• İletişim
  • Yazarlar
  • Gizlilik Politikası
1 Temmuz 2025 Salı
Sonuç Yok
Tüm Sonuçları Görüntüle
ABONE OL!
GİRİŞ YAP
Yeni Yaşam Gazetesi
JIN
  • Anasayfa
  • Gündem
    • Güncel
    • Yaşam
    • Söyleşi
    • Forum
    • Politika
  • Günün Manşeti
    • Karikatür
  • Kadın
  • Dünya
    • Ortadoğu
  • Kültür
  • Ekoloji
  • Emek
  • Yazarlar
  • Panorama
    • Panorama 2024
    • Panorama 2023
    • Panorama 2022
  • Tümü
  • Anasayfa
  • Gündem
    • Güncel
    • Yaşam
    • Söyleşi
    • Forum
    • Politika
  • Günün Manşeti
    • Karikatür
  • Kadın
  • Dünya
    • Ortadoğu
  • Kültür
  • Ekoloji
  • Emek
  • Yazarlar
  • Panorama
    • Panorama 2024
    • Panorama 2023
    • Panorama 2022
  • Tümü
Sonuç Yok
Tüm Sonuçları Görüntüle
Yeni Yaşam Gazetesi
Sonuç Yok
Tüm Sonuçları Görüntüle
Ana Sayfa Forum

Sınıf yerine komün ve sınıfsızlaşma

Kom Kolektif Atölyesi, Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan’ın ‘Perspektif’ metnine dair tartıştı: IV

1 Temmuz 2025 Salı - 00:00
Kategori: Forum, Manşet
Sınıf yerine komün ve sınıfsızlaşma

Öcalan’a göre gerçek özgürlük, devletin içinde değil, ona rağmen özyönetim pratiklerinde var olur. Komünleri ısrarla işaret etmesinin nedeni budur. Öcalan, Prometheus misali ateşi yani özgürlüğü devletten alarak halklara ve örgütlü iradeye verir

Kom Kolektif/ İzmir

Sunuş

KOM Kolektif olarak perspektif metni üzerine ikinci atölyemizi gerçekleştiriyoruz. İkinci atölyemiz “devlet, sınıf, komün” temaları etrafında gerçekleşecek. Perspektif metni üzerine en çok tartışmalardan biri bu temalar etrafında yaşandı/yaşanıyor. Belli ki “devlet, sınıf, komün” üzerine tartışmalar devam edecek. Biz de bu tartışmaları çoğaltmak, genişletmek ve katkı sunmak amaçlarıyla ikinci atölyemizi başlatıyoruz.

Bu atölyede de ortak fikirler değil; çatışan, çelişen fikirlerle kendi görüşlerimizi ifade edeceğiz. KOM Kolektif bir kolektiftir ama aynılık üzerine değil, fark üzerine bir kolektiftir.

Öcalan ve Hegel

Felsefe tarihi, kendi araçlarıyla kendisine meydan okuyanların hamleleriyle doludur. İmralı adasından Öcalan’ın Hegel’e dönük eleştiri ve alternatif geliştirmesi de böyle bir şey. Öcalan, Hegel’in diyalektik yöntemini, tarihselciliğini ve sistematik düşünme tarzını ödünç alır, ancak bu araçları Hegel’in yücelttiği devleti yıkmak ve yerine toplum merkezli bir özgürlük anlayışı için kullanır. En önce ikisinin pozisyonunu netleştirelim.

Hegel’de durum şudur: Geist (Ruh) > Devlet > Özgürlük

Öcalan’da ise şudur: Toplumsal Ruh > Komün > Özgürlük.

Birkaç durum üzerinden ikisinin felsefesini karşılaştıralım. Mesela diyalektik. İkisi de tarihi ve toplumu anlamak için diyalektik yöntemi kullanır. Her ikisi de çelişkilere inanır ve gereklidir der. Fakat başlangıçta yer alan bu ortaklık sonuç kısmında taban tabana zıt yerlere gider. Çünkü Hegel’de diyalektik bir zirveye tırmanış gibidir ve bu zirvenin adı devlettir. Tez ve antitez, sentez(devlet) ile son bulur. Devlet, tarihin ve aklın ulaştığı son, en rasyonel duraktır. Öcalan devleti baraja benzetmekte haklıdır. Çünkü devlet dediğimiz şey, doğal akışı kesen, biriktiren ve enerjiyi kendi çarkına çevirendir. Öcalan’da diyalektik ise süreklidir. Durağan değildir, bitmez. Her sentez yeni bir tez olarak belirir. Bir denge arayışı vardır ve hedef Hegel’in sentezini aşmaktır.

Kapitalist modernitenin antitezi demokratik modernitedir. Sentez demokratik konfederalizmdir. Devlet ve ruh kavramlarına bakalım. Çünkü en sert eleştiri buradadır. Hegel’e göre Geist, tarihin motoru olan mutlak ve evrensel bir akıldır. Devletle sonuçlanır ve devlet yeryüzündeki tanrıdır. Özgürlük de bu devletin içindedir, ancak onun yasaları ile mümkündür. Öcalan için ise geist (ruh), toplumsal yaşamın doğal, demokratik ve ahlaki olmasıdır. Devlet, bu ruhu temsil etmez; tam aksine, onu esir alan, baskılayan ve öldüren bir aygıttır. Her ikisi de özgürlüğe varılmalı der ama araçlar zıttır. Öcalan’a göre gerçek özgürlük, devletin içinde değil, ona rağmen ve ona karşı verilen mücadelede, özyönetim pratiklerinde var olur. Komünleri ısrarla işaret etmesinin nedeni budur. Bir diğer fark, Öcalan’da hayati olan başlıkların birçoğu Hegel’de gündem dışıdır: Kadın meselesi, ekoloji, çok kültürlülük gibi… Özetle Öcalan, Hegel’in “köşkünü” yıkmak ister. Prometheus misali ateşi yani özgürlüğü devletten alarak halklara ve örgütlü iradeye verir. Az devlet çok toplum bir gerçeğin ifadesidir.

Fikret: Bu sunumda belirtilen bazı noktalara katılmak mümkün değil. Misal Öcalan’ın Hegel’le “yok etmek vb.” kavramlar üzerinden epistemik ilişki kurduğunu düşünmüyorum. Yine bazı kavramsal sorunlar var gibi geliyor. Misal, “Kapitalist modernitenin antitezi demokratik modernitedir. Sentez demokratik konfederalizmdir” diyalektiğin farklı içerikleri ifade eden kavramsal sonuçlar ürettiğini düşünmüyorum. Daha geniş bir tartışma gerekiyor. Tabi atölyemizin ilkesi herkesin kendi görüşünü ifade etmesi üzerine kurulu.

Gılgamış ve Judenrat

Ferhat: Perspektif metninde önemli bir figür var aslında. Metnin özellikle ilk iki bölümünde Gılgamış’a gönderme yapılıyor. Gılgamış ve içerdiği iktidar tartışması bölümler boyunca öne çıkıyor. Karşımızda neredeyse antropolojik bir metin var diyeceğiz ilk bölümlere baktığımızda. Ben çubuğun antropolojiden yana bu kadar bükülmesini açıkçası ilk okuyuşta anlamadım. Örneğin Gılgamış tartışmasının neden bu kadar merkezi olduğunu da çözemedim. Ama sonra bakışımı başka bir yerden kurmaya çalışınca metnin altta yatan belirlemesine dair düşüncem berraklaştı. Bu da bölümlerin tümünü birlikte okuduğumuzda ortaya çıkıyor. Özellikle üçüncü bölümü okuyunca anladım. Bilindiği gibi üçüncü bölüm, Perspektif’in en tartışmalı bölümlerinden. Bölümü okuduğumuzda şu ünlü devlet-komün tartışmasına giriyoruz. Bir mücadele alanı olarak düşündüğümüzde komün, devlet kudretini reddetmekle kuruluyor metne göre. Yani komün devlet karşısında konumlanıyor. Peki devlet karşısında konumlanınca ne oluyor? Şu oluyor: Komün, devletin tüm kapma işlevlerine karşı çıkan bir odak olmak zorunda. Ama burada önemli bir nüans var. Komünün bir kez kurulunca devam eden bir düzenek olmayı bırakın, sürekli tetikte olması gereken bir kuruculuğu vardır. İşte Perspektif metnindeki ilk bölümlerdeki Gılgamış çözümlemesinin uzun uzun anlatılması bize tam da bunu hatırlatıyor. Buna göre devletleşme içeren iktidar karşısında, aslında her türlü devletleşme karşısında eğer tetikte olunamazsa tıpkı Gılgamış destanındaki komünün asıl taşıyıcısı olan kadınların başına geldiği gibi, erkekler eğer eşitliksizlikçiliklerini kurmak için fırsat bulurlarsa hemen kadınları yani aslında komünarları boyunduruk altına alırlar, sömürgeciliklerini kurarlar ve iktidarlarının en önemli belirtilerinden ziguratları dikerler. Metin onun için uzun uzun Gılgamış tartışması yapıyor.

Ama Gılgamış kadar önemli bir başka tartışma daha var metinde. Bilindiği gibi KÖH tümüyle Kürtlerin düşürülmüşlüğü üzerine kurmuştur bütün politik ontolojisini. Kürt halkı düşürülmüştür, çünkü toplumsal veya siyasal hayatının hiçbir aşamasında kendi kaderini eline alamamaktadır. Peki düşürülmüş bir halk politik ontolojinin merkezine alınırsa ne olur? Önümüze iki seçenek çıkar. Ya çağın tüm milliyetçi pratikleri ve teorilerinin yaptığı gibi bir homojenlik iddia edilir ve öne çıkarılır. Bu bazen etnisite,  bazen de kültür, dil vs. olur. Ama KÖH pratiği ve metin, bunu direniş ve direnişin yarattığı ortaklık olarak belirler. Çok bilinen Berxwedan Jiyan e sloganının anlamı aslında biraz da burada yatar. Burada temel paradigma direniş ve bu direnişin yarattığı ortaklığın verdiği kudrettir. İşte metne yönelik sağın tüm kanatlarının saldırdığı Judenrat, direnişin ve bu direnişle gerçekleşen ortaklığın kudretinin dışında kalandır. Her türlü devletin karşısında Komünün, ya da bir halkın direnişinde direnmeyendir. Çöptür, çünkü bir ortaklığı yaratmayı bırakın, yaratılan ve inşa edilen bir ortaklığı ve bu ortaklığın kudretini sürekli bozandır. Direnenlere karşı iktidarı sürekli tahkim edendir. Burada iktidar, kendini potestas olarak, yani karşısındakinin gücünü kendine katarak, onun gücünü Spinozacı anlamıyla keder yaratarak emen tüm iktidarlardır. O yüzden de ortaklığın kudretini artırmayandır, aksine kendi arzusunu başkalarının yerine getirmesini isteyendir. Çöp, ortaklığın, komünün, KÖH’ün kudretini sürekli bozmaya çalışıp o kudret kendisininmiş gibi onun adına konuşup bir de kudretini bozmaya çalışandır. Ziguratları dikmek için sürekli komünün gardını yoklayandır.

Dolayısıyla uzun uzun Gılgamış anlatılır, ortaklığı bozanlara Judenrat ve hatta çöp denilir. Çünkü ortaklığı bozmaya çalışmak ve komünün kudretini kendine katmaya çalışmak bir şeydir ama direnişle yani halkın tüm çokluğunu bir ortaklıkla yaratmak bambaşka bir şeydir. Ve bu ikisi antogonistik biçimde birbirlerinin karşısında konumlanırlar.

Sovyetler ve devletli düşünce

Ömer: KÖH, devlet ile biçimi arasındaki ontolojik ayrımı reddeder ve devletsiz sosyalizm anlayışını benimser. Sovyetler Birliği’nin eleştirisi, NEP ile konseylerin yerini devletli düşünceye bırakmasından kaynaklanır. Bu geçiş, kapitalizm ile sosyalizm arasındaki farkları bulanıklaştırır; ücretli emek, ister devlette ister özel sermayede olsun, sınıfsal tahakkümü sürdürür. Deleuze ve Guattari, Leninist makineden sonra (1924 sonrası) Sovyet tarihinin Parti-Devlet ekseninde mesihsel bir çağrıya dönüştüğünü belirtir. Guattari’ye göre, devrimci eğilimler kitlelerin arzularını ele alan Sovyet tarzı örgütlenmeyi üstlenememiştir. Devrimci örgüt, göçebe savaş makinesinde olmalı, devlet aygıtından bağımsız arzu akışlarını serbest bırakmalıdır. KÖH, devleti sermayenin değil, iktidarın hukuklaşmış formu olarak görür; Foucault ve Deleuze hattında, devletleşme pratiklerine karşı bireyin içindeki devletleşmeyle mücadele vurgulanır. Potestas (iktidarın ele geçirilmesi) ile potentia (yersiz-yurtsuzlaşma) arasındaki fark budur.

Kök-devlet

Deleuze ve Guattari’ye göre devlet, tarihsel bir “kök-devlet” mantığına dayanmaz; ezeli bir pratiktir. KÖH bunu benimser, ancak hiyerarşik-devletli toplumları gelişimsel bir momentte de ele alır, bu da gerilim yaratır. Sınıf yerine komün ve sınıfsızlaşma kavramları, artı-değer üretim ilişkilerindeki dönüşümle açıklanır. Bu dönüşümler lineer değil, içkindir.

3. Dünya savaşı küresel emek-zamanın belirlenmesi savaşıdır!

Kapitalist üretim ilişkilerinde ilk aşama, biçimsel tahakkümdür; emek, ücretli emek biçimiyle ulus-devlet sınırlarında çitlenir, sınıf bileşimi kitlesel işçidir. Gerçek tahakkümde, toplumsal fabrika emeği tahakküm altına alır, sınıf bileşimi toplumsal işçidir. Biyopolitik tahakkümde ise tüm yaşam zamanı artı-emek zamana dönüşür, egemenlik biçimi İmparatorluk’tur, sınıf bileşimi çokluktur. Küresel emek-zamanın belirlenmesi, 3. Dünya Savaşı’nın özüdür ve Ortadoğu’da iç savaşlar yoluyla vekalet savaşları olarak kendini gösterir. KÖH ve demokratik modernite, bu savaşa sınıfsızlaşma ve demokratik özerklikle müdahale eder. Ulus-devlet ve sınıf, emeğin çitlenmesini ifade eder; küresel emek-zamanın belirlenmesi savaşına ancak sınıfsızlaşma ve özerklikle yanıt verilebilir.

Fikret: Pandemi sonrasına denk gelecek şekilde neoliberalizmin limitlerine ulaşıldı. Dünya yeni bir arayışa girdi ve devlet dışı aktörler ile devletlerin veya bu aktörlerin birbirleriyle savaşlarının yerini devlet-devlet savaşları almaya başladı. Tabii ki bu durum iç savaşlar olmuyor anlamına gelmez. Sanki iç-dış savaş ikilemi ortadan kalkıyor.

Devletçi ve demokratik eğilimler

Fikret: Ulus üstü belirlenen yasalar neoliberalizmle birlikte kapsamlı şekilde ortaya çıktı. Finansallaşmasını esas alan ve güvenlikleştirme politikalarını hayata geçiren devletler, birbirine çok benzer yasaları yürürlüğe koydu. Bu herhalde arkadaşların İmparatorluk dediği, ulus-devletler ile ulus üstü güçler arasındaki ilişkiyi gösteriyor. Ulus-devletlerin var olduğu ama belirlendiği bir denkleme işaret ediyor. Fakat burada bir noktaya dikkat çekmek istiyorum. Pandemiyle birlikte neoliberalizmin sürdürülemez olduğu, çoklu krizlere neden olduğunu gördük. Hatta Davos’ta bile “Büyük Yeniden Başlatma” gibi arayışların olduğuna tanık olduk. 2018’de hegemonik bir devletin ulusal güvenlik strateji belgesinde “artık savaşlar devletler arasında olacak” belirlemesi önemliydi. Aynı şekilde şu anda Trump üzerinden de tartışılan para politikalarından sanayi politikalarına geçiş meselesi ulus-üstü güçlerle ulus-devletler arasındaki ilişkiyi yeniden ele almayı gerektiriyor. Bu, elbette ulus-devletlerin geri dönüşü anlamına gelmiyor. Bilakis, eski olanların geçerliliklerini yitirdiği yeni olanların doğamadığı bir “interregnum” aşamasındayız.

Konuşmaya başlamışken, “devlet, sınıf, komün” meselesine dair birkaç kelam edeyim. Belki de sosyalist düşüncenin geliştirilerek bahsettiğim tarihsel gidişata müdahale yoluyla yeni olana bir pencere olarak yorumlamak mümkündür. Devlet, sınıf, komün kavramlarını Sayın Öcalan’ın ürettiği “demokratik eğilimler, devletçi eğilimler” içerisinde ele almak gerekir. Bu diyalektik ilişki ne antagonizma ne de agonizma esaslıdır. Her ikisini de kapsayan, akışkan, her biri kendi içinde diyalektiğin diğer ucunu barındıran bir karaktere sahiptir. Yani devlet içerisinde demokratik eğilimleri görmek mümkün olduğu gibi, demokratik eğilimler içerisinde devletçi eğilimleri de görmek mümkündür. Bu sebeple antagonizma veya agonizma üzerinden tanımlayamayız. Bu açıdan sınıf ortadan kaldırılmıyor, komüne dahil edilerek tarihte hak ettiği yere oturtuluyor. Misal metindeki tartışmalarda tasarım olarak komüne dahil edilen sınıf ve reel-sosyalizmin içinde devletçi eğilimlere nasıl meyiller geliştiğini Lenin-Kropotkin tartışmasında görebiliriz.

Komün ile demokratik eğilimlerin birleşik mücadelesi şeklinde, devletçi eğilimlerin dinamizmini her an yeniden düşünmeye ve ortadan kaldırmaya yönelik bir dinamik görebiliriz. Perspektif metnindeki “Kabile başı devleti türetir. Çıkarları zedelenen kabile üyeleri de komünü oluşturur” cümlesi bölünmemiş bir toplumda devletçi ve demokratik eğilimlerin nasıl gelişmeye başladığına örnektir. Yine metnindeki “tarih bir sınıf savaşımı tarihi değil, bir devlet ve komün çatışmasından ibarettir” sözü bu şekilde yorumlanabilir. Böylece yeni bir tarih okumasına ulaşıyoruz ki, yeni olan ancak yeni bir tarih okumasıyla ortaya çıkarılabilir.

DEVAM EDECEK

Devlet, sınıf, komün

PaylaşTweetGönderPaylaşGönder
Önceki Haber

Adıyaman’da sessiz bir çığlık: Mutenâ Dergisi

Sonraki Haber

LeMan: Sürülen lekeyi kabul etmiyoruz

Sonraki Haber
LeMan: Sürülen lekeyi kabul etmiyoruz

LeMan: Sürülen lekeyi kabul etmiyoruz

SON HABERLER

LeMan: Sürülen lekeyi kabul etmiyoruz

LeMan: Sürülen lekeyi kabul etmiyoruz

Yazar: Yeni Yaşam
1 Temmuz 2025

Sınıf yerine komün ve sınıfsızlaşma

Sınıf yerine komün ve sınıfsızlaşma

Yazar: Yeni Yaşam
1 Temmuz 2025

Adıyaman’da sessiz bir çığlık: Mutenâ Dergisi

Adıyaman’da sessiz bir çığlık: Mutenâ Dergisi

Yazar: Yeni Yaşam
1 Temmuz 2025

Yazarlar

Doğru söz eğri insanın kulağına girmez

Yazar: Yeni Yaşam
1 Temmuz 2025

Yazarlar

Demokratik toplum; kadının toplumu ve sistemidir

Yazar: Yeni Yaşam
1 Temmuz 2025

Halklar artık aldanmaz

Bir analiz denemesi

Yazar: Yeni Yaşam
1 Temmuz 2025

Agirî’de Demokratik Toplum Buluşmaları sürüyor

Agirî’de Demokratik Toplum Buluşmaları sürüyor

Yazar: Yeni Yaşam
30 Haziran 2025

  • İletişim
  • Yazarlar
  • Gizlilik Politikası
yeniyasamgazetesi@gmail.com

© 2022 Yeni Yaşam Gazetesi - Tüm Hakları Saklıdır

Welcome Back!

Login to your account below

Forgotten Password?

Retrieve your password

Please enter your username or email address to reset your password.

Log In

Add New Playlist

E-gazete aboneliği için tıklayınız.

Sonuç Yok
Tüm Sonuçları Görüntüle
  • Tümü
  • Güncel
  • Yaşam
  • Söyleşi
  • Forum
  • Politika
  • Kadın
  • Dünya
  • Ortadoğu
  • Kültür
  • Emek-Ekonomi
  • Ekoloji
  • Emek-Ekonomi
  • Yazarlar
  • Editörün Seçtikleri
  • Panorama
    • Panorama 2024
    • Panorama 2023
    • Panorama 2022
  • Karikatür
  • Günün Manşeti

© 2022 Yeni Yaşam Gazetesi - Tüm Hakları Saklıdır