Ekonomik ömrünü dolduran AKP, iktidarını ayakta tutmak için yine savaş oyunlarına başvurdu. Daha önceki deneyimlerinden de öğrendiği gibi savaş sözcüğü gündeme düştüğü anda sistem muhalefeti tek sıra halinde sarayın bahçesinde içtima vermek üzere hazır ola geçiyorlar. Hele de söz konusu olan Kürt meselesiyse “tek ses, tek vücut” olmak içgüdüsel bir davranış şeklinde tezahür ediyor. Pavlov’un deneyini doğrularcasına Saray balkonundan öttürülen savaş borusu, sistemin sağı ve soluna şartlanmış refleksle ağızlarından savaş salyası akmasını sağlıyor. Dokunulmazlıkların kaldırılması için “Anayasaya aykırı ama evet diyeceğiz” diyerek tek adam rejiminin yolunu açanlar, şimdi de tek adam rejimine hayat öpücüğü vermek için “içimiz kan ağlaya ağlaya teskereye evet diyeceğiz” demekten geri durmuyor.
“Şartlanmış refleksle” hareket eden geleneksel devletçilere sözüm yok. Onlar genetiklerine uygun davranıyorlar. Esas dikkat edilmesi gerekenler, kendilerine sol, sosyalist süsü vererek en stratejik zamanda faşizmin tahkim edilmesinde sistemden yana olanlar. “Savaş başladıktan sonra savaşa karşı olunmaz” gibi insanlık tarihinde edilmiş en ahmakça sözü tekrarlayıp duruyorlar. Sistem içindeki statükolarını kaybetmemek uğruna, insanlıklarını kaybetmeyi bilinçli olarak tercih etmiş bu insanlara karşı öfkelenmemek elde değil. Egemen Bağış’ın “Her Cuma Google’dan bir ayet sallıyorum” dediğine benzer biçimde takvime göre Che, D. Gezmiş, Ali İsmail, Berkin Elvan gibi toplumsal muhalefetin ortak değerlerinden “tehlike arz etmeyecek şekilde” Google’dan bir söz, bir fotoğraf “sallayıp” acayip ilerici solcu imajının ekmeğini yiyenlerin sayısı hiç az değil. Meclis kürsüsünden bir sol yumruk, Gezi’nin yıl dönümünde sade suya tirit kıvamında bir twit ve sonrasında sol muhalefetin önde gelen ismi edasıyla hindi gibi kabarmak… Solculuğu bedavadan şan-şöhret alanı gören, Egemen Bağış’ın solcu türevleri de mevki, makam için daima en cici elbiseleriyle hazırda bekliyorlar. D. Gezmiş’in son sözünün “Yaşasın Kürt ve Türk halklarının kardeşliği” olduğunu bilen ama bilmezden gelen, Che’nin ezilen halklar ve sosyalizm için egemen devletlere karşı savaştığını es geçip, devrimcilikten arındırılmış romantizme hapsetmeye çalışırlar. Sosyalizmin “yakın tehlike” sayıldığı günlerde “radikalizme” karşıdırlar. Kürt meselesi üzerine “terör” sözcüğü dışında bir literatüre sahip değildirler. Savaş gündeme geldiği anda bütün sol jargon bir yana bırakılarak “Yok birbirimizden farkımız, çünkü biz Osmanlı Bankasıyız!” sloganıyla fabrika ayarlarına dönmekte beis görmezler.
“Sol ve sosyalist” sözcüğü tarihsel ortaya çıkışı gereği ezilenden, emekçiden, işkence görenden yanadır ve hepsinden önemlisi sol fikriyat evrenseldir, yani enternasyonalisttir. Dünyada oluşturulmuş sınırların ötesinde normlarını insan ve doğanın ortak faydası üzerine şekillendirir. İnsanın insana üstünlüğünü, bir halkın diğer halka üstünlüğünü, ırkçılığı, ücretli köleliği reddeder. Devletin çıkarı, sınırların kutsallığı vb. gibi safsatalara kanmadan siyaset ilkelerini evrensel normda düzenler. Devletçi, ırkçı fikirler sola bulaştırıldığı anda nasyonal sosyalizm yani faşizm virüsü ortaya çıkar. Ki bu virüs, her şeyi kendisi ve milleti için hak görenler arasında en fazla yayılır.
Kürtlerin adını ağzına almadan Suriye’nin toprak bütünlüğünden bahseden içi geçmiş solcular, MHP’yi ırkçılıkta sol’layan Perinçek ve S. Yalçın gibi antiemperyalizm gevezelikleri yapanlar, kendine solcu süsü veren faşistler, AKP’ye entelektüel argüman üreten zevzekler… Hepsi ama hepsi savaş tamtamları çalmak için Yenikapı-kulu ruhuyla saraya kapılanıyor. Savaşa hayır demek büyük suç! “Keşke Yunan kazansaydı” diyen Fesli Kadir’in elini, eteğini öpmek için sıraya geçmek ise vatanseverlik!
Sonuç olarak, sosyalist olmanın niteliği böylesine zor zamanlarda daha çok kendisini belli ediyor. Anti-emperyalizm diye emperyal hayaller besleyen AKP’nin yanına düşmemek, emperyalizmle mücadele adına Kürt düşmanlığına gelmemek, “Suriye’nin toprak bütünlüğü” söylemiyle Esat’ın ya da Suriye’de konuşlanmış cihatçı çetelerin yancısı olmamak, yalnızca berrak bir ideolojik duruş değil, aynı zamanda temiz bir vicdan da istiyor.