Barış ve Demokratik Toplum süreci, çok doğal olarak Türkiye’de, Kürdistan’da, bölgede ve dünyada çok yakından izlenmektedir. Durumu anlamak için birkaç noktanın altını çizmek gerekiyor.
Birincisi, içinde geçilen süreç, geliştirici olmayan tartışmalara feda edilmeyecek kadar değerlidir. İkincisi, bütün provokasyonlara ve engellemelere rağmen, özellikle Kürt Halk Önderi Öcalan’ın yoğun çabalarıyla sürecin ilerlemekte olduğu da açıktır. Bu anlamda sürecin Kürt halkı ve demokrasi güçleri için yarattığı pozitif gelişmelerin, endişeleri ortadan kaldırmasa da umudu artırdığı inkâr edilemez.
Ancak bu gerçekler sürece dair kaygıların belirtilmesine engel değildir. Tam tersine gelişmelerin önündeki engeller ifade edilmelidir ki bunları aşmak mümkün olabilsin.
Bu anlamda en temel sorun, devletin yaklaşımında kaynaklanmaktadır. Devlet sorunu, “bir grup teröristin yaptığı terör ve bundan dolayı ülkenin demokratikleşememesi” olarak görmekte ve böyle göstermektedir. Çözüm için de iki aşamalı bir yol haritasını topluma dayatmaktadır.
Birinci aşamada devlet, “teröristler” diye tanımladığı özgürlük gerillalarıiçin “silahlarını bıraktıkları, bizzat devlet tarafından tespit edilecektir” diyor. Bundan sonra başlayacak olan ikinci aşamada ise demokratik düzenlemeler yapılacak, böylece “sorun çözülmüş” olacaktır diye belirtiyor.
Sürecin iki aşamaya bölünmesi, birbirinden kopartılarak “önce sen ver sonra ben vereyim” gibi bir pazarlıkçılığa mahkûm edilmesi, başlı başına sorunlu bir yaklaşımdır. Çözüme hizmet etmediği gibi, tam tersine sorunu içinden çıkılmaz hale getirmektedir. Doğrusu karşılıklı adımlar atılarak, güven artırılarak sürecin toplumsallaşması ve bu yolla başarıya taşınmasıdır. Aşamalı yaklaşım çözümü zamana yayan, dolayısıyla tehlikeye atan bir potansiyel taşımaktadır.
Öte yanda dağda silahlı mücadele yürütenler, kontrolsüz ve amaçsız şiddet uygulayan teröristler değil, siyasal, sosyal bir amaçla, 40 yıldır örgütlü mücadele yürüten özgürlük savaşçılarıdırlar. Kürt gerillaları, Kürt halkı inkâr edildiği ve ulusal baskıya maruz kaldığı için isyan etmiş ve dağa çıkmışlardır.
O nedenle ortada tarihi, sosyal ve siyasal bir sorun olarak Kürt sorunu vardır. Devlet yetkililerinin “terör” diyerek olumsuzlamak istedikleri özgürlük mücadelesi de Kürt sorununun nedeni değil, sonucudur. Dolayısıyla bu yaklaşımla devlet, dağa çıkmış, ancak bir süre sonra pişman olmuş ve gelip devletin insafına sığınacak kimse bulamayacak ve sorun çözülemeyecektir.
Devlet yetkilileri, aynı yanlış tanımlamanın sorucunda geliştirdikleri yol haritasının ikinci aşamasında, “silahlar teslim edileceği, terör ortadan kaldırılmış olacağı için” demokratik hakların verileceğini söylemektedir.
Kürt sorununun, bütünlüklü, çok yönlü bir siyasal, sosyal sorun olduğu belirtilmişti. “Barış ve Demokratik Toplum” süreci bu sorunun çözümü için geliştirilmiştir. O nedenle ne bu sorun ve bütün boyutları yokmuş gibi davranmak ne de parçalara bölmek, çözüme yol açmaz.
Daha önemlisi, Kürt sorununun çözümü için gerekli olan demokrasi şartlara bağlanamaz. Hiçbir sosyal, siyasal gelişme demokrasinin ertelenmesinin, askıya alınmasının gerekçesi yapılamaz. Demokrasinin “belli koşullarda ve hatta belli toplumlarda” gerçekleşebileceği anlayışı, toplumları ve toplumsal değerleri yok sayan, siyasal ve akademik alanda aşılmış bir anlayıştır. Hatırlayalım, 1971 ve 1980 darbelerinin şefleri “anarşiyi” yani “terörü” önlemek için darbe yaptıklarını, bu amaçla demokrasiyi askıya aldıklarını söylemişlerdi. Bugün aynı yöntemlerin savunulması, darbeci anlayışın devam ettiği anlamına gelmektedir.
Öte yandan bu devlete güvenmek için hiçbir makul neden yoktur. Süreç, güven geliştirici adımların atılmasını zorunlu kılarken, devlet ısrarla tersini yapmaktadır.
Bu durumda yarın, demokratik mücadele yöntemlerinin, “devletin güvenliğini tehlikeye attığı” iddia edilerek demokrasinin askıya alınmayacağının garantisi var mı? Yine devletin demokratik yöntemlerle sürdürülen bir mücadeleyi provoke edip, sonrada “terör” diye yaftalayarak demokratik hakları gasp etmeyeceği nereden bilinebilir?
Umut hakkının ve AİHM’in diğer kararlarının uygulanmaması, CHP’ye, DEM Partililere ve demokrasi güçlerine yapılan saldırılar, cezaevlerinde yapılan insanlık dışı uygulamalar, Bahçeli’nin Kıbrıs konusundaki açıklamaları ortadayken, devletin yarınlarda demokrasi getireceğine kim inanabilir?
Devlet neden bunları yapıyor? Çünkü Kürt sorununun çözümü demokrasiyi zorunlu kılmakta, Türk devletinin yapısal özellikleri ise demokrasiden uzak durulmasını gerektirmektedir. O nedenle devlet, stratejik bir tercih olarak, demokratikleşmeden Kürt sorununu çözmek istiyor. Bu çelişki devletin adım atmasını zorlaştırmaktadır.
Bu sorunun aşılması ve kalıcı, sahici bir çözümün sağlanması için, barış ve demokrasi talebinin toplumsallaştırılması ve bugünlerin yaratıcısı Sayın Öcalan’ın özgürlüğünün sağlanması ilk ve en önemli adım olacaktır.









