Her yazara nasip olmayacak bir talihsizliği kısa bir aralıkla ikinci kez yaşıyorum. İstanbul Büyükşehir Belediyesi için yeniden sandığa gittiğimiz saatlerde kaleme aldığım bu yazı, seçim sonuçlandıktan sonra sizlerle buluşacak. Dilerim bu satırları zorbalığa karşı güç birliği ve dayanışmanın kazandığı bir günü idrak ederken okuyorsunuzdur. Fakat dert değil. Çünkü bugün her ne hikmetse(!) egemen siyasal gelişmeler ne olursa olsun sıcaklığını hep koruyan bir konuyu ele alıyoruz: Kadınların iş yerinde yaşadıkları cinsel şiddet ve taciz
10- 21 Haziran tarihleri arasında İsviçre Cenevre’de toplanan Uluslararası Çalışma Örgütü’nün (İLO) 108. Uluslararası Çalışma Konferansı’nda “İşyerinde Şiddet ve Tacizin Önlenmesi Sözleşmesi” kabul edildi. Sözleşme çalışma hayatında şiddet ve tacize karşı kabul edilen uluslararası nitelikteki ilk belge. Kadınların çalışma hayatında yaşadığı şiddet ve tacizin önlenmesine ilişkin sözleşme için çalışmalar 2017’de başladı. Bu sözleşmeye 2017’de sinema endüstrisinde çalışan kadınların Hollywood merkezli olarak başlattığı ve tüm dünyaya yayılan tacizcileri ifşa eden “meetoo” hareketinin ilham verdiği söyleniyor. Bu ilham rüzgârı yakın geçmişte esse de bu kararın kadınların yıllardır yaşamın her alanında ve sendikalarda şiddete, tacize ve her türden eşitsizliğe karşı uzun soluklu mücadelesinin eseri olduğu yadsınamaz. Kadınlara yönelik şiddet ve tacizi çalışma yaşamının konusu görerek üyesi ülkelerin yasa yapıcılarına ve çalışma hayatı aktörlerine bu soruna dair sorumluluk yükleyen bir sözleşme her bakımdan kadınların iğneyle kuyu kazarcasına ilerlettiği mücadelenin kazanımlarından birisidir
İLO’da kabul edilen sözleşmede “işyerinde taciz ve şiddetin” kapsamlı ve geniş bir tanımı yer alıyor. Sözleşme kamu özel sektör ayrımı yapmaksızın tüm işyerlerini kapsayan bir niteliğe sahip. Üstelik taciz ve şiddete karşı önlem alınacak “işyeri” kavramı “mola yerlerinden iş için yapılan gezi etkinlik ve sosyal faaliyetlere, iş için kullanılan iletişim mecralarından işe gidiş geliş” yoluna kadar geniş bir şekilde tanımlanıyor. Sözleşmeyi imzalayarak taraf olacak ülkeler, devletin işçileri özellikle de kadın işçileri “çalışma hayatında taciz ve şiddetten” koruması gerektiğini kabul etmiş olacak. Sözleşme bu yolda nasıl ilerlenmesi gerektiğine dair tavsiyeler de içeriyor. Sözleşmeye taraf olan ülkelerin hukuki olarak bu suçlara karşı yaptırım getirmesi beklenirken önleyici politika ve bunun için kapsamlı bir strateji geliştirilmesi gerektiği de belirtiliyor. İLO sözleşmesi şiddet ve tacizle mücadele için uygulama ve izleme mekanizmaları önerirken taciz ve şiddet mağdurlarına yönelik erişilebilir desteğin sağlanması ve yine önleyici çalışmalar kapsamında toplumda bu sorunu bilince çıkaracak çalışmaların yürütülmesini öneriyor
İLO’nun sözleşmesi üye 187 ülkenin imzasına açılacak. 1932’de İLO üyesi olan Türkiye bugüne kadar 185’ten fazla sözleşmeden yalnızca 59’unu onayladı. Onayladığı sözleşmelere bağlı kalmadığı için de sık sık İLO’nun ihlaller konusundaki raporlarına ve ihlalleri denetleyen “Aplikasyon Komitesi”nin gündemine giriyor. Bu nedenle Türkiye’nin çalışma hayatında kadınlar için son derece kritik bu sözleşmeye taraf olmasını sağlamak mevcut koşullarda hem kadın hareketinin hem de sendikal hareketin ana gündemlerinden birisi olmalı. Bu zorlu görevin başarılması durumunda ise hükümetlerin sözleşmeye uyması için mücadele etmek ikinci bir hedef olarak ufukta belirecek elbette. Her ne olursa olsun kadın istihdamının % 30’u bulmadığı, hayatının herhangi bir döneminde en az bir kere fiziksel şiddete maruz kaldığını söyleyen kadınların oranın %36 olduğu bir ülkede bu görev acil ve önemli olarak öne çıkıyor. İş ki kadınların söz ve karar mekanizmalarında kendilerine zorlukla yer bulabildiği sendikalarımız bu konuda özeleştirel bir tutum alarak yola koyulsun.