23 Haziran’da AKP kaybetsin ve Ekrem İmamoğlu kazansın diye seferber olan, seçimin ardından da “kazandık” diye sokaklara çıkan şu sosyalistlere de ne oluyor? İBB’deki koltuğa onlar mı oturacak? İmamoğlu şahsında öne çıkan siyasi seçeneğin bir burjuva siyasi seçenek olduğunu, düzeni yıkmak değil onarmak iddiasında olduğunu bilmiyorlar mı? İmamoğlu’nun kucağı ne kadar geniş olursa olsun emeğin sermaye ile, sosyalistlerin TÜSİAD ile aynı kucakta yer alamayacağını bilmeyecek kadar idraksizler mi? İslamcı faşizmden korkup sosyal demokrasiye mi razı geldiler? Kendi siyasal iddialarını bir kenara bırakıp “Sağ popülizm gidici, hoş geldin sol popülizm!” diye mi düşünmekteler?
AKP’nin düzene küstürdüğü, giderek düzenin dışına ve karşısına ittiği geniş toplumsal kesimlerin, İmamoğlu rüzgârı ile birlikte yeniden düzenle bütünleşme eğilimine gireceğinden şüphe yok. Sosyalist hareketin de bu rüzgâra bağışıklığı olduğunu söylemek yanlış olur. Latin Amerika, sosyalistlerce örgütlenen etkili toplumsal hareketlerin sol popülist iktidarlarca nasıl sisteme eklemlendiğine ya da pasifize edildiğine ilişkin örneklerle dolu.
Ama durun bir dakika! İmamoğlu iktidara gelmedi. Erdoğan hâlâ koltuğunda oturuyor. Bildiğimiz kadarıyla da gücü ve yetkiyi elde tuttuğu sürece, seçim yenilgilerini demokratik bir olgunlukla değil, muhalefeti bölmeye, ezmeye ve etkisizleştirmeye yönelik hamlelerle karşılar. Onun fıtratında seçmenin mesajını almak yoktur, iktidarın mesajını vermek vardır. Sükutu ikrardan değil iktidarını korumaya ve karşıtlarını bertaraf etmeye yönelik yeni planlarıyla meşguliyetinden gelmektedir.
Çözmesi gereken çok sorun var. Tek meşruiyet kaynağı olan sandıktaki çoğunluk desteğini ve alternatifsizlik imajını yitirdi. Genel olarak kapitalist ekonominin işleyişinde özel olarak da iktidarını yasladığı çıkar ağlarının muhafaza edilmesinde kritik rolü olan büyük kentlerin yönetimini yitirdi. Bu yenilgiler onu yalnızca muhalefet karşısında değil iktidardan fazlaca alacağı ve beklentisi olan emperyalistler, büyük sermaye, kontrgerilla koalisyonu içindeki ortaklar, parti içi hizipler karşısında da zayıflatmıştır. Egemenler cephesi bu zayıflığı, kendi isteklerini Erdoğan’a daha kolayca dayatabilecekleri bir fırsat olarak görecek, kendisini bir çelişkiler yumağının ortasına yerleştiren Erdoğan’ın bütün isteklere yanıt veremeyeceğinin farkında olsalar bile onu devirmeyi değil kullanılamaz hale gelene kadar kullanmayı tercih edeceklerdir.
O nedenle de henüz gerçekleşmemiş bir çöküşü kutlamanın, zafer sarhoşluğuna kapılmanın anlamı yoktur. 23 Haziran’da gerçekleşen şey Erdoğan’ın koltuğunun devrilmesi değil rejiminin krizine girecek bir sarsıntı yaşamasıdır. YSK eliyle devreye sokulan 6 Mayıs tarihli darbe girişimi püskürtülmüştür ancak darbeci hala iktidardadır. Sistemi onarmaya aday olan sol popülist iktidar adayı da yalnızca yerel yönetimlerde iktidarda ve merkezi iktidar karşısında muhalefettedir. Bu muhalefet bir burjuva muhalefet olsa bile, tekelci sermayenin istediği emek düşmanı politikaları hayata geçirmeye hazırlanan, ABD emperyalizmine bağımlılığa bağımsızlıkçı bir politikayla yanıt vererek değil “Avrasyacılık” diye de anılan yeni bir bağımlılık politikasını ekleyen iktidara karşı mücadele edecektir. Doğal olarak da hem düzeni onarma hem de halkın taleplerine yanıt verme iddiası ile hareket edecektir.
Aynı anti-demokratik düzen hukuki altyapısıyla muhafaza edilmekle birlikte, iktidar güçlerinin ve adaylarının toplumsal talep ve mücadelelere kayıtsız kalamayacağı bir siyasi durum açığa çıkmıştır.
31 Mart-23 Haziran süreci arasında hem iktidarın hem de muhalefetin şaşırtıcı sosyal vaatlerde bulunması ve hatta bunların bir kısmının uygulamaya da geçirilmesi, bundan önce AKP’nin merkezden yerele mutlak egemenliği altında sindirilen muhalif örgütlenmeler ve toplumsal mücadeleler için bir hareket alanı açılması, burjuva muhalefetin toplumsal desteği koruyabilmek adına şeffaf ve katılımcı yönetim pratiklerine girişmesi yerel yönetimlerin muhalefetin eline geçmesiyle toplumsal muhalefet güçleri açısından önemli avantajlar açığa çıkarmıştır.
Sarsılmış ve yenilmez olmadığı görülmüş bir iktidar, bu sarsıntıda ana aktör bir burjuva siyasi seçenek olsa bile o seçeneğin üzerinde yükseldiği ve hitap etmek zorunda kaldığı toplumsal mücadeleler ve emekçilerin taleplerinin görmezden gelinemeyeceği siyasi dengeler… Sosyalistlerin ve genel olarak toplumsal muhalefetin en önemli kazanımı, kendi sınıf eksenli mücadeleleri açısından 23 Haziran öncesine göre seslerini daha kolay duyurabilecekleri, daha etkin mücadele edebilecekleri bir sürece adım atmış olmalarıdır.
Çünkü egemenler arası çatlaklar ezilenlerin sesinin ve siyasetinin yükselmesinin de koşuludur. Sosyalistler bu çatlakların oluşmasındaki katkıları ölçüsünde AKP’nin 23 Haziran’da hezimete uğratılmasının kazananıdır.
AKP’ye karşı mücadele kişilere ve seçim süreçlerine sığmayan bir toplumsal siyasal gerçeklik olarak sürmektedir. Bu mücadelenin öndeki siyasi temsili sistem içi aktörlerde olsa bile, temeli Gezi’de ve Kürt özgürlük hareketinde ortaya çıkan tarihsel toplumsal gerçekliktedir. Sarsılanı yıkacak, krize gireni değiştirecek bir mücadele de onların işi olacaktır. Yürünecek ana yol da budur.
Sosyalistler, 23 Haziran kesişim noktasında buluştukları muhalefet güçlerini ileri adımlara zorlayıp geri/oyalamacı/uzlaşmacı adımları karşısında aktif bir tutum alacaktır. Sosyalistlerin bundan sonra da kazanan olmaları, 23 Haziran’da İmamoğlu seçmeni olan ama siyaset yapmanın başka biçimlerine de yabancı olmayan ezilen toplumsal kesimleri, sermaye politikalarına karşı bağımsız bir siyasal güç olarak örgütlemeleri, kendi mücadele programlarını ortaya koyup özneleştirmeleri ile mümkündür.