• İletişim
  • Yazarlar
  • Gizlilik Politikası
9 Temmuz 2025 Çarşamba
Sonuç Yok
Tüm Sonuçları Görüntüle
ABONE OL!
GİRİŞ YAP
Yeni Yaşam Gazetesi
JIN
  • Anasayfa
  • Gündem
    • Güncel
    • Yaşam
    • Söyleşi
    • Forum
    • Politika
  • Günün Manşeti
    • Karikatür
  • Kadın
  • Dünya
    • Ortadoğu
  • Kültür
  • Ekoloji
  • Emek
  • Yazarlar
  • Panorama
    • Panorama 2024
    • Panorama 2023
    • Panorama 2022
  • Tümü
  • Anasayfa
  • Gündem
    • Güncel
    • Yaşam
    • Söyleşi
    • Forum
    • Politika
  • Günün Manşeti
    • Karikatür
  • Kadın
  • Dünya
    • Ortadoğu
  • Kültür
  • Ekoloji
  • Emek
  • Yazarlar
  • Panorama
    • Panorama 2024
    • Panorama 2023
    • Panorama 2022
  • Tümü
Sonuç Yok
Tüm Sonuçları Görüntüle
Yeni Yaşam Gazetesi
Sonuç Yok
Tüm Sonuçları Görüntüle
Ana Sayfa Manşet

Solun 12 Eylül ile yüzleşmesi-Musa Piroğlu

17 Eylül 2019 Salı - 02:07
Kategori: Manşet, Yazarlar

Ders kitaplarında anlatılan uydurma kahramanlık masallarından oluşan resmi tarihin aksine, halkların hafızasına kazınan, kuşaktan kuşağa, dilden dile aktarılan gayriresmî tarih gerçekte acıların, kıyımların anıları ve destansı direnişlerin hikâyeleri ile doludur. Acılar kimi zaman şiirimsi anlatımlar ve destansı ağıtların perdesinde aktarılırken kimi zaman rakamların ve resimlerin acımasızlığıyla kendilerini ortaya koyarlar. En güzel şiirlerin ve önemli romanların ciddi bir kısmının hapishane edebiyatından çıkmış olması tesadüf değildir. Şiirin ve edebiyatın işi unutulmasınlar, zamanın tozlarına karışıp kaybolmasınlar diye acıların tutanağını tutmaktır. Resmî kalemlerin ezilenlerin tarihini yazdığı dönemlerde edebiyatın ezilenlerin esas silahı olması ve yaşananların yeni kuşaklara taşınmasında temel rol alması bundandır. Bu yüzden ezilenlerin sanatı acıyla yoğrulmuştur.

Her 12 Eylül’de olduğu gibi bu 12 Eylül’de de sosyal medya paylaşımları ve gazete yazılarında, sanatın inceliği, fotoğraf ve rakamların kabalığı ve bıktıran bir mağduriyet dili ile yeniden dile getirildi. Gözaltı, tutuklama, fişleme rakamlarının yer aldığı istatistikler, işkence ve idam sehpalarında ortaya konulan büyük direnişlere dair anlatılar ve elbette hapishane resimleri değişik görseller eşliğinde gündeme getirildi. Halka ve devrimcilere yaşatılan zulüm resmedilip cuntacılara beddualar okunurken büyük ve korkunç bir mağduriyet görüntüsü resmedildi. Tarih, ana amacından uzaklaştırılarak neredeyse egemenlerin resmi tarihinin karşısına bir çeşit solun resmi tarihi çıkarıldı. Egemenlerin kahramanlık hikâyelerinin karşısına mağduriyet ve direniş hikâyeleri kaydedildi. Oysa ezilenlerin tarihi zulmün kol gezdiği kıyımlardan ve acılardan, ağır ihanetlerden ibaret değildir. Söz konusu tarih; büyük direnişler, isyanlar, dayanışma öyküleri ve güne yol gösteren cüretkâr karşı koyuşların, geliştirilmesi gereken değerlerin, ders çıkarılması gereken yanlışlıkların tarihidir.

İster edebi anlatımların, acılı fotoğraf ve vahşi rakamların acımasızlığında ister belgelerin ve kayıtlara geçmiş gerçekliliklerin dile getirilmesinde olsun; tarihsel anlatım yaşanmışlığı resmederken, onun tekrar ettirilmesini engelleme amacı taşır. Gerçek işleri dünyayı değiştirmek olan devrimciler, ne acıların tutanakçısı ne de masalımsı tarih aktarıcıları değildir. Onlar için tarih ne geçmişin acılarına gözyaşı dökülen bir ağlama duvarı ne de büyük direnişlerin gölgesinde avunulan masal ağacı değildir. Tarih; günü anlamanın, geleceği kurgulamanın bir aracıdır.

Söz konusu günü anlamak ve gelmekte olanı görüp ona göre konumlanmak olduğu anda her tarih okuması kaçınılmaz olarak geçmişe günün penceresinden bakmak durumunda kalır. Doğal olarak yaşanmış olanla yaşanmakta olan arasında bir diyalektik kurarak yaşanacak olana odaklanır. Yaşanmış olan acıların aktarılmasından çok aynı acıların tekrar yaşanmasını engellemek üzerinden yoğunlaşır. Böyle bakıldığında elbette unutulmasın, silinip kaybolmasın diye, 12 Eylül Askeri Diktatörlüğü tüm zulmü ile hafızalara kazınmalı ve yaşananlar sürekli hatırlatılarak yeni kuşaklara taşınmalıdır. Ancak saray zorbalığının doruk yaptığı ve kalıcılaşmak için her çeşit barbarlığı göze aldığı, yaşanılan sürecin 12 Eylül dönemiyle kıyaslandığı dönemde esas olarak tartışılması gereken, aynı acıları yaşamamak için ne yapılması gerektiği olmalıdır.

Devrimci hareketlerin neden tankların sokağa çıktığı süreçte bile yan yana gelmeyi beceremediği ve kitleleri cuntanın zoru karşısında savunmasız bıraktığı sorgulanmalıdır. Koca koca örgütsel yapıların pek çoğu nerdeyse hiçbir direniş göstermeden teslimiyet bayrağını çekmiş, toplumsal hareket neredeyse ani bir felç olma durumu ile karşılaşmıştır. Neredeyse bağıra bağıra gelen darbe karşısında bu hazırlıksızlık ve felç durumunun affedilebilir, mazur görülecek bir durum olmadığı kabul edilmelidir. Aynı şekilde cuntanın sokağı istila ettiği koşullarda hiçbir derinliği olmayan uzun tartışmalar sonrası cuntaya karşı bir birlikteliğin sağlanamamış olması sadece ders çıkarılacak bir durum olmaktan öte anlam taşımaktadır. Sol içi rekabetin gözleri kör etmesinin, sosyalist hareket ve sınıf mücadelesini uzun yıllar etkisi altına alacak büyük bir yıkıma yol açtığı, benzer bir süreçte, benzer bir körleşmenin benzer ve belki de daha ağır acıların tekrarı ile sonuçlanacağı görülmelidir. Elbette 12 Eylül anılacak ve tartışılacaksa o karanlık süreçte ortak mücadele hattında yan yana gelemeyen devrimci hareketlerin bugün daha elverişsiz koşullarda neden yan yana gelmediği sorusu sorulmalı ve cevabı üretilmelidir. Tabii ki burada örgütsel yapılar kadar bugün örgütsel yapıları fazlasıyla zorlama potansiyeli taşıyan bireysel inisiyatiflerin de benzer soruları sorması gerekmektedir. Saraya ve sermayeye karşı işçi sınıfı ve ezilen halklara umut olabilecek bir adresin oluşturulması görevi artık sadece sosyalist yapıların değil süreci tarihsel bir perspektifle okuyan herkesin sorumluğu haline gelmiş bulunuyor.

Sadece zulüm son bulsun diye değil daha emekten ve özgürlükten yana bir dünya kurulsun diye vakit geçirmeden harekete geçmek gerekiyor. Tarihten ders çıkarmasını bilmeyenler onu tekrar etmeye mahkûmdurlar. Sol, kendi kendisiyle ve hatalarıyla yüzleşmesini becermek durumundadır.

PaylaşTweetGönderPaylaşGönder
Önceki Haber

90’ların ‘duygu coğrafyası’ ve şeylerin hafızası-Adnan Çelik

Sonraki Haber

3 yıl aradan sonra Nusaybin’de konser

Sonraki Haber

3 yıl aradan sonra Nusaybin’de konser

SON HABERLER

Barış ve kibirli memnuniyetsizlik

Kavgalardan süzülmüş gülün kokusu

Yazar: Yeni Yaşam
9 Temmuz 2025

‘It’s the economy, stupid!’

Zeytin ağacı dağa yakışır, dokunma!

Yazar: Yeni Yaşam
9 Temmuz 2025

Hüsnü Abi

Bu borç ödenir mi?

Yazar: Yeni Yaşam
9 Temmuz 2025

‘Yaz yangını değil rant yangını’

‘Yaz yangını değil rant yangını’

Yazar: Yeni Yaşam
9 Temmuz 2025

Bakanlık 10 cezaevini kaybetti!

Nesrin Teke: Yüreğimizde sönmeyen yangın!

Yazar: Yeni Yaşam
9 Temmuz 2025

Rojava mutabakatı: Yeni-Osmanlıcılığın krizi

İbrahim İttifakı çağrısının siyasi teolojisi

Yazar: Yeni Yaşam
9 Temmuz 2025

Ahmet Kaya’dan Tahir Elçi’ye, Pervin Chakar’dan Amedspor’a

Barış umudu mu, otoriter tuzak mı?

Yazar: Yeni Yaşam
9 Temmuz 2025

  • İletişim
  • Yazarlar
  • Gizlilik Politikası
yeniyasamgazetesi@gmail.com

© 2022 Yeni Yaşam Gazetesi - Tüm Hakları Saklıdır

Welcome Back!

Login to your account below

Forgotten Password?

Retrieve your password

Please enter your username or email address to reset your password.

Log In

Add New Playlist

E-gazete aboneliği için tıklayınız.

Sonuç Yok
Tüm Sonuçları Görüntüle
  • Tümü
  • Güncel
  • Yaşam
  • Söyleşi
  • Forum
  • Politika
  • Kadın
  • Dünya
  • Ortadoğu
  • Kültür
  • Emek-Ekonomi
  • Ekoloji
  • Emek-Ekonomi
  • Yazarlar
  • Editörün Seçtikleri
  • Panorama
    • Panorama 2024
    • Panorama 2023
    • Panorama 2022
  • Karikatür
  • Günün Manşeti

© 2022 Yeni Yaşam Gazetesi - Tüm Hakları Saklıdır