Çocukların parçalanan bedenleri, devletlerin çıkarlarına engel olmuyorsa hangi insanlık değerinden söz edebiliriz? Tüm bunların üstüne bir de zulmün gölgesinden süzülen sessizlik var
Yunus Aslan
Savaş, toprağa düşen bedenlerden çok, gözlerin içine işleyen o karanlık boşluktur. Bir çocuğun düşen kanına karşı yükselen sessizliktir. Gerçek savaş, acıya kör kalmaktır, çığlıkları duymamaktır. Savaş, ölülerin adı yokken, hayatta kalanların duygusuzluğudur.
Bütün insanlık bir çığlıkken, sağır olmaktır işte o, savaşın en derin, en kirli katliamıdır. Savaş, bedenlerin toprağa düşmesi değil, yaşayanların ruhlarını kaybetmesidir. Rojava’da yaşananlar, işte bu kirli savaşın en korkunç örneğidir.
8 Aralık’tan bu yana, insanlar evlerini, sevdiklerini yitirdi. 23 sivilin can verdiği, 250’den fazla kişinin yaralandığı, bir halkın köklerinden koparılmak istendiği bu karanlık günde, insanlık bir kez daha tarihinin utanç verici sessizliğine gömüldü. Bir bebeğin ölümü, bir çocuğun haykırışı, belki de insanlığın vicdanını uyandırır diye umut ederken, sessizliğin büyüklüğü her geçen an biraz daha büyüdü.
Bombalar, barajları yıkarken; tahıl ambarları yok olurken; insanlar göçe zorlanırken, dünya adeta bir izleyici gibi duruyor, sadece izliyor. Sessizlik ki, tarihin en zalim silahı olmuştur. Uluslararası hukuk, insan hakları, adalet… Her biri, bu korkunç sessizliğin derinliğinde kaybolmuş kavramlardır.
NATO üyesi bir devletin sivilleri öldürmesi, yıkım ve göç yaratması, tüm bu suçlara karşı hiçbir yaptırım olmadan geçip gitmesi, insanlık tarihinin en karanlık günlerinin bir yansımasıdır. Türkiye, Rojava’da yaptıklarının hesabını vermeden, uluslararası sahnede sessizce aklanıyor. Küresel güçler, ekonomik ilişkiler ve jeopolitik hesaplar uğruna, yaşananları göz ardı ediyor.
Çocukların parçalanan bedenleri, devletlerin çıkarlarına engel olmuyorsa hangi insanlık değerinden söz edebiliriz? Tüm bunların üstüne bir de zulmün gölgesinden süzülen sessizlik var. Savaş suçları, sanki birer fanteziymiş gibi, görmezden geliniyor. Cezalandırılmayan her suç, yeni bir suça öncülük ediyor ve katlayarak büyütüyor.
Evet, Rojava’da katledilen çocukları herkes görüyor. Uzvu kopan sivilleri, yıkılmış evleri, yanan arabaları da görüyoruz. Peki, gerçekten duyabiliyor muyuz? Sanırım acı artık küçük bir fotoğraf karesine sığıyor ve orada kalıyor. Sahi, işitebilmek için annelerin hawarını kaç bebek daha ölmeli? Duyabilelim diye, kaç çocuk daha çığlık atmalı? Nerede o İsrail konsoloslukları önünde, Filistinli bebekler için toplananlar. Nerede Bosnalı, Vietnamlı, Iraklı çocuklar için yeri göğü inleten yüce gönüllü sağırlar? Özgürlüğün bedeli ağırdır derler. Peki, öyle olsun. Kaç çocuk daha ölmeli? Kaç kişi daha ömrünün geri kalanını sakat olarak geçirmeli? Kaç köy daha haritadan silinmeli? Kaç insan daha yerinden edilmeli? Unutmayalım, sessizlik, katliama ortak olmaktır.