anlaşmasız ayrılması, iklim değişikliği ve olası halk isyanları gibi bir dizi ciddi riskin bulunduğu kaydedildi.
Her ağzı olan gibi sermaye de konuşuyor. Konuştukları ise yoksul halkların ve giderek yok olacak olan doğal yaşamın kanını ‘sürdürülebilir’ biçimde nasıl emebilecekleri üzerine. Ya biz, yani yoksul halklar olarak bizim ağzımız yok mu? Raporlarında her şey o kadar net ki! Yaşamımızı, üzerinde bulunduğumuz dünyanın altını öyle oyuyorlar ki, hem kendileri hem de bizler cehennem çukuruna doğru hızla yol alıyoruz. Peki nereye kadar?