Tüm canlılar doğumla birlikte, hayatta kalma amacına yönelin canlıların temel motivasyon kaynağı, yaşamaktır. Bilinçli ya da güdüsel olarak tüm canlılar ölüme karşı direnir, yaşamak için mücadele eder. Hatta öyle ki her bir hücre, kendi çapında bu mücadeleyi sürdürür. Beslenme, barınma ve tehlikelerden uzak olma (güvenli alanlarda yaşama) hayatın devam etmesi için zorunlu koşulardır. Tüm canlılar gibi insanlar da yaşamın devam etmesi için zorunlu olan bu üç şeye erişmek için kesintisiz bir mücadele içinde olurlar. Ancak insanların diğer canlılardan farklı olarak, tarihsel olarak inşa ettikleri sosyal ve kültürel bağlar, biriktirdikleri maddi ve manevi değerler ile geleceğine yön verme arzusu, yaşamın ayrılmaz bir parçası haline gelmiştir. Yaşama anlam katan bu değerlerdir. Hatta öyle ki bazen bu değerleri korumak, fiziki varlığını sürdürmenin önüne geçer.
Bir yerde bu değerler saldırı altındaysa, orada alarm zilleri çalıyor demektir. Artık fiziki olarak yaşamı sürdürme motivasyonu yerini, değerleri koruma, geleceğini kurtarma refleksine bırakabilir. Üç ayı aşkın bir zamandan beri devam eden açlık grevi eylemleri de yaşamın anlamını koruma refleksiyle yapılıyor. Yaşamı yüceltme amacı taşıyan açlık grevleri devam ederken geçen hafta cezaevlerinden gelen haberlerle sarsıldık. Önce Tekirdağ Cezaevi’nden yükselen ‘yaşamı koruyun’ haykırışı… Ardından Gebze, Oltu ve Mardin cezaevlerinden yükselen üç genç kadının çığlığı… Sonsuzluğun solmayan çiçekleri Ayten, Meryem, Zehra yıldızlara doğru yol alırken; zılgıtlarıyla tüm toplumu, yaşama sahip çıkmaya davet ettiler. Bu çağrı hepimize. Kendisine insanım diyen, vicdanı olan herkese…
Faşizmin karanlık girdabında yolunu yitirmemiş, yaşam hakkının kutsallığına İnanan herkese bu çağrı. Bu topraklar ölüme doydu. Toprak kanıyor artık. Şimdi var gücümüzle yaşama sahip çıkma zamanı. Şimdi, hep bir ağızdan “Çığlığınızı, zılgıtlarınızı duyduk” deme zamanı. Yaşama sahip çıkmak tüm insanların, insanlığın görevidir. Kimse gözünü kulağını kapatamaz, kimse duymadım diyemez. Yeni canlar, sonsuzluğun yolunu tutmadan insanlığın ayağa kalkması gerekir. Dışarıdaki atmosferi yeterince bilmiyoruz ancak artık seçimler de bittiğine göre, İnsan hakları, demokrasi ve adalet adına en acil ve tek gündem olarak açlık grevi eylemleri, tüm demokrasi güçlerinin birinci gündemi haline gelmelidir. Ortada hukuksal, hatta siyasal olarak karşılanamayacak bir talep yoktur. Cezaevlerinde bulunan 260 bin insanın kullandığı yasal hakların, İmralı’da da uygulanmasının önünde hangi engel var?
Aklı başında olan herkes, bu talebin karşılanması önünde hiç bir engel olmadığını biliyor. O zaman geriye toplumu esir almak isteyen karanlık bir zihniyet kalıyor. Bu karanlık zihniyet, İmralı tecridini tüm topluma dayatmak istiyor. Buna izin veremeyiz, vermemeliyiz. Yaşadığımız tecrübeler var. Faşist darbe döneminde Diyarbakır Cezaevi adeta faşizmin, yeni işkence yöntemlerini denediği bir laboratuvardı.
Diyarbakır Cezaevi’nde yaşanan vahşetle yüzleşilmediği için, benzer işkenceler 90’lı yıllarda tüm topluma uygulandı. İnsanları köy meydanlarında toplayıp, çırılçıplak soyundurup işkence yapma, itirafçılık dayatması, pislik yedirme gibi birçok iğrenç yöntem, daha önce Diyarbakır zindanında denenmişti. İmralı tecrit sistemi de faşizan bir uygulamadır. Bu tecrit sistemi tüm toplumu nefes alamaz hale getirmeden güçlü bir duruşla, tecrit kırılmalı, insanlık yaşamın anlamıyla buluşmalı.
Ölümle sınamak, faşizan yöntemlerin en aşağılık olanıdır. Kürt halkı defalarca ölümle sınandı. Her defasında da anlamlı bir yaşamı tercih etti. Bu bilinmesine rağmen, halkı bir kez daha ölümle sınamak istiyorlar. Yitirdiğimiz her can, insanlığımızdan da bir parça alıp gidiyor insanlığımızı tümden yitirmeden var gücümüzle, vicdanlarımızı ayaklandırmalı ve yaşamı korumalıyız Canlı organizmalar, mücadele etmeyi bıraktığı an, yaşam ölüme yenik düşer. Bu nedenle en eski felsefe öğretilerinde yaşam iyilikle, ölüm kötülükle tanımlanır. Kötülüğün iyiliğe; ölümün yaşama galip gelmesine izin veremeyiz. Vermemeliyiz.