Su buharından enerji elde edilmesi beraberinde endüstriyel politikalarının uygulanabilmesine olanak sağladı. Yeni bir dönem başlamış oldu. Endüstriyalizmde bulunup kapitalizmin diğer bir ayağı oldu. Böylelikle kapitalizm endüstriyel politikaları için moderniteyi kendine uyarlayıp kullanmaya başladı. Ve artık kapitalist modernite olup; Aşırı kâr, ulus devlet ve endüstriyalizmle yaşamına başladı.
Aşırı kâr için; daha fazla sömürü ve daha fazla tüketim-üretim ilişkisi başladı. Emek kadın doğa sömürüsü için politikalar oluşturuldu. Günümüz çok katlı yapının temelleri o günlerde atıldı. Kurulan fabrikalara işçiler çoğunca uzun yıllar katederek geliyorlardı. Bu da sömürü çarkı için verimlilik ilkesiyle çelişiyordu. Sonsuz sömürü için çalışanların yol yüzünden zaman kaybını önlemek için çalışanların kalabileceği lojman adıyla ilk 2-3-4 katlı yapılar yapıldı.
Doğal toplumlardaki çeşitlilik sömürünün önünde engeldi ve teklik esaslı yeni bir model olarak ulus devlet belirlendi. 200-300 yıl süren bir savaş, yıkım ve çatışmalardan oluşan bir inşa sürecine girildi.
1900’lerde Osmanlı gibi çok uluslu bir ülkenin küçük ulus devletlere bölünmesi çalışmaları başladı. Ve nihayet Türk ulus devleti kuruldu. Tek dil, ırk, din, millet gibi bir konseptle kendi varlığını korumak için çoğunca isyan bastırma ve göçertme temelinde bir süreç işletildi.
Gayrimüslimlerle başlayan süreç gündemde olan Ermeni halkına katliamlar olarak göründü. Süryaniler ve diğer tüm dinlere mensuplar aynı kaderi paylaştı. Dersim Katliamı ile Sünni olmayanlar bile katledilmeyle karşı karşıya kaldı.
Tek dine dair katliamlar silsilesinden sonra tek millet için Türklük esasına uymayan Kürtlük bilinci olanlara karşı asimilasyon, göçertme ve elbette kıyım yöntemi kullanıldı. Dil ve ırk birlikte sorun olarak ele alındı ve Şark Islahat Planı ve muadili birçok yöntem sürece uygun olarak bulundu, denendi ve tabii ki başarısız oldu.
1950’lerle birlikte buna suyun gücü bulundu, bu da muhteşem GAP projesi oldu. İlk örnek Keban Barajı ile başladı ve o gün başlayan kamu yararında istimlak yöntemi kullanıldı. On binlercesi göç ettirildi. Asimilasyonun; toprakla bağı olmayanın kültürü, tarihi, dili de yok olur esasıyla yapıldı.
Doksanlara doğru daha çok göçertme politikaları uygulandı. Yaşam alanları ellerinden alınmaya çalışıldı. Orman yangınları en önemli argüman oldu. Orman yangınları beraberinde tarım-hayvancılığın bitmesi ve nihayetinde göç etmeye kadar giden bir süreci başlattı.
Ilısu Barajı ve benzeri 12 adet güvenlik adıyla baraj planlanarak devasa ölçekte alanları su altında bırakacak ve orada yaşayan halkların göçmesine ve sisteme entegresi için yapıldı. Tarımsal sulama adıyla yapılsalar da gelen tepkiler üzerine enerji ihtiyacımız var yalanı da eklemlendi ve enerji için yapılıyora getirildi.
Bu vesile ile tüm canlıların yaşam hakkı olan erişilebilir ve temiz su, bir savaş argümanı olarak kullanılmaya başladı. Güvenlik barajı dışında suyu da savaş silahı yapabilen bir sistemle karşı karşıya kaldık. Elbette su ile bağlı olarak enerji balonu da aynı politikaları beslemek üzere yeniden düzenlendi.
Uzantısı enerji santrali olan bir sürü yeni endüstriyel silahla bu savaş devam etmektedir. RES, HES, GES, NES. En tehlikeli söylemleri de yeşil yenilenebilir ihtiyaç gibi toplumda kabul görebilecek sözcüklerdir. Kapitalist sistem, moderniteyi de yanına alarak bütüncül saldırılara aralıksız devam etmektedir ve edecektir. Yeni alternatif olan demokratik modernite ile donatılmış ekolojik, demokratik bir yaşam mücadelesi vermek dışında bir şansımız yok ve bu mücadeleyi durmadan yükseltmek gerekir.