Teknolojik gelişme uygarlığın göstergesi, insanlığın başarısıdır. Bu gelişmelere karşı durulamaz. Hedef, gelişmelere sırt çevirmek değil, bu gelişmeleri toplum yararına kullanmayla ilgilidir. Sorun, insan ile bu ürettiği araç-gereçler arasındaki ilişkidedir.
Bu alanda uzmanların başlattıkları çalışmalar en çok çocukların ve gençlerin büyük bir saldırıyla karşı karşıya bulunduklarını ortaya koyuyor. Sözgelimi TV’lerdeki vurdulu kırdılı mafya konulu filmlerdeki ‘kahraman’lara özenen gençlerin okullarda bile çeteleştiklerini görebiliyoruz.
Görsel-işitsel kitle iletişim araçlarının ve sosyal medyanın baş döndürücü bir hızla gelişmesi, özellikle çocukların çok sayıda şiddet içerikli program, film izlemesi ve bu tür bilgisayar oyunları oynaması karşısında yetişkinler olarak bizler, yeni kuşakların ruh sağlığını koruma konusunda yeterince çaba göstermediğimiz bir gerçek.
Yapılan çalışmalar, yetişkinlerin işledikleri suçlarda, çocukluk çağlarından bu yana adeta bir bombardıman şeklinde kendilerine yöneltilen şiddet görüntüleri payının çok büyük olduğunu göstermektedir. Sinema ve televizyonda şiddete yönelik filmleri izleyen kişilerin, bundan kendilerini koruyabilenlere oranla iki misli daha fazla ‘suça eğilim’ taşıdıkları, saldırganlık, şiddet olarak nitelenen bazı hareketlerin aradan geçen zaman içinde hayatın normal öğesi olarak nitelenmeye başlandığını belirtiyor uzmanlar.
***
‘Çocuklar için hazırlandığı ileri sürülen pek çok oyun, dizi ve filmde geleceğin katillerini, ırz düşmanlarını yaratacak kadar malzeme vardır’ diyor psikiyatrist T. Radeck.
Tüm toplumlarda çocuk toplumun en zayıf üyesi durumundadır. Çocuk doğduğunda dünyaya, hazırlıksız geldiğine göre bu durum onun adına giderilecek, kendisine yalnız yiyecek, giyecek gibi gereksinimler değil, ruhsal destekler de sağlanacaktır. Savunmasızlığı güven altına alınacak, onu bekleyen tehlikeler el birliğiyle ortadan kaldırılacaktır.
Çocuklar genellikle taklit etme eğilimindedir. Böyle bir yapı içinde büyüyen çocuk bir panik havası içine girmeye başlıyor ve gereksindiği desteklerden yoksun olduğu için korkular içinde kendini güçlü insanlarla özdeş görmeye başlıyor, artık güçlü kişilerin doğru dediğine doğru, yanlış dediğine yanlış olarak yaklaşıyor. Aynı yapının fanatiği konumuna geliyor. Artık toplumsal ahlak anlayışları, kendilerine gereksinim duydukları doğruluğu arama fırsatını tanımaz. Sonuçta bağnaz, saldırgan kişilikler oluşuyor.
Bütün bu gelişmeler çocuğu ve genci ekrandaki şiddet görüntülerindeki kahramanla özdeşleştirmeye yeterlidir.
Hak, hukuk kavramları, haklı, haksız yargıları hiçe sayılarak yalnız kendini düşünen, başkalarının acı ve yoksullukları üzerine kendi ‘ben’lerini inşa etmeye çalışan kuşaklar olarak sistem içindeki rollerini üstlenirler. Sonuç; şiddetin kutsandığı bir dünya.
***
Bugün toplumda bir alışkanlığa dönüşmüş birçok davranışın kaynağında toplumu kamplaştırmaya, kutuplaştırmaya çalışan idarecilerin tutumu da yatmaktadır. Çocukların, gençlerin, sistemli olarak izledikleri şiddet görüntülerinin vardığı noktanın bir tür ‘şiddete alışmak’ olduğunu söylemek yanlış olmayacaktır.
Toplum, şiddetin her türlüsünün hakim olduğu ama her durumda buna karşı çıkılmasının gerektiği bir süreçten geçiyor. Toplumsal bir öğe olarak şiddet varlığını korudukça, bunun kitle iletişim araçları kanalıyla evlerimize konuk olmasını engelleyemeyiz. Fakat alınabilecek önlemler de yok değil. O sihirli kutuların düğmesinin aynı zamanda kapanmaya yarayabileceğini hatırlatmamız, öğretmemiz gerekecektir. Bu tür bir programı ya da filmi istemimiz dışında izleyen bir çocuğu şiddetin yaşamda böylesine yoğun olarak yaşanmaması gerektiğine dair ikna yol ve yöntemleri vardır elbet.
Ama her şeyden önce biz yetişkin ebeveynlerin eğitilmesi gerekecek herhalde.