Şu sıralar pek sözü edilmese de Türk devleti için Bakur Kürdistanı’nın Ortadoğu bağlamındaki en büyük önemi “su meselesidir.” Kürdistan’dan Basra’ya dökülen Dicle-Fırat Arap Yarımadasındaki ülkelerin petrol-doğal gaz tekeline karşı Türk devletini “su tekelini” elinde tutuyor olmasıyla dengelenmektedir. Görünüşte fosil yakıtı daha “değerli” olsa da, petrolü içemezsin, petrolle toprağı sulayamazsın. Dicle-Fırat’ın ömrü neredeyse dünya sonlanmadıkça devam edecek, petrol yatakları taş çatlasın yüz yıl sonra tükenecektir.
O nedenle Türk devleti Bakur Kürdistanı’ndaki sömürgeci egemenliğini, tüm Ortadoğu’ya egemen olmanın en stratejik etkeni olarak sürdürmek için elinden geleni Cumhuriyet kurulduğundan beri ardına koymamıştır.
Ben kulağınıza hoş gelmese de, eğer “su tekeli” olmasaydı, Türk devleti, zaten bilerek yoksul bıraktığı bu isyancılar ülkesi Kürdistan’dan isyancısıyla birlikte kurtulmayı belki sonunda kabullenecekti diye zaman zaman düşünmekteyim. Su olmasaydı belki de Kürdistan’dan kurtulan Türkiye, hem isyancılardan, hem de netameli sınır komşuları Araplardan ve Farslardan kurtulacak ve küçülerek büyüyen “zengin Türkiye” çoktan Avrupa Birliği ülkesi olacaktı.
İklim krizinin de su krizine yol açtığını eklersek, Dicle-Fırat hem su yoksulluğunun eşiğinde olması, hem de tekelci aşamada Ortadoğu’da zorunlu hegemonya ihtiyacı nedeniyle Türk devleti Dicle-Fırat yüzünden Bakur’u sömürge statüsünde tutmak zorundadır. Baksanıza bu devlet Kürdistan’da, tarımı da hayvancılığı da, ormanları da mahvediyor, bu alanlarda işsiz kalan Kürt emekçisini neredeyse sömürmekten bile bu yolla vaz geçiyor, ama Dicle-Fırat’tan vazgeçemiyor. Hatta gerilla isyanını bile Dicle-Fırat üstündeki, birçoğu askeri amaçlı barajlarla zayıflatma imkânını kullanıyor.
Eski sömürge Kongo’da elmas neyse, Kürdistan’da da su odur. Petrol ve enerji yolları olmasaydı Arap coğrafyasında bunca savaş da olmazdı. Su olmasaydı Türk devleti PKK’yle barış yapmak yerine savaşta trilyonlarca doları bomba halinde dağa taşa saçmazdı.
Gelecekte, hatta çok yakın gelecekte Ortadoğu’da petrol savaşlarının yerini su savaşlarının alacağından şüphe bile edilemez. Petrol ekolojik hayatı ağır ağır, susuzluk ise insanı ve buğdayı birden bire öldürür.
Belki abartıyorum. Ama yine de İtalya’nın zengin Kuzey’inde, yoksul güneyden ayrılma eğilimindeki partilerin olduğunu hatırlatarak yazının bu kısmına son vereyim.
Bu satırları şunun için yazdım. Arap devletlerinin kafasına susuzluk dank ettiği gün, düşman oldukları Kürdistan’a gözlerini çevireceklerdir. Belki çevirmeye başlamışlardır bile. Şu sıralar İsrail’in Kürdistan’a göz diktiği konuşuluyor ya, Arap devletleri İsrail Dicle-Fırat musluğunun vanasını ele geçirdiği zaman başlarına neler geleceğini mutlaka düşünüyorlardır.
Onlar düşüne dursun biz herkes için çözüm olan “barış ve demokratik toplum” sürecine dönelim. Petrolün lanetli zenginliğini hakkaniyetle paylaşmayı geçelim, sadece insana ve toprağa hayat veren su zenginliğinin hakkaniyetle paylaşılması ancak, küresellerin ve yerli oligarşilerin çıkarları adına birbirinin boğazına yapışan sömürgeci dört devletin ulus devlet olmaktan çıkmasına, demokratik cumhuriyetler olmasına, bu demokratik cumhuriyetlerde dört parça Kürdistan’ın sömürge olmaktan kurtulması için de, demokratik cumhuriyetlerin Kürdistan parçalarıyla, Kürdistan parçalarının da demokratik cumhuriyetlerle demokratik entegrasyona girmesine bağlıdır.
Bu Apocu demokratik konfederal komünalizm, demokratik ulus ve özgürlükçü kadın programı tek alternatiftir ve gerçekleşmediği sürece ne petrol savaşlarını ve ne de su savaşlarını önlemek mümkün olacak, topraklar nicedir olduğu gibi, insan kanıyla sulanacak, petrolle çöle dönecek, atmosfer konvensiyon ve nükleer silahlarla zehirlenecektir.
Şu sırada Gazze bize bu geleceği haber veriyor.
Unutmayalım: Apocu paradigma aynı zamanda ekolojik bir paradigmadır. Hayatta kalma paradigması…