Rosa Kadın Derneği Yönetim Kurulu Üyesi Ayla Ata Akat: ‘Vardık, Varız, Var olacağız’ diyen Rosa’nın izinde ‘Kadın, Yaşam, Özgürlük’ diyerek ilerleyen kadınlar olarak, 8 Mart’ta sokaklarda direnen tüm kadınları selamlıyoruz
Ayşe Güney
Bu yıl 8 Mart Dünya Kadınlar Günü diğer yıllara oranla daha büyük bir öneme sahip. Enternasyonal bir boyuta taşınan kadın mücadelesi için kalıcı birlikteliklerin konuşulduğu ve kadın sorununun evrensel bir sistem sorunu olduğu kabulü yaygın görüş haline geldi. Tüm yıl boyunca alanlarda özgür bir yaşam için mücadele eden kadınların başında da Kürt kadınları geliyor. Tevgera Jinen Azad (TJA) aktivisti, DTK Eşbaşkanı Leyla Güven’in PKK Lideri Abdullah Öcalan’ın üzerinde uygulanan ağırlaştırılmış mutlak tecridin kaldırılması talebiyle 8 Kasım’da başlatmış olduğu açlık grevi eylemleri ile yılı karşılayan Kürt kadınları, Beyaz Tülbentli Anneler’in eylemleri ile tecridin kırılması yönünde önemli bir direniş sergiledi. Yine 19 Temmuz’da TJA tarafından ‘Değişim ve Özgürlük İçin Sen de Ayağa Kalk’ kampanyası, bölge illeri başta olmak üzere büyük bir farkındalık ve örgütlülük yarattı. Erkekliğin sorgulanmasından özsavunmaya, kadın haklarından barış ve kadına yönelik şiddet, katliam, tecavüz konularını kapsayan geniş bir yelpazeyi barındıran kampanya, 2020 yılına kadınların inanç, direniş ve kararlılığını taşıdı.
Bizler de 2020 yılına taşınan kadın mücadelesi ve kazanımlarını Rosa Kadın Derneği Yönetim Kurulu Üyesi Ayla Ata Akat ile konuştuk.
- 2019’a sadece kadınlara yönelik baskı, şiddet ve katliamlar değil; kadınların isyanı, direnişi, mücadelesi ve sokağa çıkması da damgasını vurdu. Bu temelde kadınlar için nasıl bir yıl geçti?
Sizin de belirttiğiniz gibi, 2019 yılı sadece kadınlara yönelik baskı, şiddet ve katliamların yaşandığı bir yıl olmadı. 2019 yılı, aynı zamanda kadın mücadelesi ve kazanımları açısından unutulmayacak, ilkleri ile hatırlanacak bir yıl oldu. Bölgesel ve küresel anlamda yaşanan bu ilklerin heyecanını ve gururunu bizler de yaşadık. 2019 yerel seçimlerine HDP, bir kez daha eşit temsil iddiasıyla “Eşbaşkanlığı” bir sistem olarak kabul ederek girdi. Ancak adalet ve eşit temsiliyet iddiası bir kez daha kriminalize edildi ve bugüne kadar 16 eşbaşkan görevden alındı, 14’ü ise tutuklandı.
DTK Eşbaşkanı ve Hakkari Milletvekili Leyla Güven 2018 yılı sonunda, Sayın Abdullah Öcalan üzerindeki tecridin kaldırılması ve yasal haklarından yararlandırılması amacıyla bir seçilmiş olarak tutulduğu cezaevinde açlık grevine başlamıştı. 2019’da, 3 milletvekili ile cezaevlerinde bulunan tutuklu ve hükümlülerin de açlık grevine başlaması yine, “Leyla Güven’e ses olmak ve Kürt Sorunu’nun demokratik ve barışçıl çözümü” talebi ile Beyaz Tülbentli Anneler’in sokağa inmesiyle bu eylem büyük bir toplumsal harekete dönüştü. Açlık grevi Sayın Abdullah Öcalan’ın, avukat ve aile görüşünün gerçekleşmesinin ardından 200. gününde sona erdi. Başta Amed ve İstanbul olmak üzere birçok şehirde kadınlar “Bir Can Daha Eksilmeyeceğiz!”, “Jin Jiyan e, Jiyanê Nekuje” diyerek sokağa indi. Dünyanın birçok kentinde hayat pahalılığı, işsizlik ve açığa çıkan yolsuzluklara karşı halk sokağa çıktı ve kadınlar eylemlerin en ön saflarında yer aldı. Şili’de feminist bir kolektif olan Las Tesis, 25 Kasım’da Santiago Plaza de Armas Meydanı’nda, Kadın ve Cinsiyet Eşitliği Bakanlığı’nın önünde “Yolunda Bir Tecavüzcü” adını taşıyan bir performans sergiledi. Kadın cinayetlerini, cinsel saldırı ve istismar olaylarını protesto etmek amacıyla hazırlanan dans performansı, sosyal medyada yayınlanan görüntülerin ardından tüm dünyaya yayıldı.
Bunlar, tabii ki alkışladığımız gelişmelerdi. Ancak özellikle genç kadınların başarılarının umut verici olduğunun altını çizmek istiyorum. Bir lise öğrencisi olan Greta Thunberg’in yaklaşan iklim felaketine karşı, İsveç Parlamentosu önünde yaptığı oturma eylemi milyonların desteğini aldı ve küresel bir iklim hareketi başladı. İklim aktivisti Greta’nın “Evimiz yanıyor” sözüne ünlü oyuncu Jane Fonda, başlattığı “Yangın Tatbikatı Cumaları” sivil itaatsizlik eylemleri ile karşılık verdi. Her ne kadar Fonda 82. yaş gününü parmaklıklar ardında karşılasa da bence genç ve yaşlı kuşak kadınların ortak kaygıda buluşması ve yapılan eylemlerin küresel ölçekte karşılık bulması açısından oldukça önemliydi.
Yine işçi ve emekçi kadınlar açısından, Uluslararası Çalışma Örgütü (ILO) tarafından 100. yılında imzalanan, “İş yerinde Şiddet ve Tacizin Sona Erdirilmesi’ne Dair Sözleşme” kadın işçiler için devrim niteliğinde bir sözleşmeydi. Muhtemeldir ki 2019 yılı için bildiğimiz ve hatırladıklarımızın dışında, dikkatimizden kaçan birçok gelişme ve kazanım da söz konusu olmuştur. Bize düşen, he zamanki gibi mücadeleyi büyütmek ve kazanımları çoğaltmak olacaktır.
- TJA, Türkiye’deki kadın örgütleri ile nasıl bir ortak mücadele içerisinde? Enternasyonal mücadele kadınlar için neden bir öneme sahip? Ortak mücadele nasıl büyütülür?
Kadına yönelik şiddet; bir insan hakkı ihlali ve ayrımcılık biçimi olarak kültürel, ekonomik, coğrafi sınır tanımaksızın yaşanan, dünya coğrafyasına ait bir sorun olarak karşımıza çıkıyor. Yazık ki her ülkede, her etnik kimlikten, her din ve inançtan ve her sınıftan kadın şiddetin mağduru olabiliyor. En kötüsü yaşam hakları ellerinden alınıyor. Bu nedenle şiddet karşıtı mücadelemizde herhangi bir sınır koymuyoruz. Ülke içerisinde olduğu gibi bölgesel ve küresel ölçekte de parçası olduğumuz birliktelikler ve örgütlülükler var. TJA bugün, Türkiye Kadın Hareketi içerisindeki en etkili ve dinamik güç olarak kabul ediliyor. Yıllardır devam eden güçlü buluşma ve birlikteliklerimiz dolayısıyla da paylaşımlarımız var. Özellikle 2000’li yılların ortalarında Medeni Kanun ve Ceza Kanunu’nda yapılan kadın lehine değişikliklerin ardında, bu güçlü birliktelik ve yan yana duruşlar var. Bugün de İstanbul Sözleşmesi’ne yönelik saldırılar, kadın cinayetleri, nafaka hakkı, çocuğun cinsel istismarı konularında ortak ve aktif bir mücadele içerisindeyiz. Yine, “Kadınlar Birlikte Güçlü” ile inandığımız ve bizi biz yapan değerlerle, Türkiye kadın hareketi ile ortak mücadele ediyoruz. Savaş karşıtı mücadele, çatışma çözüm ve barış gibi özgün konularda da parçası olduğumuz çalışma grupları ve örgütlülükler var. Dünya Kadın Yürüyüşü ve Dünya Kadın Konferansı içerisinde yer alıyoruz. Ortadoğu Kadın Hareketi ile ilişkilerimiz özellikle gerçekleştirdiğimiz ve parçası olduğumuz konferansların ardından oldukça önemli bir ivme kazandı. Ancak arayışımız, “Eşitlik” ve “Aile İçi Şiddet” konularında yaşadığımız güçlü birliktelikleri “İnsan Hakları” alanına taşıyabilme yönündedir. Üzülerek belirtiyorum ki konu insan hakları olduğunda “milliyetçilik” aşılması gereken bir bariyer olarak duruyor önümüzde. Toplumun düşünce yapısı ve ortaya koyduğu eylem üzerinde etkili olan militarist düzen, kadınların sorunları ele alış şekli üzerinde de etkili oluyor. Ancak, her geçen gün insanlık için en büyük tehdidin milliyetçilik, militarizm, dincilik ve cinsiyetçilik olduğunu fark eden kadınların sayısı artıyor. Bizim için umut verici olan da budur.
- Kadınların ortak mücadelesi sonucu Şule Çet gibi kadın katliamı davalarında sonuç alınsa da hala davalarda ‘iyi hal’ indirimleri uygulanıyor. Yargının kadın katliamı davalarına yaklaşımı nasıl yorumlanmalı? Bu yaklaşımda iktidarın söylem ve politikalarının etkisi nedir?
Şule Çet, 29 Mayıs 2018 tarihinde iki erkek tarafından öldürüldü. Bu cinayet, gerçekleşme şekli itibariyle toplumda infial yarattı ve öfkeyle karşılandı. Kadınların yıllardır adliye koridorlarında davaları takip etmeleri, yargılama süreçlerine müdahil olma talepleri, yaptıkları basın açıklamaları, gerçekleşen yürüyüşler, sosyal medya eylemleri ile farkındalık yaratma çabaları bir şekli ile etkisini göstermektedir. Toplumun yargı üzerinde ve kimi zaman da yönetenler üzerinde, yanlış kararlar verilmesini engelleyen ya da verilen yanlış kararlardan dönülmesi sonucunu doğuran bu pozitif etkisi çok kıymetli ve hayati önemdedir. Çünkü, polisinden adli tabibine, savcısından hakimine kadar şiddet mağduru kadının yargı sürecinde karşılaştığı tüm aktörler çoğunlukla ahlakçı, cinsiyetçi bir anlayışa sahiptir. Bir yanda yaşam hakkı ellerinden alınan kadınların hayatta iken yargı sistemine başvurmuş olmalarına rağmen can güvenliklerinin sağlanamıyor olması, şiddet uygulayan erkeklerin az ceza almalarına neden olan indirimler söz konusu iken; diğer yanda siyasi erkin kadını bir özne olarak görmeyen, kadından çok aile kurumunu önemseyen cinsiyetçi politikaları ve yasal mevzuata rağmen açılmayan sığınma evleri ile eğitim sistemimize hakim olan cinsiyetçi dil ve bakış açısı… Bu kabul edilemez gerçeklik, hayır diyen biz kadınlar için örgütlenmeyi, sözümüzü söylemeyi ve sonuç alıncaya kadar mücadeleyi zorunlu kılıyor. Her fırsatta ifade ettiğimiz üzere, kadına yönelik şiddetle mücadele; başta yönetenler olmak üzere toplumun her kesiminin dahil olacağı, kapsamlı, kolektif ve kararlı bir mücadeleyi gerektirir. Önleyici, koruyucu ve caydırıcı yasal düzenlemeler kadar bu düzenlemelerin etkin bir şekilde uygulanması ve mekanizmaların kurulması da hayatidir. Kaldı ki, çok boyutlu bir sorun olan kadına yönelik şiddet yalnız kadınların değil bir bütün olarak toplumun, çözümünü öncelemesi gereken bir sorundur.
- Meksika’dan Şili’ye, Rojava’dan Sudan’a ve İran’a kadar tüm dünyada kadınlar ayakta. Dünyada gelişen kadın mücadelesi bize ne anlatıyor? 2020 kadın yılı olacak söylemi hakkında ne düşünüyorsunuz?
Kadınlar toplumun yarısı olduklarının farkına varıyor ve farkında olmak mücadele sorumluluğunu beraberinde getiriyor. En temel hak ve özgürlüklerimizin özel ve kamusal alanda erkek egemen anlayış tarafından yok sayılmasına, toplumsal değer yargıları, feodalizm, din ve inanç gerekçe gösterilerek yaşam hakkımızın elimizden alınmasına isyan ediyor kadınlar. Her isyanda, kadını dört duvar arasına hapseden, yeteneklerini açığa çıkararak sosyalleşebileceği mekan ve alanları kendisine yasaklayan, kendini ve toplumu tanımasına izin vermeyen ataerkil sistem kaybediyor. Binyılların ezen güç, binyıllardır ezilen kadının uyanışına tanıklık ediyor. Bu uyanışın küresel ölçekte olması tabi ki heyecan vericidir. Ancak ortaya konulan tepkinin sonuç alıcı olabilmesi güçlü bir özsavunma ve örgütlenme ile mümkündür. Ve başarısı, örgütlenme perspektifi, örgütlülüğünün kavuştuğu düzey ve toplumsal alanla kurduğu bağla orantılıdır. Kadınların tepki vermesinin ve egemen sisteme verdikleri rahatsızlığın karşılıksız kalmayacağı da unutulmamalıdır. Binyılların egemenliğine son vermek için yola çıktıysak, sonuç almanın uzun soluklu bir mücadele gerektirdiğinin farkında olmak gerekiyor. Bu açıdan, bu yüzyılın kadın yüzyılı olacağını söylemek benim için daha gerçekçi bir iddiadır. “Vardık, Varız, Var olacağız!” diyen Rosa’nın izinde “Kadın, Yaşam, Özgürlük!” diyerek ilerleyen kadınlar olarak, 8 Mart bilgisi ve bilinciyle sokaklarda olacak olan, mücadele eden ve direnen tüm kadınları selamlıyoruz.