Demokrasi İttifakı içinde yer alan 4 parti ve kurum, savaşı ve krizden çıkış yollarını değerlendirdi
Hüseyin Kalkan
Geçtiğimiz Aralık ayında açıklanan asgari ücret çoktan eridi. Artık açıklanan 4 bin 250 açlık sınırı bile değil. Yeni bir zam kaçınılmaz ama iktidar kuruş kuruş hesap yapıyor. Çalışanlar cephesinde durum bu iken, askeri operasyonlar cephesinde hiç bir masraftan kaçınılmıyor. İktidar aylardır Federe Kürdistan bölgesine yönelik bir operasyon sürdürüyor. Aynı zamanda Kuzey-Doğu Suriye yönelik bir operasyonun hazırlıkları da yapılıyor. Araştırmacı ve yazar İzzet Akyol tarafından merkezi Londra’da bulunan Demokratik Gelişim Enstitüsü (Democratic Progress Institute) için hazırlanan raporda, Türkiye’nin Kürt sorununun çözümünde güvenlikçi politikaları tercih etmesi nedeniyle son 40 yılda 3 trilyon dolar kaybettiği hesaplandı. Akyol, raporda, Kürt sorununu çözememesi halinde Türkiye’nin bedel ödemeye devam edeceği söylüyordu.
Türk ve Kürt emekçilerin birliği
Bu trilyon dolarlar emekçinin cebinden çıkıyor, silah üretenlerin cebine giriyor. Emek Partisi (EMEP) Genel Başkanı Ercüment Akdeniz, iktidarın dışarıda savaş, içerde gerilim ve kutuplaştırma siyaseti ile çıkış aradığını belirterek krize dair şunları söylüyor: “Türkiye’de Kürt sorununun demokratik çözümü, Türk ve Kürt emekçilerin birliğine dayanmak zorunda. EMEP işçilere bunun gerekliliğini anlatıyor. Egemen sınıflar ve AKP ise bu yolu seçmiyor. Onlar emperyalist güç merkezlerinin icazeti altında yine inkâr ve ezme politikasına sarılıyorlar. Emekçiler, sermaye düzeni altında ve AKP iktidarında çok ağır bir ekonomik tablo ile karşı karşıya. Kitle desteğinde sorun yaşayan AKP-MHP bloku; dışarıda savaş, içeride gerilim ve kutuplaştırma siyasetiyle çıkış arıyor. Hükümetin sınır ötesi operasyon hazırlıkları ve Yunanistan hükümeti ile karşılıklı tırmandırılan gerilim bu politikadan azade değil.”
Kürt sorununa adil çözüm
Emekçi Hareket Partisi (EHP) Genel Başkanı Özge Akman da, AKP-MHP iktidarının Kürt meselesini demokratik ve adaletli bir şekilde çözmek istemediğini belirterek savaş ve inkâr politikalarına dikkat çekiyor. Akman şunları söylüyor: “Kürt meselesini demokratik ve adaletli bir şekilde çözmeyi seçmiyorlar. Savaşı, inkârı, susturmaya çalışmayı seçiyorlar. İktidar her fırsatta bu tür operasyonları öne sürüyor ancak dış politikadaki nesnelliğe takılıyordu. Ukrayna savaşı ile başlayan süreçte İsveç ve Finlandiya’nın NATO’ya girme talepleri iktidar açısından bir fırsat olarak görülüyor. İktidar böyle operasyonlarla hem Kürtlerin yaşadığı bölgeleri kontrol altına almak ve oralarda kendine bağlı yönetimler oluşturmak istiyor, hem de yayılmacı politikalara uygun olarak fetih söylemlerini desteklemek istiyor. Oyları erimiş, toplumu ikna edebileceği hiçbir argümanı kalmamış olan iktidar için milliyetçiliği ve Kürt düşmanlığını körüklemek tek seçenek olarak görülüyor.”
Yönetemez hale geldiler
Sosyalist Meclisler Federasyonu eş sözcüsü Erdal Ataş, AKP’nin yönetemez hale geldiğini ve iç çatışmaları derinleşerek çöküşe geçtiğini belirterek şunları ekliyor: “Ekonomik ve siyasal kriz dünyanın ve özellikle coğrafyamızın gerçekliğine dönüşmüş ve AKP-MHP iktidarı iflas etmiştir. Seçim barajının yüzde 7’ye düşürülmesi bile MHP’yi kurtaramamış, yapılacak seçimlerde grup kuramayacak hale gelmiştir. AKP ise dış desteğini kaybetmiş, ekonomik ve siyasal alanda yönetemez hale gelmiştir. İktidar çaresiz bir şekilde erken seçime gitmek zorunda olacağını bilmektedir. AKP-MHP iktidarı daha fazla kan kaybetmemek için siyaset arenasını gererek ve toplumu kutuplaştırarak kalan kitle desteğini bir dönem daha korumayı hedeflemektedir.”
Savaşı yaymak istiyorlar
Ataş, iktidarın savaşı tüm Kürt coğrafyasına yayarak yeni bir beka tartışması başlatmak istediğini belirterek kutuplaştırma siyasetinden yararlanmak istediğini vurguluyor. Ataş, şunları ekliyor: “Gezi davasında ağırlaştırılmış müebbet cezaları, siyaset yasakları, HDP’yi ve isminde Kürdistan geçen partileri kapatma davaları, gazetecileri tutuklama kumpasları, Kobanê davası, yaşam tarzı ve Kürtçe müzik gerekçesi ile konserleri yasaklama, piknik ve etkinliklere getirilen yasaklar, aileler üzerinden HDP Genel merkeze yönelik yapılan provokasyonlar, muhalif kurumlara yönelik tutuklama operasyonları, SADAT ve benzeri kurumlar üzerinden yapılan kışkırtma açıklamaları, AKP genel başkanının grup konuşmalarında halka ağır küfür ve hakaretler etmesi, Kürdistan’ın tüm coğrafyalarına yönelik yapılan operasyonlar iktidarın bu politikasının ürünü olarak gündeme gelmektedir.” Ataş, şunları söylüyor: “Tüm bu operasyonlar ekonomik ve siyasal alanda coğrafyamız halklarına büyük zararlar vermekte ve her alanda giderilmesi zor tahribatlar yaratmaktadır. İktidar ve bu siyaseti savunanlar bu hatalı politikadan derhal vazgeçmelidirler. Son üç aylık süreç içerisinde yapılan tüm provokasyonlara, siyasi operasyonlara ve savaş kışkırtıcılığına karşın toplumun büyük çoğunluğunun iktidar tarafından tırmandırılmaya çalışılan kutuplaştırma ve kışkırtma siyasetinin farkında olduğunu provokasyona gelmediğini görmekteyiz.”
Musul-Kerkük rüyası
Toplumsal Özgürlük Partisi (TÖP) sözcüsü Perihan Koca, siyasi ve ekonomik krizi yönetecek herhangi bir araç bulunmadığını belirterek: “Öyle bir hal aldı ki durum, geniş kitlelerin krizler karşısındaki taleplerini karşılayabilecek bir formül söz konusu değil. Her şey deneniyor. Bir bu yana bir o yana savruluyor AKP -MHP iktidarı. Öyle çaresizler ki, anlık politikalarla krizin ancak anlık etkilerini karşılamaya çalışıyorlar ama onu da beceremiyorlar. Öyle bir çaresizlik ki, halka küfretmeye kadar vardı iş. Ama nafile. Böyle bir durumda Kürt halkına yönelik saldırı onlar açısından kullanışlı bir şey. Kürt halkına saldırarak asla yol almaya değil, sadece ayakta durmaya çalışıyorlar. Bu ilk sebebin dışında başka bir sebep daha var. Bu sebep operasyonunun ekonomi politiğini oluşturuyor. Türkiye sermayesinin geldiği birikim aşaması, kendi kabuğunu çatlatmak için enerjiye ihtiyaç duyuyor. Bu yüzden Kürdistan’ı adım adım işgal etmek istiyorlar. Musul ve Kerkük hayali salt retorik bir hayal değil. İhtiyaç duydukları petrole kavuşmak için bir kılıf. Misakı milli sınırları içeride milliyetçi hezeyanları arttırsa da asıl olarak bu ihtiyacı karşıladığı için işlevsel” diyor.
Seçim iktidar için yıkım olacaktır
Emekçi Harekete Partisi (EHP) Genel Başkanı Özge Akman, siyasi iktidarın en büyük sorunlarından birinin seçimler olduğunu vurgulayarak, bu ekonomik yıkım içinde gidilen bir seçimin iktidar için de yıkım olacağını belirtiyor. Akman bu konu ile ilgili şunları söylüyor: “Seçimlere büyük bir ekonomik yıkım ile gidiyoruz. Buna karşı üretilecek ne bir argüman ne de somut olarak ‘para’ kalmadı. Gerçek anlamda ‘karın doyurmayan’ iktidar, milliyetçiliği ve özel olarak Kürt düşmanlığını körüklemekten başka yol görmüyor. Savaş süreçleri içeride ‘milliyetçilik’ söylemlerini arttırmak ve buna katılmayan muhalefetin tümünü baskı altına almak için fırsatlar yaratıyor. Operasyonların sonuçları ne olursa olsun büyük zafer olarak isimlendiriliyorlar, iktidarın günlük çıkarları için söylemlere dönüştürüyorlar. Seçimler öncesinde de iktidarın işine yarayacak şekilde operasyon fırsatlarının arandığı ortada.”
Halkın beka sorunu yoksulluktur
Özge Akman, iktidarın bu koşullarda ne yaparsa yapsın halk kitlelerinin manipüle edemeyeceği düşüncesinde, EHP Genel başkanına göre halkın yaşadığı tek beka sorunu ekonomik sorun. Akman şunları ekliyor: “Siyasi iktidar ne planlar yaparsa yapsın, şu olguyu da görmek gerekiyor: Toplum artık bu tür manipülasyonlarla pozisyonunu değiştirme eşiğini geçti. ‘Dış mihrak, iç mihrak, beka sorunu’ diye bağırıp çağırmalar bir işe yaramıyor. Emekçi halkın tek beka sorunu yaşadığı ağır ekonomik yıkımdır. Geri kalanın ‘karın doyurmadığı’ apaçık ortada. Halk ana problemi enflasyon, yoksulluk, işsizlik olarak görüyor. İçine girilen ekonomik kriz de siyasi iktidara ve onların savaş politikalarına karşı bizlere büyük fırsatlar veriyor. Siyasi iktidarın bıraktığı boşluklara müdahale edebilir ve tüm topluma bu savaşlara, krizlere mahkûm olmadığını anlatabiliriz. ‘Bir mermi kaç para’ diyorlardı geçtiğimiz seçimlerde. Biz ‘mermi karın doyurmuyor’ demeliyiz. İktidarın kendisine açtığı bu alanı, emekçi halkların politik programını öne sürerek kapatabiliriz.“
Harekete geçmeliyiz ve başarmalıyız
Sosyalist Meclisler Federasyonunda Erdal Ataş tüm dünyada, Ortadoğu’da ve coğrafyamızda özgür dünya için siyasal zeminin hiç bu kadar uygun olmadığını söylüyor. Ataş, bu iktidarın bir an önce gönderilmesinin bugünün en asli görevi olduğunu vurgulayarak şunları ekliyor: “İktidarın bir an önce gitmesini hızlandırmanın yanında, gelecek olan yeni iktidarın demokratikleşme, Kürt ve Alevi sorununun çözümü, emekçiler lehine ekonomik reform, halkın olanaklarının yağmalanmasının durdurulması, doğa tahribatının engellenmesi, genel af ve tüm bunları kapsayan yeni bir anayasa üzerinden zorlanması da önemli bir diğer görevimizdir.”
Ataç Sözlerini şöyle bitiriyor: “En önemlisi ise, yıllardır çözümü dışımızdaki kesimlerden beklediğimiz hatalı siyasetten koparak, sermaye ve iktidarlarına mecbur olmadığımızı bilince çıkarmalıyız. Bütün demokrasi güçlerini birleştirerek bu coğrafya için her alanda savunduğumuz, adil, eşit ve özgür bir yaşam anlayışımızı kitlelerle birlikte iktidara taşıyarak gerçek çözümü kendimiz inşa etmeliyiz. Tüm dünyada, Ortadoğu’da ve coğrafyamızda savunduğumuz özgür dünya için siyasal zemin hiç bu kadar uygun olmamıştı. Harekete geçmeliyiz ve başarmalıyız.”
Kürtlerle stratejik ortaklık
TÖP Genel Başkanı Perihan Koca, iktidarın çok sert bir düşüş yaşamamak için odağı ekonomik ve siyasal krizden uzaklaştırmak istediğini söylüyor. Koca “Her an tepetaklak olacakları durumlar yaşayabilirler. Buna önlem almak amacıyla milliyetçi hezeyanları kaşımak istiyorlar. Böylece belli bir kitleyi bir süre tutmayı amaçlıyorlar. Biz sosyalistler için ilk olarak sınıf politikası önemli. İkinci olarak bu politikanın Kürt halkı hareketi ile stratejik bağını kurmak gerekir. Biz sosyalistlerin görevi bellidir. Biliyoruz ki sınıf çıkarlarını savunan bir politika milliyetçiliğin panzehiridir. Sınıf politikası salt ekonomik bir içeriğe sahip değil aynı zamanda halkların kardeşliğinin de sigortasıdır. Sınıfsal çıkarlar, halkların çıkarları ile ortaktır. Gereklidir. Türkiye işçi sınıfının çıkarları ile Kürt halk hareketinin stratejik ortaklığı kurulmadan bu saldırı püskürtülemez.”
Savaşın ve barışın maliyeti
Demokratik alanın boş bırakılmaması gerektiğini vurgulayan Akdeniz şunları belirtiyor: “İşçi sınıfı ve emekçiler Kürt sorunu ve demokratik görevler bakımından siyasal alanı boş bırakamaz. Aksi halde düzen siyaseti milliyetçilik ve şovenizmi kışkırtarak bu süreçten de sıyrılarak çıkabilir. Tek adam yönetimi bu politika üzerinden yeni krediler kazanabilir. Muhalefet ikircikli davranırsa iç gerilim üzerinden kendisinin de ezileceğini bilmelidir. Türkiye ekonomik bakımdan oldukça kırılgan durumda ve halk ağır vergi yükü altında. Savaş politikaları vergi yükünün daha da ağırlaşması halkın daha da yoksullaşması anlamına gelir. Barış politikalarının böyle bir maliyeti yoktur, barış işçi sınıfının, yoksul halkın lehinedir. Ayrıca her çatışmalı ortam yeni göçlerin yola çıkması demektir.”
Ercüment Akdeniz, halkın ittifak içinde barışı ve demokrasi için mücadelesini önemini altın çizdikten sonra sözlerini şöyle sürdürüyor: “Türkiye’de egemenlerin savaş politikalarının yanında, emek ve demokrasi güçlerinin barış mücadelesi de belirli bir geleneğe sahiptir. Bugün iş, ekmek taleplerinin barış ve demokrasi talepleri ile birleşmesi gerekir. İktidarın böl-parçala-yönet politikasına dikkat edilmeli. Emekçilerin, yoksul halkın ekmek talebinden kopmadan, bunu özgürlük ve demokrasi talepleriyle birleştirmeyi başarmak gerekir. Sorunun konuşulacağı yerler fabrikalar, işyerleri, emekçi semtleri, üniversiteler, köyler, kentler ve kasabalar, kısacası işçiler ve ezilen halk kesimleri olmalıdır. Halk ittifakı için çalışmaların da ekmek, barış ve demokrasi mücadelesine katkısı önemlidir.”