• İletişim
  • Yazarlar
  • Gizlilik Politikası
14 Ağustos 2025 Perşembe
Sonuç Yok
Tüm Sonuçları Görüntüle
ABONE OL!
GİRİŞ YAP
Yeni Yaşam Gazetesi
JIN
  • Anasayfa
  • Gündem
    • Güncel
    • Yaşam
    • Söyleşi
    • Forum
    • Politika
  • Günün Manşeti
    • Karikatür
  • Kadın
  • Dünya
    • Ortadoğu
  • Kültür
  • Ekoloji
  • Emek
  • Yazarlar
  • Panorama
    • Panorama 2024
    • Panorama 2023
    • Panorama 2022
  • Tümü
  • Anasayfa
  • Gündem
    • Güncel
    • Yaşam
    • Söyleşi
    • Forum
    • Politika
  • Günün Manşeti
    • Karikatür
  • Kadın
  • Dünya
    • Ortadoğu
  • Kültür
  • Ekoloji
  • Emek
  • Yazarlar
  • Panorama
    • Panorama 2024
    • Panorama 2023
    • Panorama 2022
  • Tümü
Sonuç Yok
Tüm Sonuçları Görüntüle
Yeni Yaşam Gazetesi
Sonuç Yok
Tüm Sonuçları Görüntüle
Ana Sayfa Forum

SİP/TKP’nin son hezeyanları üzerine

14 Ağustos 2025 Perşembe - 00:00
Kategori: Forum, Manşet
SİP/TKP’nin son hezeyanları üzerine

SİP/TKP halen Devrimden Sonra film setinde rolüne can vermeye, ‘devrimcilik’ oynamaya devam ediyor. ‘Bekleyin, sosyalist devrim olacak, kapitalist sömürü düzeni kalkacak her şey düzelecek’ diyorlar. Sistemin onlara çizdiği serbest bölgede yer alan film platosundan çıkamadıkları için yanı başlarında gerçekleşen ve kapitalist sömürü düzenini her icraatıyla ortadan kaldıran Rojava’daki halk devrimini kavrayamıyorlar

Harun Çınar

Abdullah Öcalan, 27 Şubat tarihli Barış ve Demokratik Toplum Çağrısı’yla birlikte Türkiye’de ve Ortadoğu’da politik alanda bir dinamizmin fitilini ateşledi. Yine, Öcalan’ın özellikle PKK’nin 12. Kongresi’ne sunduğu Manifesto’yla da düşünsel alanda hareketlilik artmaya başladı. Öcalan’ın inisiyatifi teorik, ideolojik, politik tartışmalara çarpan etkisi yaptı. Devrimci cenahta Marksist teorinin majör meseleleri tekrar gündemleşiyor. Çeşitli makaleler yayınlanıyor. Uzunca bir süredir esaslı meseleleri hakkıyla tartışmayan sosyalist, devrimci siyasi yapılar, çevreler ve partiler de bu tartışmalarda yer almaya başladılar. Belli ki Öcalan’ın atılımı, hem pratik politik hem de teorik dizgeyi rekompoze etmeye devam edecek.

Geçtiğimiz günlerde, kendisine Türkiye Komünist Partisi (TKP) adını veren ancak gerçekte Sosyalist İktidar Partisi (SİP) olan yapı, “Ülkemizin uçurumdan yuvarlanmasına izin vermeyeceğiz” adlı bir kampanyanın öncülüğünü yaptı ve ardından Merkez Komite imzasıyla “Herkes Konuşacak, Cumhuriyetçiler Susacak, Öyle mi!” başlıklı bir metin yayınladı. Kuşkusuz Kürt sorununun demokratik ve barışçıl çözümüne ilişkin tarihin hızlandığı bir dönemde farklı yapıların, çevrelerin, partilerin, toplumsal kesimlerin itirazlarını, düşüncelerini ve pozisyonlarını ifade etmesi olağan bir durum. Ancak SİP/TKP’nin ön ayak olduğu söz konusu kampanya metni ve Merkez Komite imzalı bildirisi ayrıca üzerinde durulması gereken hususlar içeriyor.

Ulus devletçi sosyalizm yanılgısı

“Ülkemizin uçurumdan yuvarlanmasına izin vermeyeceğiz” başlıklı kısa metinde “Türkiye Cumhuriyeti’nin, Lozan Anlaşması’nın sorgulanmasını; mevcut sınırlarımızın tartışılmasını … istemiyoruz” ifadeleri yer alıyor. İnanması güç ama kendisine “komünist” diyen bir siyasi parti sistemin ta içinden defansif ve muazzam benimseyici iyelikle kapitalist ulus devletçi sistemi canhıraş bir şekilde savunabiliyor. Ulus devlet modelinin bizzat kapitalizmin bir siyasal ölçeği olarak inşa edilmiş olduğunu, sermaye-ulus-devlet troykasının teritoryal karşılığı olduğunu izah etmek abesle iştigaldir. Dolayısıyla bildirideki siyasal pozisyonun ifşa edilerek Marksizm dışı bir tutum olduğunun ortaya konması işten bile değil. Ancak hatırlatılmasında fayda var. Bunun için Marx’ın bizzat kendisine, Marksizm’in teorik ve pratik tarihine hızlıca başvurmak yeter.

Hegel, çokça tartışma götürmüş “reel olan rasyoneldir, rasyonel olan reeldir” önermesinde de olduğu gibi adı konmamış proto-pozitivizmiyle somut duyusal gerçekliği veri kabul ederek tartışılmaz kılmıştı. Geist’ın kendini gerçekleştirmesi olarak duyusal gerçekliği mutlaklaştırmıştı. Buna karşılık Marx, henüz daha 25 yaşında bir gençken Hegel’in Hukuk Felsefesi üzerine yaptığı çözümlemelerde duyusallığı hakikatle eşitlediği için Hegel’i kıyasıya eleştirmişti. Hakikatin duyusallıkla yani şimdi ve burada olan somut gerçeklikle özdeşleştirilemeyeceği itirazını gür bir biçimde yapmıştı. Hegel’in mevcudu kutsayan ve mutlaklaştıran felsefesi temelinde kapitalist modernitenin sermaye-ulus-devlet üçlüsünü aşılmaz bir ufuk olarak işaretlemesini de reddetmiş, yeni bir ufuk, yeni bir evrensellik olarak komünizmi ortaya koymuştu. Söylemeye gerek yok, asla kapitalist ulus devletçi bir savununun içinden konuşmamıştı. Bu teorik hattın doğal sonucu olarak da Hegel, Prusya devlet filozofu olarak baştacı edilmişken Marx, Prusya devletinin hışmından fazlasıyla payını almıştı. Dahası Marx’ın gençliğinde Hegel’in felsefesinden çıkan ve güçlü bir Prusya ulus devleti arzusuyla somutlaşan muhafazakâr sonuçlar, hayli tartışma yaratmıştı. Örneğin Genç Hegelciler ya da Sol Hegelciler olarak bilinen çevre bu sorun üzerine hayli kafa yormuştu. Açıkçası işin içinden çıkamadıklarını söylemek mümkün.

Bu teorik tartışmalar, yaklaşık 70 sene sonra bu kez pratik bir sınanmayla karşı karşıya kalmıştı. 1. Emperyalist Paylaşım Savaşı’nda sosyal demokratlar ve komünistler arasındaki hayırlı ayrışmada bunu görmüştük. Hatırlatmak gerekirse büyük bir paylaşım savaşının ayak sesleri iyiden iyiye yükselince dönemin her ülkeden devrimci hareketleri bu savaşı durdurabilmenin yollarını tartışmıştı. İşçi sınıfının bu savaşın bir tarafı olmaması ve elindeki genel grev dahil çeşitli eylem repertuarıyla bu savaşı boşa düşürmesi, durdurması kararı alınmıştı. Ancak 1. Emperyalist Paylaşım Savaşı başlayınca alınan kararlar ve verilen sözler yerine getirilmemiş, sosyal demokratlar coşkulu bir milliyetçilikle savaşta kendi ulus devletlerinin yanında hizalanmışlardı. Ulus devletlerinin sınırlarının ve ulusal burjuvazilerinin çıkarlarının savunuculuğuna soyunmuşlardı. Bu tercihle başlayan sistem içi pozisyonları da zamanla kurumlaşmıştı.

Devrimcinin Dili ve Grameri

Tüm bunlar “Ülkemizin uçurumdan yuvarlanmasına izin vermeyeceğiz” bildirisinin teorik ve pratik koordinatlarının düştüğü sistem içi “ulus devletçi” yeri çok net bir biçimde ortaya koyuyor. Bu pozisyon amarksist değil antimarksisttir, yani sadece Marksizm dışı değil aynı zamanda Marksizm karşıtıdır. Üstüne üstlük bildiride geçtiği haliyle “Türkiye Cumhuriyeti’nin, Lozan Anlaşması’nın sorgulanmasını; mevcut sınırlarımızın tartışılmasını … istemiyoruz.” demek açıktan açığa Türk milliyetçiliğidir. Lozan Anlaşması’nın her anlaşma gibi eleştirilmesinden ve sorgulanmasından daha doğal bir şey olamaz. Kaldı ki Lozan Anlaşması söz konusu bildiriyi hazırlayanların zannettiği gibi antiemperyalist bir anlaşma değildir. Emperyalizme karşı değil, emperyalizmle birlikte, emperyalizmin sayesinde ortaya çıkabilmiş bir anlaşmadır. Hatırlatalım, Osmanlı Devleti 1. Emperyalist Paylaşım Savaşı’na bir sömürge olarak değil savaşın bizzat asli bir tarafı olarak katılmıştır. Dahası, kıyasıya savunulan bu anlaşmayla Kürtler dünyanın en büyük statüsüz halkı haline getirilmiş, emperyalizm Kürt sorununu büyüterek Ortadoğu’nun ortasına bırakmıştır. Dolayısıyla söz konusu metinde ifadesini bulan hem teorik ve pratik pozisyonun hem de kullanılan dilin devrimcilikle uzaktan yakından alakası yoktur.

Somut duyusal gerçekliği veri kabul etmenin kendisi bizzat Marx’ın kendi ontolojisine aykırı ve zıtken, mevcut somut politik gerçekliği veri kabul etmenin ötesinde canhıraş bir şekilde savunmak asla devrimcinin felsefesi, dili ve eylemi olamaz. Arkasında muazzam bir mücadele mirası bırakan Türkiye devrimci hareketinin gözüpek önderlerinden Mahir Çayan yazılarında -muhtemelen Hikmet Kıvılcımlı’dan hareketle- “Fransızca konuşmak” ve “Almanca konuşmak” tabirlerini kullanır. Bilindiği üzere “Fransızca konuşmak”tan kasıt, Fransa’nın devrimler tarihinden ve hareketli siyasal yapısından dolayı politik aktivizme atıf yapan bir eylemselliğini ifade eder. Örneğin artık gündelik dile dahi yerleşmiş “Fransız kalmak” deyimi de buradan gelir. Yani olan bitenler karşısında gerekli aktif tavrı al(a)mayıp hareketsiz kalmak. “Almanca konuşmak” da modern felsefeye damga vurmuş Almanca yazan filozoflardan hareketle teori yapmayı işaret eder. Mahir’in derdi dönemin devrimci hareketlerinin pratik ve teorik tavırlarını ve konumlanmalarını eleştirmekti. SİP/TKP’nin bu son metinlerine de buradan hareketle “ulus devletçe konuşmak” demek mümkün.

Alex Callinicos, Marx’ın ekonomi politiğin dilini kullanarak burjuva ekonomi politiğine karşı eleştiri hattını kurduğunu, onların dilini onlara karşı kullandığını söylemişti. Buna karşılık SİP/TKP ulus devletçi dili kullanarak ulus devletçiliği açıktan savunuyor. Oysa devrimcilerin, sosyalistlerin, kendisine komünist deme cüreti gösterenlerin kendi grameri, söylem seti ve kavram repertuarı vardır ve olmalıdır. Devrimcilik sistemin karşısında ve dışında olmayı doğalında zorunlu sayar. Dolayısıyla “mevcut sınırlarımız” lafının devrimcilerin gramerinde, kavram setinde olmayan ve olmaması gereken bir laf olduğu ortadadır. Ulus devlet aklı ve mantığıyla hesaplaşmamak, düşünsel koordinatlarını ulus devlet ufkuyla sınırlamak sistem içinde debelenmektir. Öyle “planlı ekonomi” talebini de en passant (geçerken) metnin sonuna iliştirerek “bakın sosyalizm vurgusunu da ihmal etmiyoruz ha” demeye çalışmak sizi kurtarmaz. Sadece sosyalizm derken aklına ekonomiden başka bir şey gelmeyen bir mekanik aklı yani ekonomizm belasını ele verir.

‘Devrimden Sonra’ filmi hala vizyonda!

Mekanik bir mantıkla sosyalizmi ekonomi modeli zanneden, ulus devlet ile kapitalist sistem arasındaki bağı ıskalayan, emperyalizmi anti Amerikancılıkla eşitleyen bu ideolojik politik hattın yanlış denklemler dizisi Kürt sorununda da kendisini gösteriyor. Tek yönlü belirleyicilik saplantılı bir teorik sığlıkla Kürtlerin her türlü hak talebini ve kazanımını emperyalizmin hanesine yazan bir vulgarizmle karşı karşıyayız.

En temelde Kürt sorunu, emperyalizmin Ortadoğu’da çizdiği sanal ulus devlet sınırlarıyla büyüttüğü bir sorundur. Sykes ve Picot ikilisi şahsında cisimleşen emperyalist müdahale Kürdistan gerçekliğini yok sayarak ve Kürtleri statüsüz bırakarak 20. yüzyıl boyunca Kürt sorununun şiddetlenmesinin, günümüze taşınmasının ve büyük acılar yaşanmasının nedenidir. En kısa yoldan ifade edilecek olursa modern Kürt sorununu emperyalizm ortaya çıkarmıştır. Böylelikle emperyalizm, Kürt sorunu üzerinden Ortadoğu’ya müdahale etme ve yönetme olanağı sağlamıştır. Dolayısıyla Kürt sorununun demokratik ve barışçıl çözümünü savunmak esasen antiemperyalizmdir. Bunu yaparken de tıpkı şanlı Rojava Devrimi’nde olduğu gibi hem emperyalizme hem de statükoya karşı 3. Yol ideolojisiyle halkların demokratik özyönetimi modeli, kadın özgürlükçülük, ekolojik yaşam, komünal ekonomi modeli temelinde yeni bir yaşam için mücadele etmek en büyük anti kapitalist, anti emperyalist mücadele hattıdır. Denklem bu kadar basit. Ancak SİP/TKP’nin denklem hatası her yerde tekrar tekrar karşımıza çıkıyor.

SİP/TKP şöyle diyor: “Yıllar boyunca PKK ve bir kısım ‘sol’, ‘Kürt sorunu çözülürse bu ülkenin bütün sorunları çözülür’ diyordu. … ‘Bu sorunu çözelim, demokrasi gelecek.’ ‘Bu sorunu çözelim, ekonomi düzelecek.’ ‘Bu sorunu çözelim, emperyalizm çuvallayacak.’ ‘Bu sorunu çözelim, İsrail açığa düşecek.’ … Bu nasıl bir yaygaradır! Her şeyin üzerinde ve diğer sorunlardan ayrı bir Kürt sorunu yoktur. TKP yıllardır bunu söylüyor. TKP, Kürt sorununun ülkenin temel sorunlarıyla birlikte ele alınması gerektiği düşüncesinde. Bu ülkede her şeyin üstünde temel tek bir sorun vardır: Kapitalist sömürü düzeni.” Kimsenin öyle bir şey dediği yok. Ancak ortada basitleştirerek tahrif etme durumu var. Reductio ad absurdum (saçmaya indirgeme) yöntemi söz konusu.

Potansiyel kavramı hem olmaya hem de olmamaya muktedir olana atıfta bulunur. Potansiyeli mutlaklıkla eşitlemek tek yönlü determinizm mekaniğinin başka bir teori defosudur. Teleojinin zirvesidir. Evet Kürt sorunu bu ülkenin en büyük sorunudur. Evet Kürt sorununun demokratik ve barışçıl çözümü ülkedeki esaslı sorunların çözüm yolunun açılması potansiyelini kuvveden fiile geçirebilir. Çünkü ülkedeki otoriter emek rejiminin, haksızlıkların, hukuksuzlukların, yoksulluğun, sefaletin ve dış politikadaki yanlış konumlanışların temelinde Kürt sorunu ve Kürt korkusu vardır. Ancak “kapitalist sömürü düzeni sorunu her şeyin üstündedir, bu düzen ortadan kaldırılırsa her sorun çözülür” demek aslında sorununun çözümünden kaçmaktır. Bir şey söylediğini zannederken hiçbir şey söylememektir. Teorik bir kolaycılıkla her şeyi müphem bir geleceğe ve “sonra”ya havale etmektir.

Zaten bu çevrenin çokça tartışma götürmüş Devrimden Sonra filminde berrak bir şekilde açığa çıkmış “devrim yapmıştık biraz da size getirdik” yaklaşımı devam ediyor. Hatırlatmak gerekirse SİP/TKP bir uzun metrajlı film yapmış ve Türkiye’de bir “sosyalist devrim” olduktan sonra neler yaşanacağını anlatmıştı. Neresinden tutsanız elinizde kalan film, aslında tersinden “devrim ne değildir” sorusunun başarılı bir yanıtıydı. Örneğin devrim oluyordu ancak fabrikalara gidilip devrim olduğu bilgisi veriliyordu. Peki devrimi kim yapmıştı? Kendinden menkul muhayyel bir devrimci özne paralel evrende devrim yapmış, yeryüzüne de bunu vahyetmeye gelmişti. Dahası, bu traji komik filmin altmetni devrimden sonra her türlü sorununun çözüleceği fikrine dayanıyordu.

İşte SİP/TKP’nin “Herkes Konuşacak, Cumhuriyetçiler Susacak, Öyle mi!” başlıklı Merkez Komite imzalı bildirisi tam da bu filmin içinde kalmaya devam ettiklerini gösteriyor. SİP/TKP halen Devrimden Sonra film setinde rolüne can vermeye, “devrimcilik” oynamaya devam ediyor. “Bekleyin, sosyalist devrim olacak, kapitalist sömürü düzeni kalkacak her şey düzelecek” diyorlar. Sistemin onlara çizdiği serbest bölgede yer alan film platosundan çıkamadıkları için yanı başlarında gerçekleşen ve kapitalist sömürü düzenini her icraatıyla ortadan kaldıran Rojava’daki halk devrimini kavrayamıyorlar.

Teorik ve tarihsel anahtar: CHP/ML

İşin daha kötü yanı ciddi tahrifatlarda bulunmaktan da geri durmuyorlar. Güncel siyaseti, küresel kapitalizmin şiddetlenen hegemonya mücadelesini, örneğin IMEC Projesi’ni kavrayamayan iktibasçı-ezberci akıl, Şara’nın Suriye’nin neden ve nasıl başa getirildiğini de anlayamıyor. Öyle ki bu durumdan “Suriye Demokratik Güçleri lideri Mazlum Abdi de memnun” diyebilecek kadar saçmalayıp yalan atıyorlar.

Kavgamızın şairi Vedat Türkali gerçek bir TKP’li olarak SİP’in 2001 yılında bir oldubittiyle TKP ismine konarak işgal etmesini her fırsatta eleştirmiş, güçlü bir edebiyatçı olarak eleştiri hattını aynı zamanda ideolojik politik temeli sağlam söz oyunlarına da çevirmişti. Mevcut sahte TKP’yi “Türkiye Kemalist Partisi” olarak tarif etmişti. Gerçekten de Türkali’nin tespitinin ne kadar yerinde olduğu çok daha net bir şekilde peşi sıra yayınlanan bu metinlerle daha da ortaya çıkıyor.

Tüm bu ideolojik politik hattın anlam anahtarı tam da burada saklı. Esas ayrım Millî Mücadele’ye, Kemalist tarih okumasına, Türk ulus devlet sistemine ve Kemalizme ilişkin pozisyondan ileri geliyor. Türkiye solundaki mevcut çatallaşmaların kaynağı bu meselelerdir, demek abartı olmaz. Kürt sorunu, soykırım, Lozan, Alevi meselesi, devrim anlayışı, sömürgecilik vb. gibi majör konulardaki ayrışmaların esas belirleyeni tam da burasıdır.

Şeyh Sait Ayaklanması’na Kemalist bayağı tezlerle bakmanın, Kemalizmin ulus devletçi diliyle içeriden konuşmanın, “aydınlanmacı” bir yaklaşımla Kürt sorununu ekonomik kalkınma sorunu olarak tasnif etmenin, farazi bir “cumhuriyet” ideasının merkezindeki rijit savunma hattının, Türk ulus devletinin sınırlarını kendi ufuk çizgisi olarak çizmenin başka açıklaması yoktur. Bu konumlanış sisteme eklemli tatlı su solculuğudur. Daha ironik ve nüktedan bir şekilde ifade etmek gerekirse CHP/ML hattıdır.

Zaten bu hattın sosyalizm anlayışı da kapitalist modernitenin tüm günahlarını sahiplenen sığ bir aydınlanmacılık, sıkı bir pozitivizm, sınıf indirgemeciliği, güçlü bir ekonomizm ve mekanik ilerlemeci tarih anlayışından güç alıyor. Buradan hareketle SİP/TKP “insanın insanı sömürmediği, holding ve tarikatların yerine emekçi halkın iradesinin egemen olduğu düzenin adı sosyalizmdir” demiş. Ancak epey eksik söylemiş. En kritik kısımlarını bilinçli bir şekilde atlamış.

Buna karşılık, halkların ulus devletlerle demir kafeslere sıkıştırılmadığı; Türkiye’nin, Irak’ın, İran’ın, Suriye’nin ve küresel sistemin Kürdistan’ı sömürmediği; Ortadoğu halklarının sanal sınırlarla birbirlerinden ayrılmadığı; mevsimlik tarım işçilerinin kamyon kasalarında ölmediği; Kürtlerin yoğunlukla yaşadıkları kadim coğrafyanın tüm sosyo-ekonomik göstergelerde son sıralarda yer almadığı; Kürtlere ve ezilen halklara sömürgeci kibir ve arzuyla muamele edilmediği; Alevilerin gerçekten eşit yurttaş olduğu; çocukların polis panzerleri altında ezilmediği; anaların çocuklarının cenazelerini günlerce buzlukta saklamak zorunda kalmadığı; Kürtlerin cenazelerinin binlerce kilometre ötede kaldırım taşlarının altına gömülmediği; dincilikle topluma tek tipleşmenin dayatılmadığı; özgürlükçü laikliğin hayat bulduğu; her türden milliyetçiliğin reddedildiği; Kürtçe tabelaların kaldırılmadığı; kimsenin dilinin “bilinmeyen dil” olarak kodlanmadığı; kadınlar üzerindeki erkek egemen sistemin ve cinsiyetçiliğin ortadan kaldırıldığı; Kürdistan’ın ormanlarının ve doğasının “güvenlik” gerekçesiyle yıkılıp yakılmadığı; endüstriyalizm çılgınlığıyla doğanın sermayenin talanına açılmadığı; emekçilerin muazzam bir sömürüyle sefalet şartlarında insan onuruna aykırı şartlarda yaşamaya zorlanmadığı; söz yetki ve kararın ezilenlerde ve emekçilerde olduğu; küresel sermaye ve iktidar tekellerine boyun eğmeyen düzenin adı sosyalizmdir. Demokratik Toplum Sosyalizmi’dir. Fark bu! Eh, bu fark da öyle küçük bir fark değil.

Tüm bu farklılıklar Öcalan’ın ifade ettiği gibi ulus devletçi sosyalizmin yenilgiye yazgılı olduğunu net bir biçimde ortaya koymuş, Demokratik Toplum Sosyalizmi’nin ezilenlerin sahici mücadele hattı olduğunu bir kez daha göstermiştir. Tekrar vurgulamak gerekirse kapitalist modernitenin kendisini yapılandırmış olduğu sermaye-ulus-devlet üçlüsünden sadece sermaye ile değil bunun yanı sıra kapitalist modernitenin imalatı olan ulus ve ulus devlet ile de hesaplaşmak ve devrimci alternatiflerini geliştirmek, aşılmaz sınır olarak işaretlenen kapitalizmin ufkunun aşılması için zorunludur.

Ulus devletçi sosyalizmde ısrar etmek, tarihi bir bütün olarak yanlış okumanın manifestosunu yayınlamak, “barış ve kardeşlik istiyoruz” sloganı atarak altını doldurmamak, yürütülen sürecin “sermaye sınıfının ihtiyaçları doğrultusunda şekillendiğini” tuhaf bir biçimde temelsizce iddia etmek “ülkemizin uçurumdan yuvarlanmasına izin vermeyeceğiz” diyerek tam tersine ülkenizin uçurumdan yuvarlanmasını engelleyecek bir girişime karşı çıkmanın yolunu açmaktadır. Barış ve kardeşlik istemenin sahici karşılığı sürece karşı olmak değil aksine sürecin demokratik çözüm yoluna girebilmesi için devrimci mücadeleyi yükseltmektir. CHP/ML hattını güçlendirmek değil.

PaylaşTweetGönderPaylaşGönder
Önceki Haber

Ceza, cezaevleri ve ertelemeler

SON HABERLER

SİP/TKP’nin son hezeyanları üzerine

SİP/TKP’nin son hezeyanları üzerine

Yazar: Yeni Yaşam
14 Ağustos 2025

Ceza, cezaevleri ve ertelemeler

Ceza, cezaevleri ve ertelemeler

Yazar: Yeni Yaşam
14 Ağustos 2025

AİHM katliamı ‘görmezden’ geldi

AİHM katliamı ‘görmezden’ geldi

Yazar: Yeni Yaşam
14 Ağustos 2025

On binlerin yürüyüşü

‘Gizli’ toplantının açık mesajı

Yazar: Yeni Yaşam
14 Ağustos 2025

Bir bilgeye vefa kitabı

Halkın ekmeğidir adalet

Yazar: Yeni Yaşam
14 Ağustos 2025

Yalnız ekonomi mi?

Hatasız ülke

Yazar: Yeni Yaşam
14 Ağustos 2025

Zelenski: Putin, savaşı sürdürmek için hazırlık yapıyor

Zelenski: Acil bir ateşkes olmasını umuyoruz

Yazar: Yeni Yaşam
13 Ağustos 2025

  • İletişim
  • Yazarlar
  • Gizlilik Politikası
yeniyasamgazetesi@gmail.com

© 2022 Yeni Yaşam Gazetesi - Tüm Hakları Saklıdır

Welcome Back!

Login to your account below

Forgotten Password?

Retrieve your password

Please enter your username or email address to reset your password.

Log In

Add New Playlist

E-gazete aboneliği için tıklayınız.

Sonuç Yok
Tüm Sonuçları Görüntüle
  • Tümü
  • Güncel
  • Yaşam
  • Söyleşi
  • Forum
  • Politika
  • Kadın
  • Dünya
  • Ortadoğu
  • Kültür
  • Emek-Ekonomi
  • Ekoloji
  • Emek-Ekonomi
  • Yazarlar
  • Editörün Seçtikleri
  • Panorama
    • Panorama 2024
    • Panorama 2023
    • Panorama 2022
  • Karikatür
  • Günün Manşeti

© 2022 Yeni Yaşam Gazetesi - Tüm Hakları Saklıdır