Bugün ise Türkiye’deki demokratik kamuoyu, geçmişte iktidarın faşizan ve anti-demokratik kayyum politikalarına karşı geniş bir toplumsal muhalefet örgütleyememiş olmanın sancılarını yaşamaktadır. Çünkü siyasi kayyum pratiği; halkların seçme ve seçilme haklarını gasp eden, yerel demokrasiyi askıya alan ve hukuk devleti ilkeleri ile bağdaşmayan bir uygulamadır
Veysel Demirkaya* \ Savunmanın Sözü
Önceki haftalarda Savunmanın Sözü köşesinde, avukat arkadaşlarımız tarafından kaleme alınan yazılarda, Türkiye’de siyasi tutsakların varlığına dikkat çekilerek hem siyasi saiklerle yürütülen yargılamalara hem de bu yargılamaların hukuki dayanaklarına yer verildi. Gerçekten, geçmiş ve günümüz Türkiye’sinde, siyasal görüşleri, eleştirileri ya da muhalif kimlikleri nedeniyle tutuklanan, mahkûm edilen birçok kişinin dosyaları incelendiğinde, hukukî değil, siyasî gerekçelerle şekillenen yargılamaların yapıldığı hakikati ile karşılaşmaktayız.
Bu yazı ile siyasi tutsak ve siyasi yargılama olgularının devamı niteliğinde olan ve güncelliğini her gün arttırarak devam ettiren siyasi kayyumlara ve dayanağı olan kanun maddesine değinmeye çalışacağım.
Olağanüstü hal döneminde çıkarılan Cumhurbaşkanlığı Kararnamesi ile 5393 sayılı Belediye Kanunu’nun 46. maddesine eklenen ek fıkranın, seçilmiş belediye başkanlarının idari kararla görevden alınmasının ve yerlerine kayyum atanmasının önünü açtığı malumdur. Bu düzenleme, demokratik temsiliyetin ve yerel yönetim özerkliğinin fiilen askıya alınmasına yol açmış, seçme-seçilme hakkını işlevsiz hale getirmiştir.
2016 yılından itibaren yürürlükte olan siyasi kayyum yasası, öncelikli olarak Kürdistan’daki belediye eş başkanlarını ve meclislerini hedef almıştır. Siyasi kayyum politikasının temel amacı ise; Kürdistan’da halkın iradesiyle seçilen belediye yönetimlerinin demokratik bir toplumu inşa etme çabalarını engellemektir. Başta Diyarbakır, Van ve Mardin büyükşehir belediye eş başkan ve belediye meclisleri olmak üzere halkın iradesiyle seçilmiş temsilciler görevden alınarak yerlerine valiler veya kaymakamlar “belediye başkan vekili” sıfatıyla atanmıştır.
Bu süreçte, evrensel hukuk ilkelerinden olan masumiyet karinesi ve suçsuzluk karinesi sistematik olarak yok sayılmış; siyasi amaç barındırdığı açık olan soruşturmalar veya kovuşturmalar gerekçe gösterilerek seçilmişler görevden uzaklaştırılmıştır. Yapılan yargılamalar neticesinde suçsuzluğu tespit edilen belediye başkanları hakkında beraat veya takipsizlik kararı verilmesine rağmen, bu kişiler görevlerine iade edilmemiştir. Bu durum uygulamanın hukuki değil siyasi bir tasfiye yöntemi olduğunu çok daha açık hâle getirmektedir.
Siyasi kayyum, Barış ve Demokratik Toplum Çağrısından önceye kadar Kürt siyasi hareketi ve kazanımlarına karşı bir sopa olarak kullanılmakta ve belediyelerine atanmaktaydı. Bu tarihi çağrıdan sonra Kürt illerinde yeni siyasi kayyumlar atanmamış ancak, daha evvel atananlar mevcudiyetini muhafaza etmeye devam etmiştir. Barış ve Demokratik Toplum Çağrısı, Sayın Abdullah Öcalan tarafından; devletin yıllardır sürdürdüğü asimilasyoncu ve inkârcı politikaların artık son bulması gerektiğinin ifade edildiği, halkların dil, kültür ve inançlarının eşit yurttaşlık temelinde tanınması ve demokratik bir Türkiye’nin inşası amacıyla yapılmış tarihî bir çağrıdır.
Ekim 2024 tarihinden beri Kürt meselesinin çözümü için başlayan yeni süreçten ve Barış ve Demokratik Toplum Çağrısından sonra siyasi kayyumların Türkiye’nin batısındaki uygulaması ile karşı karşıyayız. Türkiye’nin batısında siyasi kayyum uygulaması Esenyurt Belediye başkanının tutuklanması ve görevden alınması ile başladı. Esenyurt Belediyesine siyasi kayyumun atanma nedeni kent uzlaşıydı. Kent uzlaşısı ise adliye tutanaklarına ve savcılığın basın metnine göre; Kürt’lerin siyasi ittifaklar ile batı illerindeki belediye yönetimlerine seçilmiş olmasıdır. Ancak savcılığın bu anti demokratik, yok sayan tanımına karşı kent uzlaşının farklı toplumsal kesimlerin, siyasi partilerin, sivil toplum örgütlerinin ve bireylerin bir araya gelerek kent yönetimine dair ortak ilkelerde uzlaşmalarını ve özellikle yerel seçim süreçlerinde demokratik katılımı artırmak, temsiliyeti güçlendirmek ve kentin ihtiyaçlarına ortak akılla çözüm üretmek anlamına geldiğini ifade etmek gerekir.
Esenyurt Belediyesine atanan siyasi kayyumun gerekçesi Kürtler olduğu açıktır. Türkiye’nin batısındaki belediyelere de siyasi kayyum uygulaması sıçramış olmasına rağmen iktidar muhalifi partilerin itirazı bir karşı duruş örneği olarak sayılmayacak derecede zayıftı. Zira batıda yaşayanlar, kendi belediyelerine siyasi kayyum atanmayacağı kanaatiyle, cumhuriyetin Kürtlere reva gördüğü uygulamaları kendilerine uygulanamayacağını düşünmekteydi.
Ancak siyasi kayyum faşizmi şu an sadece Kürdistan’da veya kent uzlaşısı ile yönetimi belirlenen Esenyurt’ta değil; iktidarın seçimle kazanamadığı muhalif her belediyede uygulanmak istenmekte ve uygulanmaktadır. Her ne kadar Kürdistan’daki belediye eş başkanlarının tutuklanması ve yerine siyasi kayyumun atanması gerekçesinden farklı olarak; Türkiye’nin batısındaki muhalif belediye başkanları yolsuzluk iddiaları ile tutuklanıp yerine belediye meclisinden geçici bir belediye başkanı seçilmekteyse de siyasallaşan yargı eli ile yürütülen bu uygulamanın da halkın iradesine darbe olduğu açık ve nettir.
Şunu belirtmek gerekir ki, Kürdistan’da iktidarın siyasi kayyum uygulamaları pervasızca sürdürülürken, kendisini “muhalif” olarak tanımlayan siyasi partiler ya bu uygulamalara açıkça destek vermekte ya sessiz kalmakta ya da etkisiz ve cılız tepkilerle bunun anti-demokratik olduğunu ifade etmekle yetinmekteydi. Bugün ise Türkiye’deki demokratik kamuoyu, geçmişte iktidarın faşizan ve anti-demokratik kayyum politikalarına karşı geniş bir toplumsal muhalefet örgütleyememiş olmanın sancılarını yaşamaktadır. Çünkü siyasi kayyum pratiği; halkların seçme ve seçilme haklarını gasp eden, yerel demokrasiyi askıya alan ve hukuk devleti ilkeleri ile bağdaşmayan bir uygulamadır.
Gelinen noktada, siyasi kayyumun dayanağını oluşturan söz konusu düzenlemeye karşı İstanbul 9. İdare Mahkemesi’nin anayasaya aykırılık iddiası ile açtığı iptal davası Anayasa Mahkemesi’nin önündedir. Anayasa Mahkemesi 10 temmuzda iptal davasına ilişkin ilk incelemesini yapacak. Anayasa Mahkemesi’nin bu düzenlemeyi iptal edip etmeyeceği; yalnızca bir kanunun kaderini değil, aynı zamanda Türkiye’de hukuk devleti ilkesine, seçme-seçilme hakkına ve yerel demokrasiye verilen değeri de belirleyecektir. Anayasa Mahkemesi, Barış ve Demokratik Toplum Çağrısının ruhuna uygun olarak anti demokratik bir uygulama hali alan siyasi kayyum yasasını iptal ederek barışa da güçlü bir katkı sunabilecektir.
Temennim odur ki; Anayasa Mahkemesi nezdinde 10 temmuzda görülecek olan 674 sayılı KHK ile 5393 sayılı Belediye Kanunu’nun 46. Maddesine eklenen ek fıkranın iptali davasında iptal kararının çıkmasıdır. Çünkü bu kanun maddesi, evrensel hukuk ilkelerine ve demokrasi kültürüne aykırı olarak siyasi kayyumlar yaratmıştır. İktidar seçimle kazanamadığı belediyelere siyasi kayyumlar atayarak halkların seçme iradesine darbe yapmaktadır. Siyasi darbenin kaynağı olan ilgili kanun maddesi ise Anayasa Mahkemesi kararı ile iptal edilmelidir.
*Özgürlük için Hukukçular Derneği (ÖHD) üyesi, avukat